Talk show tanrıçası Oprah Winfrey’in programında Prens Harry ve özellikle eşi Meghan Markle’ın söyledikleri, “İngiliz kraliyet ailesinde deprem sarsıntılarına” neden oldu.
Prens Harry ile peri masalı gibi bir düğün...
Megan Markle, “bu rüya evlilikten sonra hayatının zorlu bir sürece girdiğini ve intihar etmeyi düşündüğünü” söyledi.
Bu yüksek gerilim hattı açıklamalar dünya medyasında yankılanmakta.
Daha hamileliğinde saray tarafından “henüz doğmamış çocuğu Archie’nin bir prens olmasının istenmediği, bunun yüzüne söylendiğini” açıkladı.
Doğacak bebeğinin “cilt renginin ne kadar koyu olacağı konusunda sarayda endişelerin dile getirildiğinden de” yakındı.
Oprah Winfrey kendini tutamayıp “Neee!” diye tepki gösterdi.
SIRADANLAŞMA KAYGISI
Bu “ırkçılık kokan” saray tavrı, herhalde kraliyet ailesinin algı profilini yaralamakta...
Ancak...
Meghan’ın “Kraliçe Elizabeth ile ilişkilerinin sıcak olduğuna” işaret etmesi, itibar zedelenmesi olasılıklarına karşı bir artı puan.
Kraliçe Elizabeth “Ailesinin medyada fazla yer almasını” sakıncalı bulmakta.
Bu tavrını yıllardır sürdürmekte.
Fazla konuşulmak, özelliklerinin açılıp saçılması “Ailesini sıradanlaştırır” görüşünde.
Meghan’ın, Oprah Winfrey’e açıklamaları işte tam da bu hassas noktaya darbe vurmuş oluyor.
ASİLLER NE KONUŞUR?
Bu sorunun cevabına yaşayarak birkaç kez tanık oldum.
İstanbul’dan arkadaşım -eski- başarılı reklamcı merhum Şeref Gedik bir kontesle evlenmişti.
Adı Anne Marie d’Estainville olan eşiyle birlikte Paris’te yaşıyorlardı.
Paris’e gittiğimizde eşimle birlikte evlerine giderdik.
Zaman zaman dışarıda yemeğe çıkardık.
Fransa’nın siyaseti üzerine Fransız arkadaşları tartıştıklarında Anne Marie şöyle derdi:
“Sizin sosyalist ya da kapitalist partileriniz, hükümetleriniz Fransa’yı işte bu hale getirdi.
Krallık sürseydi her şey çok daha iyi olurdu?”
Bir akşam yemeğinde Paris’in vasat diyebileceğimiz lokantasındaydık.
Anne Marie ailenin bir kanadıyla da İngiltere asilleriyle bağlantılıydı.
O gece “gazete sahibi bir kuzeninin de bize katılacağını” söylemişti.
Adamın adını şimdi hatırlamıyorum ama çok satan -Daily Mirror- gazetesinin o zamanki sahibiydi yanılmıyorsam.
Kendi sürdüğü bir son model bir Porsche otomobille geldi.
Aramıza katıldı.
Kır saçlı, topluca, güler yüzlü, 50’li yaşlarda bir “mavi kanlıydı.”
Dikkatimi çekti.
Gömleğinin boynu aşınmıştı.
İçindeki beyaz tela görünüyordu.
Laf arasında, o zaman Genel Yayın Yönetmeni olduğum gazetenin kaç sattığını sordu.
“500 bin dolaylarında” cevabını verdim.
Onun gazetesinin tirajı bizimkinin birkaç katıydı.
İlerleyen saatlerde masa komşumuz bu mavi kanlı medya patronunun İngiltere’nin yanı sıra Avustralya, Amerika ve Kanada’da 42 gazetesinin daha olduğunu öğrendim.
Ayrıca kâğıt fabrikaları ve fabrikalarının hammaddesini karşılamak üzere Kanada’da ormanlarının olduğunu da öğrendim.
Şimdi sıkı durun...
Yemek bitti, dağılmadan önce hesap geldi.
Anne Marie “herkesin kendi yediklerinin, içtiklerinin parasını ödeyeceğini” ifade eden Fransızca deyimi telaffuz etti:
“Chacun pour soi...”
42 gazete, kâğıt fabrikaları ve ormanları olan İngiliz asili kuzen de kendi payına düşen bir kişilik yediğinin içtiğinin parasını ödedi.
Kimse gösteriş yapmadı.
GERÇEK ADAM
Şeref ve eşi Kontes Anne Marie d’Estainville bir süre sonra İstanbul’a yerleştiler.
Anne Marie’nin Paris’te yarış atları vardı.
Şeref de o alanda epey bilgi sahibi olmuştu.
Türkiye’de büyük bir arazi satın aldılar.
Yarış atları yetiştirmeye ve koşturmaya başladılar.
Çok da başarılıydılar.
Anne Marie müthiş bir Atatürkçü ve Türkiye tutkunuydu.
Bir akşam İstanbul’un o zamanlar en gözde yeri olan Nişantaşı Şamdan’da yemekteydik.
Anne Marie’nin yine İngiliz asili 60-70 yaşlarında iki akrabası hanım da masamızdaydı.
Biz Türkiye meselelerini konuşurken, onlar da kendi aralarında tartışmaya koyulmuşlardı.
Tartışma öylesine hararetlendi ki biz de kulak kabarttık.
Konu şuydu:
“Prenses Diana mı haklı, yoksa Kraliçe Elizabeth mi?”
Biri Diana’yı, diğeri Kraliçe’yi tutuyordu.
Kısaca anlatayım...
Güzel bir yaz sabahı sarayın bahçesinde aile çay içerken Prenses Diana üzerinde eşofman, elinde walkman, kulaklıklar takmış, müzik dinleyerek gelir.
Kraliçe Elizabeth imalı bir ses tonuyla, “Bu müzik kutusunun adı walkman değil mi?” diye sorar.
Bir parantez açayım.
Walkman okuyucularımızın da çoğunun bildiği gibi “yürüyen adam” anlamına gelir.
Diana da, Kraliçe’nin sorusuna imalı bir cevap verir.
“Adamım olmadığı için, yürüyen adamım var. ( I have no man so, I have walkman)”
Asil hanımlardan biri, “Kraliçe Elizabeth imalı konuşarak Diana’ya böyle gelmemesi gerektiği hatırlatmasını yapmış. Haklı” diyordu.
Diğeri ise “Sabah eşofman ve walkman’la gelmenin ne sakıncası var? Diana da haklı olarak tepki vermiş” diye Prenses’i savunuyordu.
.................
Asiller ne konuşur, asiller de dedikodu yapar mı?
İşte size yaşayarak tanık olduğum birkaç anı.