Bir küresel anket yapılsa ve tek soru sorulsa...
“En nefret ettiğiniz kişi kim?”
Sonuç belli...
“Çin’de yabani hayvan pazarından aldığı, yarasadan bulaşmış eti yiyen ve dünyaya Kovid-19’u yayan Çinli...”
Peki...
Kim bu Çinli?
Erkek mi, kadın mı?
Ne iş yapar?
Adı ne?
Kaç yaşında?
Bu soruların hepsi cevapsız.
Ortaya nefretin odağı olacak bir Çinli hikâyesi atılmış.
Ama bir meçhul bu kişi...
Toplam ağırlığı 1 gramı ancak bulan Kovid-19, bütün insanlığın yarısını tutsak almış.
Ölümler, yoğun bakımda geçirilen ıstıraplı günler, evlere kapanış, çöken ekonomiler, işsizlik...
Hepsinin sorumlusu adı, sanı, kimliği bilinmeyen, hatta var olduğu bile kuşkulu bir Çinli olabilir mi?
Yoksa bu bir “büyüklere masal” mı?
LABORATUVAR ÜRÜNÜ
İnsanlık bu kadar saf olabilir mi?
Belki çoğunluk inanıyor...
Ama...
Bu hayali “pazardaki Çinli” kurmacasına kafası yatmayan, olayı sorgulayanlar da var.
Onlar “Kovid-19’un insanlar tarafından, laboratuvarda üretilmiş olabileceği” görüşündeler...
Ve ne ilginçtir ki Çin’in Vuhan Eyaleti’ndeki virüs çalışmaları yapılan enstitü, “Kovid-19’un çıktığı yer” olarak dile getirilen pazara birkaç yüz metre yakın konumda.
WHO’YU ARAMAK
İlk çevrilen 007 James Bond filminin kötü adamı Dr. No idi...
Çinli bilim insanı Dr. No Jamaika’daki bir adada dünyanın başını derde sokacak, insanlığı tehdit eden tesisler kurmuştu.
Büyük heyecan verici maceralardan sonra James Bond, Dr. No’nun hakkından geldi.
Ursula Andress’in de rol aldığı filmde insanlık kurtarılıyordu.
Ama bu kez toplamı 1 gramı geçmeyen bütün insanlığı esir alan virüsün üreticisi bir “Dr. Who (Dr. Kim)” var mı?
Keşke...
007 James Bond onu bulup, Kovid-19’u etkisiz hale getirse de “antivirüs ilacı” bulabilse...
İnsanlık suçu işleyen Dr. Who’yu da haklayabilse...
Ama “keşke” demekle olmuyor ki...
Durdurun dünyayı inecek var
Dünyanın çivisi çıktı...
“Durdurun dünyayı inecek var” deseniz de mümkün değil.
İşte birisi de dünyadan kaçış yöntemini böyle bulmuş.
......................
Dünyanın en yalnız adamı, Seul’un kalbinde sayılabilecek bir meydanda, bir direğin üzerinde yaşıyor. Yerden 25 metre yükseklikte, tam 317 gündür. Adı Kim, 60 yaşında. Yaşamının yarısını Güney Kore’nin ünlü bir elektronik markasını pazarlayarak geçirmiş. Pazarladıkları ürün modern olsa da şirket yönetimi eski, adeta kölelik düzenini çağrıştırır düzeydeymiş. Baskıcı, kısıtlayıcı... Baskının altından ne çıkar? Ahlaksızlık tabii de. Burada da öyle olmuş. Çalışanları arasında intihar oranlarının en yüksek olduğu şirket yöneticilerinin bir kısmı da yolsuzluk ve cinsel istismar suçlarından hüküm giymiş.
Obsesif bir kişiliği olan Kim, şirket içinde aşırı rahatsız olunca bir yıllığına Rusya departmanında görevlendirilmiş. Ancak, talihsizlik Kim’in peşini burada da bırakmamış. Moskova yönetimi tarafından Kuzey’in casusu muamelesi görmüş, ülkesinde kalan babası kaçırılarak yok olmuş. Karısı şiddet görmüş, tecavüze uğramış.
Kim başına gelenler karşısında tepkisini mantıklı ve mantıksız çeşitli yollarla dile getirmiş ama ailesini geri getirememiş ve 2019’da bir direğin tepesine yerleşmiş. Burayı bir gözetleme kulesi olarak düşünen Kim “Düşmanlarımı artık yanıma yaklaştırmayacağım” diyor. Alışverişini bizim eskiden bakkala uzattığımız sepet misali yapıyor. Dışkısını da kapalı bir kaba koyup atıyor. Konuşmalarını cep telefonuyla yapıyor.
Kim şimdilerde ünlü birisi artık, onu görmeye gelenlerin sayısı hiç de az değil.
BENİM BAROM
Gazeteciliğimin yanı sıra bir de hukukçu kimliğim var.
İstanbul Barosu’na kayıtlı avukatım.
Gerçi saha da değilim ama yürekten yakın hissediyorum kendimi savunma camiasına.
....................
Öyle görünüyor ki İstanbul’da birkaç baro daha ortaya çıkacak.
Peki ben ne yapacağım?
Açıkçası bağlı bulunduğum Baro’da kalmaya devam edeceğim.
İstanbul Barosu’nun bütün bildirimlerini alıyorum.
Sık sık “meslek içi eğitim/kurs” mesajları dikkatimi çekiyor.
Ayrıca...
Üyelere ciddi sosyal yardımları var.
Büyük ameliyatlarda 30 bin lirayı bulan baro katkısı.
10 bin lira dolaylarında pahalı ilaçların da baro tarafından finanse edilmesi güzel jestler.
Diğer meslek kuruluşlarının da böyle bir dayanışma var mı bilmiyorum.
...................
Aldığı siyasi tavırları her zaman benimsiyor muyum?
“Evet” diyemem.
Ama...
Üye avukatlar olarak hepimizin de baro seçimlerine katılarak demokratik görevimizi yapmadığımız bir başka gerçek.
Eğer hepimiz seçimlere katılsaydık, oylarımızla iradelerimizi yansıtsaydık, belki de “temsilde adalet” gibi bir gerekçeyle iktidar “çok barolu sistemi” getirmeyebilirdi.
Değiştiremeyeceğim şeylerle enerji kaybı yerine, yapabileceklerimi ortaya koymak daha doğru diye düşünüyorum.
Yani...
Kararlarım şöyle:
1 Halen kayıtlı olduğum baroda kalacağım.
2 bin imzayla kurulabilecek yeni barolardan birine geçmeyi -çok gerekli olmadıkça- düşünmüyorum.
2 Bundan böyle baromun seçimlerine girip oyumu kullanacağım.
Böylece temsilde adaletin sağlanmasına ustam Metin Toker’in söylemiyle “Benim tek bir oyumla” da
olsa katkıda bulunacağım.
Son söz: “Taş yerinde ağırdır.”
Not: Pandemi hepimizi çok yordu. İzninizle biraz tatil. G.C