Çanakkale Zaferi, koronavirüs dehşet rüzgârına takıldı.
Yeterince anılamadı.
Oysa...
Türkiye Cumhuriyeti’nin kökleri o zaferdedir.
Ve...
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le özdeşleşmiştir.
Bugün o tarih sayfalarını açalım.
...................
“Yazılan kadar, yazanın kim olduğu da önemlidir...”
Hangi lider için burnundan kıl aldırmayan İngiltere’de bir asil, halk arasından çıkmış bir asker, bir komutan, bir liderin biyografi yazmıştır.
Dahası...
İngiltere hükümeti tarafından hakkında biyografi yazmakla görevlendirilmiştir?
Lord Kinross Avrupalıların “mavi kanlılar” diye tanımladıkları o asillerden biridir.
Oxford mezunudur.
Amcası Dışişleri Bakanlığı yapmıştır.
İngiltere hükümeti tarafından görevlendirilerek beş yıl boyunca kişisel söyleşiler, ulaştığı dokümanlar, Cumhurbaşkanlığı arşivlerinde yaptığı taramalar sonunda “ATATÜRK - Bir Ulusun Yeniden Doğuşu” adlı kitabını yazdı.
....................
Kitabın Çanakkale’de Mustafa Kemal bölümlerinden bazı satırları yansıtmadan önce onun şu gözlemlerini yansıtayım...
Atatürk’ün çağımızın en büyük adamlarından biri olduğuna dair, zihnimde en ufak bir şüphe yoktur.
Gerçekten Türkiye, Atatürk’ün başarmış olduklarıyla, Batı’nın bazı milletlerini etkiledi.
Ancak bu milletlerin liderleri, Atatürk’ten çok farklı olarak, demokrasinin değerini tehdit edici bir güç olarak gördüler.
Almanya’nın Adolf Hitler’i hür milletini esarete götürmüştür.
Atatürk ise esaret altındaki milletini özgürlüğe kavuşturmuştur.
İtalya’nın Mussolini’si sivil olduğu halde başkomutanlık sevdasına düşmüştür.
Buna karşılık Atatürk, askerlik görevinin bittiğine inandığı anda sivil hayata geçmiştir.
Gerek Hitler, gerekse Mussolini, toprak kazanma hırslarıyla komşularının haklarına tecavüz etmişler ve imparatorluk sevdasına kapılmışlardır.
Atatürk ise bunun tersini yapmış, bir imparatorluktan bir millet çıkarmıştır.
....................
Lord Kinross’un kitabının şimdi “Çanakkale Savaşı” ile ilgili bölümünden birkaç satır...
Mustafa Kemal’in kendi canını her an vermeye hazır oluşu, emrindekileri de öyle davranmaya zorluyordu.
Bu da onu büsbütün efsaneleştiriyordu.
......................
Mustafa Kemal, süvarilerin komutanına saldırı emri verdi.
Komutan önce “Baş üstüne” dedi, sonra bir duraksama geçirdi.
Mustafa Kemal onu geri çağırdı:
“Ne dediğimi anladınız, değil mi” diye sordu?
“Evet efendim, ölmemizi emrettiniz.”
Süvarilerin çoğu öldü.
Ama onların saldırısı düşman akınını geciktirmiş ve böylece o önemli zirvenin kurtulmasını sağlamıştı.
.......................
Böylece Mustafa Kemal ile Mehmetçik bir araya gelerek Gelibolu Yarımadası’nı kurtarmışlardı.
İngiliz resmi tarihçisinin deyişiyle; “tek bir tümen komutanın üç ayrı seferde kazandığı başarıların, sadece bir savaşın gidişi üzerinde değil, bütün bir seferin akıbeti ve hatta bir milletin kaderi üzerinde bu derece derin bir etki bırakması tarihte eşi çok az görülmüş bir olaydır.”
....................
Bu uykusuz kaldığı
4. gece oluyordu; cephede sıtmaya yakalanmıştı; ateşi yüksekti.
Ama dinlenmesine olanak yoktu.
Bir yandan saldırı düzenlerken, bir yandan da Anafartalar Cephesi’ni yönetiyordu.
.....................
İki tarafında uğradığı ağır kayıplar, onların, ölülerini gömmek için aralarında bir ateşkes anlaşması yapmaya zorladı.
Anlaşmayı görüşmek için düşman mevzilerine giden Türk subayları arasında Mustafa Kemal de vardı.
Anzaklar onların gözlerini bağladılar. Ve siperlerini geniş göstermek için var olmayan tel örgülerin üstünden atlatarak kıyıdaki bir mağaraya götürdüler.
Burası General Birdwood’un sığınağıydı.Orada 9 saatlik bir ateşkes anlaşmasına varıldı.
Anlaşma yapılıncaya kadar Aubrey Herbert de Türk kesimindeki dostları yanında şerefli bir rehine olarak alıkonmuştu. (Mustafa Kemal’in düşman komutanının yanına gitmek için ateşkes heyetinin başında olması yaşamını riske atarak kişisel gözlemlerde bulunmak düşüncesiydi. G.C)
......................
Alman Albay, Mustafa Kemal’in karargâhına geldi.
Bu “sakin, ne istediğini bilen çalışkan ve zeki adam” onu çok etkilemişti.
“Başkasından ne yardım ne de destek bekleyerek, her meseleyi kendi kendine ölçüye vuruyor ve kendi başına karar veriyordu.
İnatçı enerjisi sayesinde hem emrindekilere hem de kendine tamamıyla hâkim olduğu belliydi.”