Financial Times muhabiri Thomas Hale -çok şeyler duyduğu- “Çin usulü karantina hücrelerine” girmek ve röportaj yapmak istiyordu.
Ve… “Bingo…”
Aklına gelen başına geldi.
Anlatıyorum…
Şanghay’da kaldığı otel odasının telefonu çaldı. Mandarin dilinde “karantinaya alınacağını, 4-5 saat sonra onu alacağını” söyledi bir ses.
Thomas Hale daha önce işittiklerine dayanarak derhal içinde şu malzemelerin de olduğu bir çanta hazırladı.
“Ton balığı konserveleri, çay, bisküvi paketleri, üç çeşit vitamin, dört çeşit Haribo tatlısı, Yoga matı, havlu, temizlik ekipmanı, uzatma kablosu, kitaplar, göz damlası, tepsi, içecek için kırılmaz kupa…”
Bir telefon daha geldi.
“Sakın dışarı çıkmayın” uyarısıydı bu.
Gazeteci sordu: “Oteldeki tek karantinaya alınacak şahıs ben miyim?”
Öyleymiş.
Ama buna rağmen -sırf Hale orada kaldığı için- otel kapatılmıştı.
Gazeteci, gene de kapıyı açıp dışarıya, koridora bakmaya kalkıştı.
Kapının önünde otel görevlisi bekliyordu. “Yasak” diye seslendi.
TEHLİKELİ MADDE GİYSİLİ
1-2 saat sonra üstlerinde “tehlikeli madde giysili adamlar” geldiler.
Dışarıda koridor ıssızdı.
Yüzlerce odalı bir otel sırf Hale “kuşkulu” olduğu için adeta dondurulmuştu. Dışarıda küçük ve boş bir otobüs rölantide çalışıyordu.
Gazeteci sordu:
“Başka bir otele mi gidiyoruz?”
Cevap “Hayır, Tian’a” oldu.
Çeşitli yerlerde durduktan sonra otobüs tamamen doluyor.
Tehlikeli madde giysisi giymiş olan şoför yol uzadıkça adeta çılgınlaşıyor.
Gazetecinin aklına birkaç gün önce Guizhou eyaletinden bir karantina nakli otobüsünün kaza yaptığı ve 27 yolcunun öldüğü haberi geliyor.
Emniyet kemerini yokluyor.
Koridoru kapatan valizini yeniden konumlandırıyor.
UĞURSUZ BAR
Peki, bütün bunlar neden?
Bir gece öncesine dönelim.
Gazeteci Hale, Nanjing yolundaki bir bara girmişti. Giriş kapısında -her mekâna olduğu gibi- “QR kodunu” okutmuştu. “Yeşil” yanıtı alındığı için içeri kabul edilmişti.
Viski su gibi akıyordu.
Keyifli bir gece geçirmiş ve oteline dönmüştü.
………………
Çin’de uygulanan “sıfır Kovid” politikasına göre bir mekânda bir vaka saptanır saptanmaz topluluğa bulaşmasını durdurmak için bütün temaslıların izlenmesi, sürekli teste tabi tutulması, karantinaya alınması uygulamaları kesindi.
O barda eğlenenlerden birinde ise ertesi gün Kovid bulunmuştu.
Ve… Gazeteci Hale için de bu sıfır Kovid politikası gereği Müthiş macera başlamış oluyordu. Çünkü QR kodunu okutmuştu.
Bütün Şanghay’da düşünün ki o gün sadece 18 Kovid vakası saptanmıştı.
30 milyon nüfuslu Şanghay’da gazeteci Hale de bunlardan birinin “temas zanlısı” olarak karantinaya alınıyordu.
Hem de ne karantina!
Otobüs yolculuğuna dönelim…
KONTEYNER YIĞINI
Çok saatler süren bu otobüs yolculuğundan sonra mavi çitlerin üzerine gerilmiş üç sıra telle (dikenli değil) korunan bir konteyner sitesine varırlar.
Hale’a oda numarası bildirilir.
Konteynere benzeyen bir kutu… Toplamda kaç kabin olduğunu söylemek zor. Ancak…
Yüzlerce denebilir.
Hepsi de kameralar ve sürekli açık ışıklarla gözleniyor.
Otobüs yolcuları kapılardan bu kutulara süzülürler. Biri “Sıcak su yok” diye bağırır.
Diğeri: “Yiyecek yok…”
Hale anlatıyor…
Kabinimde iki adet tek kişilik yatak vardı. Bir su ısıtıcısı, bir klima ünitesi, bir masa, bir sandalye, bir kâse, iki küçük bez, bir kalıp sabun, açılmamış jelatin içinde bir yorgan, küçük bir yastık, diş fırçası, diş macunu ve kabaca bir fırın eldiveni kalınlığında rulo şilte…
Zemin tozluydu.
Yürüdükçe kabin sallanıyordu.
Pencere demir parmaklıydı. Duş yoktu. Ama internet bağlantısı Şanghay otelindeki internetten 24 kat daha hızlıydı.
Telefonum bana Şanghay’ın kuzeyindeki bir adada /yarımada bulunduğumu gösterdi.
İlk sabah görevli personellere tesisin tam adresini sordum. Kimse bilmiyordu.
Personel ikiye ayrılmıştı:
“Tehlikeli madde giysisi içinde olanlar” ve “sivil giysili işçiler.”
Sadece genç bir adam bana yerimizin adının “P7 olarak tanımlandığını” söyledi.
Çin’de kaç tane benzer tesisin olduğu belli değildi.
Çalışanlara da tesisten çıkmak yasaktı.
Günde 230 Rmb (31.75 İngiliz lirası, 600 TL) aldıklarını söyledi. Fena para değildi.
Sabah pencerelerimize ve kapı ön basamaklarımıza dezenfektan püskürten çim makinesine benzer bir aygıtın sesiyle uyanmıştık. Bu her sabah tekrarlandı.
Sabah kahvaltısı, öğlen ve akşam yemekleri ücretsiz veriliyordu.
Sabah 9 civarında mavi renkli tehlikeli madde giysili iki hemşire PCR testlerini yapmak için geldi. Negatifti.
Pozitif çıksaydı başka yere gönderilecektim.
…………………
“Orada kalışımın yedi gün olacağı” söylenmesine rağmen aslında 10 günü buldu. Çıkışta bu gözlemleri yayımlamak için çalışanlarla sohbetler de yaptım.
Onlara “buradan çıkmalarının mümkün olup olmadığını” sordum. Verdikleri cevap “Cennete çıkmak daha kolay” oldu.
Bizler için de çıkış çok zordu.
Test yaptırmak için listeye girmek, üstelik çifte test yaptırmak, çifte negatif sonuç almak gerekiyordu.
Bu listede olmak için yoğun lobi yaptım ve nihayet başardım.
Hemşireler geldi.
Zemini, çantamı, cep telefonumu ve klima ünitesinin uzaktan kumandasını da “Kovid virüsü var mı?” diye test ettiler. Benim için de burnumdan ve ağızımdan ikişer örnek aldılar. Her ikisinden de “negatif” çıktı, sonra bir kere daha ve yine “negatif.”
Sonunda serbestim.
Bana bir sertifika verdiler. Şanghay’a döndüm.
“Otelimde sıcak bir duş. Ohhh, hayat ne güzelmiş! Bunu kutlamak için bir restoranda güzel bir yemek. Ve sonrasında bir barda viski kadehlerini yuvarlamak mı?
Hayır… Teşekkür ederim kalsın.”
………………….
Not: Hale’ın bu yazısı dünkü Financial Times’te yayımlandı.