Günümüzde “terminatör -yok edici kıyamet” nükleer silahları dünyanın tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.
Nükleer silahların babası Oppenheimer’in
“çok düşündürücü ve acayip” hikâyesine devam...
Dr. Oppenheimer “komünist ve Sovyet casusu olabileceği” kuşkularıyla FBI ve ABD askeri istihbaratının takibindeydi ama II. Dünya Savaşı’nı bitirebilecek atom bombasını üretmek amaçlı “Manhattan projesinin” de hâlâ başındaydı.
Çünkü bunu yapabilecek tek adam oydu.
…………………
Çöldeki Los Alamos tesislerinde çalışmalar son hızla sürerken, uzmanlar yapılacak atom bombasının “en ideal dış kaplamasının ne olduğunda” kararsızdılar.
Amerikan İstihbaratının verdiği bilgiye göre, “Fizikçi Niels Bohr bu konunun uzmanıydı, ama Nazi Almanya’sının işgali altındaki Kopenhag’daydı.
Yahudileri saklamakla suçlanıyordu. Göz hapsindeydi.
Mahkûm olursa büyük ihtimalle asılırdı.”
Danimarka’daki İsveç Büyükelçiliği aracılığıyla Bohr uyarıldı.
Gözetim altında tutulmakla beraber henüz tutuklanmamış olan Bohr ve ailesi, bir gece İsveç Büyükelçisinin gönderdiği özel ekiple gizlice İsveç’e kaçırıldı.
Oradan da İskoçya üzerinden Amerika’ya getirildi.
Los Alamos’a gelen Dr. Bohr Hitler’e ve Nazilere nefret doluydu.
“Atom bombası yapılmakta olduğu” sırrı onunla da paylaşıldı.
Dr. Bohr, “bombanın hem gövdesi hem de atomik pil ile işleyen sistem” konularında önemli katkıda bulundu.
……………………..
Yıl 1944’tü.
Hitler’in artık savaşı kaybetmekte olduğu gözle görülür hale gelmişti, üstelik “nükleer bomba projesinde başarılı olmadığı ve o dosyayı 1941’de kapattığı da” anlaşılmıştı.
Nitekim 30 Nisan 1945’te Rus ordusu Berlin’e girdi.
O sırada artık Oppenheimer’in yaptığı bomba tamamlanmıştı.
Temmuz ayında ilk deneme yapılacaktı.
HEDEF JAPONYA
Hitler sığınağında intihar etmişti.
Fakat Japonya savaşa devam ediyordu.
İlk atom bombasının denemesi New Mexico çölünde 16 Temmuz 1945 tarihinde yapılacaktı.
20 bin ton dinamite eş bu bomba için 15 kg uranyum ve 5 kilo plütonyum kullanılmıştı.
O sıralarda Başbakan Roosevelt
ölmüştü, yerine geçen Truman
Beyaz Saray’ın yeni patronuydu.
Fakat…
Dr. Oppenheimer deneme bombasını patlatmadan iki gün önce bir ön deneme yaptı.
Sonuç fiyaskoydu.
16 Temmuz’da, asıl deneme bombası patladığında sonuç tam bir başarı oldu.
Oppenheimer şiir okuyordu.
“Kalbim senin için çarpıyor Tanrım.
Vur, onar, yık, boyun eğdir.
Güç senin, yeniden yarat gerekirse,
boyun eğdir.
Kır, darmadağın et ve yak.”
Şiire atıfta bulunarak bombanın adını
“Trinity” koymuştu.
……………………
Vicdanı rahattı çünkü bu görkemli patlamadan sonra Japonya’nın teslim olacağını düşünüyordu.
21 kilotonluk güçle patlayan bomba güneşin yüzey sıcaklığından 1 buçuk kat fazla bir ısı üretmişti.
Her şeyi buharlaştıran bir ısı.
25 kilometrelik yüksekliğe ulaşan mantar şeklindeki bulut ise 9 bin derecelik sıcaklık yayıyordu.
Japonya’yı savaştan caydıracak devasa bir gövde gösterisi yapılmıştı.
Ancak tam tersi oldu.
Japonya “savaşa devam” dedi.
HİROŞİMA VE NAGASAKİ
Bunun üzerine Japonya’ya atom bombası kullanılması kararı alındı.
Ama…
Nereye atılacaktı?
Başkan Truman’ın bazı kurmayları sivillerin olmadığı, askeri üslerin bulunduğu bir yöreye atılmalı diyorlardı.
Oppenheimer de
böyle düşünüyordu.
Ancak…
Projenin askeri güvenlik bölümünün başındaki General Groves “bombanın, Japonlara
en fazla acı verecek ve onları çökertecek bir yerleşim yerine atılmasında” ısrarlıydı.
Onun dediği oldu.
Hiroşima kentine “Little Boy (küçük çocuk)” bombası böyle atıldı.
400 bin nüfuslu, çoğunluğu sivil, askeri hedefleri olmayan Hiroşima’ya…
Bombayı atan pilot Paul Tibbets şöyle demişti:
“Bombayı Hiroşima üzerine bırakmadan önce altımda çok güzel bir şehir görünüyordu.
Bombayı bıraktıktan sonra sert bir dönüşle uzaklaştım.
Ardından patlama sesini duydum.
Arkama baktığımda koskoca bir şehir adeta yok olmuştu.”
Ölen insanların çoğu bir anda buharlaşmıştı.
Geride külleri bile kalmamıştı.
Burada bombanın atılmasından önce Japonya’ya bir uyarı yapılmadığını da belirtmeliyim.
Japon İmparatoru Hirohito silahlı kuvvetlerine beklenin tersine “Direnişe devam” emrini verdi.
Bunun üzerine, Hiroşima yerle bir edildikten üç gün sonra “Fat Man (şişman adam)” Nagasaki’ye atıldı.
Sonuç gene felaketti.
Japonya bu ikinci saldırıyı beklemiyordu.
Artık yapacak bir şey yoktu.
Japon İmparatoru Hirohito bir radyo yayınıyla “müttefik ordularının, teslim olma koşullarını kabul ettiğini” açıkladı.
……………………..
Oppenheimer gel gitler yaşıyordu.
Hem başarısıyla gururluydu, hem de bunca insanın ölümüne sebep olduğu için öfke nöbetlerine kapılıp içki şişelerini boşaltıyordu.
Paket paket sigara içip kendi kendine küfürler ediyordu.
BARIŞ PROJESİ
Oppenheimer 500 bine yakın ölüme sebep olan nükleer bombaların insanlık için bir kıyamet silahı olabileceği görüşündeydi.
Mutlaka kontrol altına alınması gerektiğini düşünüyordu.
İkisi de nükleer silahlara sahip olan Sovyetler Birliği ve ABD’nin atom çalışmalarını birlikte ve barış, medeniyet, bilim için yürütmelerini öngören ve bunun denetimini de BM’ye bırakan bir plandı bu.
Ancak…
Onun değil Baruch’un bir önerisi ABD tarafından benimsendi.
Buna göre, bir atom geliştirme örgütü kurulacaktı.
Sovyetler Birliği de katılırsa ABD elindeki bütün atom silahlarını ve bilgiyi örgüte devredecekti.
Örgütün çalışmasıyla ilgili olarak BM Güvenlik Konseyi’nde hiçbir devlet veto yetkisini kullanamayacaktı.
Sovyetler Birliği bu öneriyi reddetti.
Böylece herkes kendi yoluna sonucu çıktı.
OPPENHEIMER YARGILANIYOR
Oppenheimer 1947 yılında Atom Enerjisi Komisyonu’nun Genel Danışmanlığı’na atandı.
1952 yılına kadar burada çalışırken hayatından memnundu ama “Manhattan Projesi sırasında yakasına yapışan komünistlik ve Sovyetler Birliği’ne casusluk” kuşkusu hiç peşini bırakmamıştı.
Gene gündeme getirildi.
Dönemin FBI Başkanı Edgar Hoover hiçbir
suç izi olmadığını görerek dosyayı kapattı.
Ama…
Gene de Oppenheimer için “Sovyet köstebeği” yayınları yapılıyordu.
Oppenheimer aleni bir şekilde vatan
hainliğiyle suçlanıyordu.
Çünkü…
Beyaz Saray da bu provokasyonu köpürtüyordu.
Artık bir cadı avına dönüşmüştü olay.
1954’te Oppenheimer için mahkeme kuruldu.
“Vatana ihanet” suçlamasıyla yargılandı.
Duruşma bir ay sürdü.
Oppenheimer suçsuz bulundu.
Ama artık bütün görevlerini kaybetmişti.
O artık “devrik bir bilim adamıydı ve ABD’ye vereceği hiçbir şey kalmamıştı.”
ASIL MAHKEME
Oppenheimer bütün bu süreçte mağrurdu. Dimdikti.
Savaşı “iğrenç, geri kalmışlık, saygısızlık ve barbarlık” olarak tanımlıyordu.
Ona göre, “nükleer silahların kullanılmasının Armageddon yani kıyamet sonucu vermesi için duyulan korkular caydırıcı olacak, bu silahların kullanılmasını önleyecek ve barışı getirecekti.”
Oppenheimer’i vicdanı asıl gerekli olan yüzleşmeye itmekteydi.
Yani Japonya’ya…
Eşiyle çıktığı bir Karayip tatilinden sonra Japonya’ya gitti.
Her şeyi göze alarak.
Riskli bir geziydi.
Japonya’daki insanlara özür borcu vardı.
Ailesinin bütün itirazı ve baskısına rağmen 1960 yılında Japonya’ya gitti ve hayrettir ki çok iyi karşılandı. Saygı gördü.
Japonlardan gördüğü nezaket, saygı ve derin anlayış onu çok etkiledi.
Kalbinin tam orta yerinde bir atom bombası patlamıştı sanki.
Bedeni yok olmuştu, kalbi paramparçaydı.
1962 yılında ABD hükümeti bu bilim adamına döneminin en prestijli bilim ödüllerinden
“Femmi” ödülünü verdi.
1967 yılında Oppenheimer gırtlak kanserinden vefat etti.
Geride kendisini sevenler kadar çok sayıda nefret edenler de vardı.
……………………
Bu yazıda cımbızladığım, özetlediğim satırlar “VİCDAN BİR KARA KUTUDUR-Robert Oppenheimer-Atom Bombası Mucidinin
Acayip Yaşamı” adlı kitaptandır.
Yazarı Mesud Topal-Karakarga Yayınları…
Çok daha ayrıntılı satırlarla bu güzel kitap su gibi akıyor, tavsiye ederim.