Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları

Yazının başlığındaki “İki halife” Batılı devletlerin “Müslüman coğrafya üzerine oyunlarını” ortaya koymak için ilginç bir gerçeği yansıtıyor.

Şöyle ki...

.......................

Peygamberimiz Hz. Muhammed’in soyundan gelen Şerif Hüseyin, İngiltere’ye dayanarak Osmanlı’ya başkaldırdı.

“İslam Halifesi” olarak tanınmak üzere girişimlerde bulundu.

İngiltere “evet” dememiş ama “hayır” kelimesini de telaffuz etmemişti.

Ancak...

Fransa buna karşıydı.

“Şerif Hüseyin’in İngiltere’ye dayanarak halife olması halinde Fransa’nın Kuzey Afrika egemenliğinin (Fas, Cezayir ve Tunus) sarsılacağı” görüşündeydi.

Haberin Devamı

“Hüseyin’in bu 3 Müslüman ülkeyi etkileyeceği ve İngiltere’nin tehdidi altına sokacağı” değerlendirmesini yapmıştı.

Bunu önlemek için “Doğu hilafetinin” yanı sıra bir de “Batı hilafeti kurmak” görüşünü ortaya attı.

“Batı hilafeti” Fas’ta kurulabilirdi.

Fas Sultanı “ailesinin Hz. Peygamberin kızı Fatma’dan geldiğini” söylüyordu.

Hatta “halifeliğini ilan etmeyi” denemişti.

Ama...

Cezayir ve Tunus halkı buna şiddetle karşı çıkmışlardı.

Girişimi sonuçlanamamıştı.

Ama...

Bu defa Fransa’ya dayanırsa Kuzey Afrika ülkelerine “Batı halifeliğini” kabul ettirebilirdi belki.

Sonuçta ne Şerif Hüseyin, ne Fas Sultanı Mevlay Yusuf halife olabildi.

İngiltere ile Fransa arasındaki bu anlaşmazlık Osmanlı’ya yaramıştı.             

İki halife

 

İSLAM’A YENİ TEZGÂHLAR

Ortadoğu haritası değişmekte.

İttifaklar da değişmekte.

“İslam” devletlerinin bir blok olmasını engellemek, bölmek ve karşı karşıya getirmek senaryosu sayfa sayfa uygulamaya konmakta.

İsrail kurulurken “kırmızı devlet” kitabında strateji şöyle yazılıydı:

“Etrafımız düşmanımız Müslüman Araplarla çevrili, o halde bölgedeki Arap olmayan İslam devletleriyle ittifaklar kurmalıyız. Türkiye ve İran gibi...”

Bu plan uzun süre başarıyla uygulandı.

Ancak Türkiye’de de, İran’da da köprülerin altından çok sular akmıştır.

Bu kez İsrail, Türkiye ve özellikle İran’a karşı Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan’la ittifak konumuna evirmiştir stratejisini.

Laik Türkiye ve Şii İran...

Vehhabi, Selefi Arap devletleri...

Haberin Devamı

Bunlar...

İsrail’in kırmızı defterinde yer değiştirdiler.

Hâlâ “hilafet kartına oynamak” tezgâhı kurulabilir mi?

TARİHTEN YAPRAKLARLA HİLAFET

Osmanlı’nın son dönemlerinde ve sonrasında “hilafet” için olanları hatırlamakta yarar var.

PARİS BARIŞ KONFERANSI’NDA

1919-1920 Paris barış müzakerelerinde ABD Başkanı Wilson, “Türklerin İstanbul’dan çıkarılmalarını” istemişti.

Bunun üzerine “Padişah Halife’nin nerede ikamet edeceği konusu ortaya çıkmıştı.

Halife Padişah’ın -dinsel nitelikli şehirler olan- Bursa veya Konya’da oturtulması” fikri ortaya atılmıştı.

Ancak...

Bu fikir gerçekleşmemiştir.

SEVR VE LOZAN

Sevr Antlaşması’nda Padişah Halife’ye devletin başkenti İstanbul’da oturma hakkı tanınıyordu.

..............

Lozan müzakerelerinde ve Lozan Antlaşması’nda ise hilafet söz konusu olmamıştı.

“Rum patrikliğini basit bir Rum kilisesi haline getiren Türkiye’nin, hilafeti gündeme getirme teşebbüslerine izin vermesi elbette söz konusu olamazdı.”

İki halife

HİLAFETİN İLGASI

3 Mart 1924’te 431 sayılı kanunla hilafete son verildi.

Haberin Devamı

Halife ve Osmanlı saltanatının erkek, kadın bilcümle üyeleri ve damatlar, hiçbir şekilde Türkiye’de ikamet edemeyeceklerdi.

Türkiye vatandaşlığından da yoksun bırakılmışlardı.

10 gün içinde Türkiye’yi terk etmek zorundaydılar.

Masraflarını devlet karşılayacaktı.

Sahip oldukları gayrimenkuller satılacak ve bedelleri kendilerine verilecekti.

4 AYLIK HALİFE

Hilafetin ilgası Şerif Hüseyin’in iştahını yeniden kabartmıştı.

Hilafetin ilgasından tam üç gün sonra 7 Mart 1924’te Hicaz Kralı Hüseyin “kendini halife ilan etti.”

Ama...

Bu girişimi kendinin de sonunu getirdi.

Tüm İslam dünyasından itirazlar yükselirken en şiddetli tepki Suudilerden yani “Vehhabilerden” geldi.

Saldırıya geçtiler.

Mekke, Suudilerin eline geçti.

Şerif Hüseyin krallığı bıraktı. Halifeliği sadece 4 ay sürmüştü.

Yerine oğlu Ali geçti.

Ama o da sadece bir yıl dayanabildi.

Irak’a sığındı.

Necd Sultanı İbn-i Suud kral oldu.

Devletin adı da Suudi Arabistan Krallığı.

Bu kez “halifelik hevesi” Suudilere geçti.

1926’da Kahire’de bir İslam Kongresi toplayıp “halifelik konusunu gündeme getirdiler ama taraftar bulamadılar.”

İkinci bir kongre Mekke’de düzenlendi.

Suud Kralı yeniden “halifelik” istedi.

Ancak...

Delegeler “Vehhabilerin hilafetine” soğuk baktılar.

Özellikle Mısır ve Hint Müslümanları “Mekke’nin ve Hz. Peygamber’in Merkad-i Şerif’inin ve kutsal Kâbe’nin, bağnaz ve mezar sistemini kabul etmeyen Suudilerin kontrolü altına girmesinden hiç hoşnut değillerdi.

Dolayısıyla, Mekke toplantısından da “hilafet” konusunda herhangi bir sonuç çıkmadı.

......................

Halifelik konusu hâlâ dile getirilse de bu kadar bölünmüş bir İslam coğrafyasından üzerinde anlaşılan bir halifeliğin hayata geçirilmesi çok zor.

....................

Not: Yukarıda yazdığım bilgiler Prof. Dr. Fahir Armaoğlu’nun “Türk Siyasi Tarihi” kitabında ayrıntılarıyla okunabilir.