Prof. Dr. Fahir Armaoğlu anlatıyor.
'1970’li yıllarda idi.
Ankara’daki bazı diplomatik çevrelerde -bizim de şahidi olduğumuz- bir söylenti dolaştı.
Buna göre “Suudi hükümeti Türkiye’den 3 milyar dolar karşılığı, Hırka-i Şerif’i” yani, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’dan getirdiği, Hz. Peygamber’in hırkasını (hilafet hırkasını) istemiştir.
O yılların Başbakanı Süleyman Demirel’in söylemiyle “Türkiye’nin 70 sente muhtaç olduğunu” hatırlatalım.
Bu söylentide “resmi” bir teşebbüsün söz konusu olabileceğini sanmıyoruz.
Yalnız bu istikamette şu veya bu şekilde zemin yoklaması, ağız araması yapılması ihtimali daima mevcuttur.
Bu derece önemli bir konuda, müsait zemin bulmadan resmi bir teşebbüsün yapılmasının mümkün olmayacağı açıktır.'
HALİFELİK İDDİALARI
Yukarıdaki anekdotu nakledişimin nedeni “halifelikte gözü olanların çokluğuna” örnek göstermektir.
Dönemin Suud Kralı, Hz. Peygamber’in hırkasını alabilseydi, büyük ihtimalle giyecek ve halifeliğini ilan edecekti.
Tarih boyunca da halifelik iddiası birden fazla olmuştur.
Abbasiler, Emeviler ve Fatımilerde “halifelik” vardır.
Endülüs’te (Cordoba) “halife unvanı” birkaç yüzyıl kullanılmıştır.
Yani hem doğuda hem batıda iki halife.
En büyük güçle ve en uzun süre hilafet Osmanlı’da kalmıştır.
Ancak...
Osmanlı’nın son yıllarında halifenin diğer İslam ülkeleri üzerinde fazla bir etkisi kalmamıştı.
Halifelik kaldırılıp son halife de diğer Osmanlı ailesi mensuplarıyla birlikte sınır dışı edildiğinde, İslam âleminde bir tepki dalgası yükselmemişti.
ŞERİF HÜSEYİN’İN ÇABALARI
Bir kifayetsiz muhterisin teşebbüsleri...
Mekke şerifi Hüseyin, İngiltere’ye başvurarak “Arap dünyasını Osmanlı devletine karşı ayaklandıracağını, İngiltere’nin kendisine yardım etmesini” istedi.
Karşılığında “Arap Yarımadası’nın krallığını” ve “halifeliği” istedi.
Unvanı “Arap İslam Halifesi” olacaktı.
Ve İngiltere tarafından tanınmalıydı.
Hatta...
Şerif Hüseyin iki kez Arap temsilcilerini toplayarak kendisini “Melik-ül Arap” yani “Arapların Kralı” olarak kabul ettirdi. Biat edildiği de açıklandı.
Ancak...
“Halifeliğini” ilan etmeyip “zamanı gelince bu konuyu da ele alacağını” belirtmekle yetindi.
İNGİLİZ-FRANSIZ REKABETİ
Şerif Hüseyin’in İngiltere’ye dayanarak “halife” olması halinde, Fransa da Kuzey Afrika’da bir “batı hilafeti” kurmayı tartışıyordu.
Batı hilafetinin Fas’ta kurulabileceği üzerinde duruluyordu.
Çünkü...
Bugün de iktidarda olan Fas hanedanının kökü Hz. Peygamber’in kızı Fatıma’ya uzanmaktaydı.
Hatta...
Bir süre önce Fas Kralı halifeliğini ilan etmişti ama Cezayir ve Tunus halkı buna şiddetle karşı gelmişlerdi.
Fransa, bu kez batı halifeliğinin arkasında durarak kabul ettirmeyi deneyebilirdi.
................
Bu arada İngilizler ve Fransızlar Sykes-Picot Anlaşması’nı yaptılar.
Hilafet dosyaları dondu.
Ortadoğu’yu paylaşan bu anlaşma açıklandığında görüldü ki Hüseyin dikkate bile alınmamıştı.
Osmanlı devleti şerif Hüseyin’e bir adam göndererek “yeniden Osmanlı’nın kanatları altına girmesi” nasihatinde bulunmuştu.
Ama...
Hüseyin kulak asmamış ve İngiltere’ye bağlı kalmakta devam etmişti.
Paris Anlaşması’nda da hilafet konuşulmuştu.
Tartışmalarda “padişahın, Bursa ve Konya’da oturtulması fikri ortaya atılmıştı.”
Lozan müzakerelerinde ise hilafet hiçbir şekilde anılmamıştı.
Atatürk’ün ve arkadaşlarının elleri bu konuda çok rahattı.
İKİ MEKTUP
1923’ün aralık ayında İsmailliye mezhebinin başındaki Ağahan ile İngiltere’ye bağlı Emir Ali Başbakan İsmet Paşa’ya mektuplar gönderdiler.
İki şey istiyorlardı.
1- “Hilafete milletler arası bir nitelik kazandırmak.”
2- “Hilafeti Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının bir parçası haline getirmek.”
Yani...
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin “teokratik” bir yapıya götürülmesini sağlamak.
Bunlar Atatürk’ün “bağımsızlık” ve “laiklik” ilkelerine ters düşmekteydi.
Hilafet noktalandı.
26 AĞUSTOS İLK ADIM
Ayasofya’nın ibadete açılmasından sonra AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oyları artmış.
Hürriyette Abdülkadir Selvi bu artışın kaynağının “kararsızlar” olduğunu yazıyor.
Ancak...
Ayasofya’nın ibadete açılmasından sonra gündeme getirilen “hilafet” ve “İstanbul Sözleşmesi” ile ilgili tartışmalar bu oyların bir kısmını geri götürmüş.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da zaten bu iki konunun tartışılmasına hiç olumlu bakmamış.
ATATÜRK-HİLAFET
Dün (26 Ağustos) Başkomutan Atatürk’ün emriyle başlayan “büyük taarruzun” yıl dönümüydü.
30 Ağustos’ta bu taarruz zaferle taçlandı.
Sonrasında...
İzmir ve İstanbul ile bütün Anadolu işgalci güçlerden temizlendi.
26 Ağustos sadece topraklarımızı düşmandan temizlemenin şanlı taarruz başlangıcı değildir.
Cumhuriyet’in ilanının, hilafetin kaldırılmasının, inkılapların, demokrasinin 2020’ye kadar olan onurlu yolculuğunda ilk dev adımdır.
Dahası...
Dünyadaki sömürge ülkelerinde Anadolu ateşinden fırlayan kıvılcımlar umut ışığı olmuştur.
Batılı devletlerin sömürüsüne karşı ayaklanmışlar ve bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Bugün hâlâ yerkürenin birçok ülkesinde Atatürk büstlerinin, heykellerinin bulunmasının nedenidir Atatürk’ün 26 Ağustos’ta attığı ilk adım.
Yürekten alkışlıyorum.