Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank umut “ışığı yaktı”, içimize bir avuç su serpti:
“Türkiye koronavirüsle mücadele kapsamında yerli ve milli olarak kendi ilacını üretti.”
İlacın, Kovid-19 tedavisinde kullanılması ve ihracatı planlanıyor.
Hazırlanan ilacın ismi “FAVİCOVİR...”
Henüz yan etkilerini ve diğer özelliklerini bilmiyoruz ama herhalde denemeleri yapılmıştır.
Hastalarda da kullanılmış olmalıdır.
Bakan, üretim ve dağıtımın hangi özel firma tarafından yapılacağını da açıkladı.
Tıp dünyası için çok önemli bir haber bu.
Ancak korkarım ki yarışta olan dünya ilaç sanayinin devleri olumsuz tavır koyabilirler.
Türkiye Kovid’le mücadelede erken davranmış ve başarılı olmuştur.
Bu ilacı da tıp dünyasına kazandırırsa insan sağlığına büyük hizmetin yanı sıra milyarlarca dolarlık reklamlarla bile elde edilemeyecek harika bir tanıtım sağlamış olur.
İhtiyatlı da olsa yürekten kutluyorum.
İLAHİ KOMEDYA
Oysa...
Daha 24 saat önce karmakarışık duygular içindeydik,
Aşı yok, ilaç yok, bu sıkıntılı sürecin ne zaman biteceği belirsiz...
Dante “İlahi Komedya”sının Cehennem bölümünün hemen başında şöyle yazmıştı:
“Hayat yolumuzun ortasında
Karanlık bir ormana düştü yolum
Çünkü doğru yol kaybolmuştu...”
Tekrar yolumuzu nasıl bulacağımız soru işaretlerinin gölgesindeydi.
Henüz Kovid-19 travmasından adım adım “normal yaşama” geçmeye çalışırken, bu kez de gündeme yeni bir haber düştü: “Kırım Kongo Kanamalı Ateşi geri döndü.”
Adı “virüs çağı” olacak yeni bir çağa mı girdik?
İNFLUENZA’DAN YATTIM
2002 yılında Çin’de, Sars CoV-1 ile başlayıp, kuş gribi, domuz gribi (influenza), bir koronavirüs enfeksiyonu olan Mers CoV, Ebola, Brezilya’da Zika salgını, balıklardan gelen CoV ve en son da bebeklerde görülen Kawasaki gibi hastalıklar birbiri ardına sürdü ve sürmeye devam etmekte.
Bunlardan domuz gribini (influenza) 1 yıl içinde iki kez geçirdim.
Tam da yılbaşı günlerinde.
10’ar gün hastanede yattım.
Öksürmekten ciğerlerim sökülüyordu.
Nasıl bir ıstıraptı, hâlâ dehşetle hatırlıyorum.
Düşünün ki “Kovid-19’un yanında domuz gribi nezle gibi kalıyormuş.”
AKIL ALMAZ LAKAYDİ
Koronavirüs salgını en sonunda “pandemi” olarak dünyayı sardı.
“Kovid-19” adı altında hepsinden etkili oldu.
“Hayat şartlarımızı, yaşantı biçimlerimizi değiştirmeye sürükleyen, yasaklar getiren vurucu etkiler” yarattı.
3 milyar insan evlere kapandı.
Ülke içi ve kıtalar arası uçuşlar durdu.
BİLGİ KAOSU
Dünya nasıl oldu da Kovid-19’a bu kadar hazırlıksız yakalandı?
Hatta sağlık sistemleri kuvvetli olan ülkeler bile, bu salgınlara hiç hazır değildi.
Evet...
Nasıl bu kadar gafil avlanıldı?
“Salgınlar çağı” nasıl atlandı?
Ve...
Sonunda bugün koronavirüsle doluyuz.
Onu konuşuyoruz, dinliyoruz, hareket ediyoruz...
Onun korkusuyla yaşıyoruz.
Her yerde ve her harekette nasıl davranmamız gerektiğine dair “tıp dünyasının tam da sabitlenemeyen” anlatılarını takip etmeye çalışıyoruz.
Tedavi yöntemleri de ülkeden ülkeye değişip duruyor.
Tıp dünyası tedavi yöntemleri birbirleriyle çelişmekte ve çekişmekte.
Ele alınan vakalara bakış, “istatistiki bilgiler” (rakamlarla insanları kategorileştirmek) ile “insani bilgiler” (her insanın hayatının ayrı olduğuna dair) bu anlamda, farklar göstermekte.
Tanıdığınız birisine bakışınız ile rakamlara bakış farkı arasında ayrım var.
1 GRAM VİRÜS!..
Dünyadaki toplam koronavirüsün ağırlığı bir gramdır.
Bir gram virüs, 420 milyon ton insanı eve kapattı.
Bir gram virüs, ozon tabakasını onardı.
Bir gram virüs, bir milyar ton petrolü depolarda tuttu.
Bir gram virüs, 20 trilyon dolar kaynak tüketti.
Bir gram virüs, 45 savaşı dondurdu.
Bir gram virüs, 100 milyon insanı işsiz bıraktı.
Bir gram virüs, binlerce şirketi iflas ettirdi.
Bir gram virüs, hava kirliliğini % 75 oranında temizledi.
Bir gram virüs, üretim ve tüketimi alt seviyeye düşürdü.
Bir gram virüs, bütün ülkelerin kapılarını kapattı.
Bir gram virüs, dünyanın gündemini değiştirdi.
Bir gram virüs, borsaları altüst etti.
Bir gram virüs, her türlü trafiği minimize etti.
Bir gram virüs, insan temasını sonlandırdı.
Bir gram virüs, suya sabuna dokunmayı en üst düzeye çıkardı.
Bir gram virüs, gezegenin tamamını kırmızıya boyadı.
Bir gram virüs, iki milyar öğrenciye tatil yaptırdı.
Bir gram virüs, bütün teknolojileri alt etti.
Bir gram virüs, milyarlarca insanın ağzına gem vurdu.
Bir gram virüs, bütün insanları eşitledi.
Bir gram virüs, dünyayı sarstı, insanlığı silkeledi.
Bir gram virüs, yedi milyar insanı şaşkına çevirdi.
.................
Acaba insanoğlu bir gram akıllandı mı?
YVES MONTAND’IN SESİ
1962 yapımı “Güzel Mayıs” adlı filmde Parislilerle röportajlar yansıtılmakta.
Tek tek onların görüşleri alınmakta.
Filimin sonunda, Paris’teki, Zafer Abidesi’nin gece görüntüsü içinde hızlı bir şekilde arabaların bulvarlardan geçişlerinde Yves Montand’ın dış sesinden istatistikler veriliyor.
“Ne kadar elektrik harcandı, ne kadar su tüketildi, kaç araba üretildi, kaç ton tütün içildi, kaç litre şarap ve süt içildi, kaç kişi neden öldü, kaç kişi intihar etti vb.”
Bu soğuk ve duygudan yoksun bakış bize istatistik olarak verilmekte.
Bu film “yakın çekim” ile “kuş bakışı çekim” arasındaki sıcaklık ve soğukluk farkını ortaya koymaktadır.
VİRÜS EL YAPIMI MI?
Virüsün “laboratuvarda mı üretildiği, yoksa bir hayvan pazarında mı ortaya çıktığı” bile doktorların ve tıp dünyasının hemfikir olmadığı bir sorun.
“İnsan DNA’sının yüzde sekizinin (protein kılıfı olarak geçmekte) virüsten oluştuğu” bir tıp bilgisi olarak sunulmakta.
Bu “virüsün doğal olmadığı ve o nedenle de canlı kalmak için canlılara ihtiyaç duyduğu” ileri sürülmekte.
Bu görüşe göre “virüs canlı bulamadığında, dekompoze olup ölmekte.”
Açıkçası...
“Protein kılıfı üretmek” için, yani “beslenmek ve çoğalmak için canlı bedenlere ihtiyaç duymakta.”
Tıp dünyasında da virüs “canlı tanımında kabul edilmemekte.”
“Canlıların içinde mutasyon geçirdiği” vurgulanmakta.
Buna karşılık bazı biyologların virüsleri “canlı statüsüne” sokmakta olduklarını okuyoruz.
Hangisi doğru?
Ve daha önemlisi...
Dr. Charles Nicolle’ün “Enfeksiyöz Hastalıkların Kaderi”nde yazdığı gibi, “Bir salgından sonra her zaman başka bir salgın gelecektir.”
Hiç değilse bundan sonrası için hazırlıklı olmalıyız.
Belki de tarih, yaşadığımız ve yaşayacağımız süreci “virüs çağı” olarak adlandıracak.
.......................
Not: Bu yazıyı -kendi fikirlerimle- T24’teki Ali Akay’ın ilginç yazısından satırları özetleyerek ve harmanlayarak yansıttım.