Kovid-19, “salgının” yanı sıra elbette ekonomik yıkımlar da yaptı.
Ama bunun ötesinde daha düşündürücü şeyler var.
Değişik bir “insan türü” oluşacak iddiaları.
Ve...
O “yeni insan türünü” yönetecek “otoriter siyasetin” öne çıkma tehlikesi.
Yani...
“Virüs” gibi “insan” da “mutasyon” geçirecek.
“Siyaset” de...
Burada önemli olan, “mutasyonun” insan türünde “itaatkâr” değil “otoriteye dirençli” evrimler yapabilmesi, yönetimleri “demokrasiye zorlayabilmek gücünü” kazanabilmesi.
......................
Paul B. Preciado ilginç bir yaklaşım kaleme almış.
Salgınlara karşı insanlara tavizsiz dayatmalar, “bedenleri ele alan teknikler” ile büyük ölçekli sosyal laboratuvarların oluştuğunu söylüyor.
“Yönetimlerin otoriter olmak ve bireylerin de kendilerini güvencede hissetmek için itaat psikolojisine girme” tehlikesine işaret ediyor.
“Acımasız” gibi görünen “gerçekçilik...”
Bazı satırlarını yansıtayım...
.....................
Yaşamın ve ölümün idare biçimi olarak Kovid-19’un yeni siyasi yönetimi nasıl olacak?
Salgından sonrası için bir “bağışık topluluk ütopyası” ve “insan bedenlerinin yeni bir denetim biçimi” olacak. Kovid-19’un yaratmakta olduğu neo-liberal, tekno-ataerkil toplumları tanımlayalım.
- Öznenin teni yoktur.
- Dokunulmazdır.
- Elleri yoktur.
- Fiziksel meta alışverişi yapmaz.
- Nakitle ödemez.
- Kredi kartı vardır ve dijital bir tüketicidir o.
- Ne dudağı, ne dili vardır. Doğrudan konuşmaz, mesaj bırakır.
- Ortaklaşmaz.
- Köklü bir biçimde bireyseldir.
- Yüzü yoktur, maskesi vardır.
- Var olabilmek için, organik bedeni bir dizi tanımlanmamış anlam tekniklerinin, hepsi birer maske olan bir dizi sibernetik protezin ardına saklanmıştır.
- Örneğin; e-mail adresi, Facebook hesapları, Instagram ve Skype ve bunlar gibi...
- Fiziksel bir etken değildir; bir tele-üreticidir.
- Bir koddur, pikseldir, banka hesabıdır.
- İsim yazılı bir kapıdır, Amazon’un siparişlerini gönderebildiği bir adrestir.
KURUMSAL ÖLÜM SANAYİİ
Virüs, öte yandan, yeni tür yönetimin bağrında toplumsal bünyenin “üretken olmayan mıntıkalarını” da görünür kıldı; yeni tekno-dijital üretim rejiminde eskimiş görünen mıntıkaları...
Biyopolitika sınırının öteki tarafında bırakılmış olan ve bugün iki misli kırılgan görünen mıntıkalar bunlar: “tekno-sibernetik özneler olarak dönüşüm gösteremeyen yaşlılar ve onların yaşadığı yerler...”
Özellikle “huzurevi” adı verilen ve ölüm sanayii tarafından kurumsallaştırılmış olanlar... Aynı sanayi parantezi içindeki “engelli rezidansları” denilen yerlerdeki, “engelli telakki edilen” bedenler...
Yani...
“İnternet köpüğünün dışındaki paralel evrenler...”
Bunlar toplumsal düzenin ve disiplinin ayakta tutulduğu merkezler değil de “mutasyon halindeki bir biyopolitik zincirin zayıf halkaları” gibi görülmekteler...
......................
İşte gelecek için çizilen bu kara delikler nedeniyle artık kaçınılmaz olan “insan, toplum ve yönetim mutasyonunda” bireyler olarak sorumluluğumuz büyük.
Tekno gelişim mutasyonuna uyum sağlayarak hayatta kalırken, toplumun bir kesiminin dışlanmayacağı, iktidarların otoriterleşemeyeceği ve insan haklarına saygılı demokratik direnişini de güçlendirebilmeliyiz.