Hocaların hocası merhum Prof. Halil İnalcık Osmanlı tarihini “ekonomi ve sosyoloji” merceğinden bakarak yazdı.
Klasik tarihçilerden çok farklı bir “yeni” yaklaşımdı bu.
“Neden - sonuç” ilişkileri çok daha net cevaplar sunuyordu böylece.
.......................
21. yüzyıl Türkiye’sinin tarihi de ileride “iletişimde teknolojik devrim” merceğinden bakılarak yazıldığında sanırım “neden-sonuç” ilişkileri analizleri daha sağlıklı sonuçlar ortaya koyar.
Bu bağlamda...
.......................
15 Temmuz 2016’daki bu darbe kalkışımından önce bir darbe 12 Eylül 1980’de yaşanmıştı.
O gün çok satan bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’ydim.
Darbe olacağını sabah 11’de gazetenin haber müdürü Erol Dallı “büyük ihtimalle” rezervini koyarak bana söylemişti.
Kaynağı için “MİT’ten sızıntı” demişti.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e telefon ettim.
Dallı’nın bana söylediklerini ilettim.
“Bir bakalım ne oluyormuş ne olmuyormuş” cevabını verdi.
Ablamın eşi merhum Org. Ragıp Ulubay (Hikmet Ulubay’ın abisi) Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarı’ydı.
Onu aradım, ulaşamadım.
Bu arada “Maltepe’den tankların ve zırhlıların İstanbul’a doğru hareketlendiği” haberleri gelmeye başlamıştı.
Okuyucular gazeteyi arıyor, “Neler oluyor, darbe mi?” diye soruyorlardı.
Demirel’i yeniden aradım.
“Hava bir garip” yorumunu yaptı.
Milli Savunma Bakanı’na “Bir araştır bakalım” demiş ama o da komutanlara ulaşamamış.
Bana “Genelkurmay Başkanı Org. Kenan Evren’in haftalık mutat görüşme için Çankaya Köşkü’ne, Cumhurbaşkanı vekili İhsan Sabri Çağlayangil’e çıktığını” söyledi.
İhsan Sabri Bey, Evren’e “Bir sıkıntı var mı Paşam?” diye sormuş.
Evren de “Hayır yok, TSK görevinin başında” cevabını vermiş. (Yıllar sonra Kenan Evren’e bu sahneyi hatırlattığımda gülümsemiş “Ne yani ‘az sonra darbe olacak, senin oturduğun Cumhurbaşkanı koltuğuna ben oturacağım’ mı diyecektim?” yorumunu yapmıştı.)
.......................
Oysa...
O dakikalarda bizim gazetelerin ilk baskılarını taşıyan dağıtım kamyonlarını askerler durdurmuş, grupları çevirmiş, el koymuşlardı.
Bunu söylediğimde Demirel “Valla burada yaprak kımıldamıyor ama her şey olabilir” dedi.
İlerleyen saatler de Demirel’le birkaç kez daha konuştuk.
Sonuncusunda “Evet asker darbe yaptı. Diyecek bir şey yok. Çünkü başka ordumuz yok” dedi ve telefon kesildi.
Darbeyi yapanlar haberleşmesini kesmişlerdi.
.......................
Başbakan olarak Demirel ve popülaritesi hayli yüksek olan Bülent Ecevit bütün bunlar olurken acaba neden televizyonlara çıkıp darbeye karşı tavır koymadılar?
Neden halkı meydanlara, TBMM’nin etrafında toplanmaya çağırmadılar?
Belki bunu yapabilselerdi 12 Eylül’ü engelleyebilirlerdi.
“Askeri müdahaleyi emir komuta zinciri içinde gerçekleştirmek üzere olan komutanları neden emekliye sevk etmediler?”
Gene bir konuşmamızda Evren “Müdahale kararı alınmıştı o kararnameyi hiç dikkate almazdık” cevabını vermişti.
Ama...
Ya halk faktörü?..
Bunun önemini ve sonuç alıcı büyük etkisini 15 Temmuz’da gördük.
Demirel o zaman Türkiye’deki “tek olan TRT ekranlarına çıkıp halkı direnişe çağırabilir miydi?”
Belki...
Ama...
Muhtemelen asker tarafından engellenebilirdi.
......................
“Teknoloji merceğinden tarih yazmak” konusuna dönelim.
El kadar küçücük bir alet CNN Ankara Temsilcisi Hande Fırat’ın elinde.
Facetime’da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “darbeye karşı halkı meydanlara, havalimanlarına” çağırıyor.
Birkaç dakika içinde yüz binler caddelere, köprüye, meydanlara, havalimanına akıyor.
Tankların, zırhlıların önünde demokrasi setini oluşturuyor.
Bunun gücüne ve aldığı sonuca hep birlikte tanık olduk.