Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında kasalarını dolduran “savaş vurguncuları” vardı.
Buğday ticareti yapanlar, devletten “vagon imtiyazı” alırlar, yük vagonları dolusu buğdayı ateş pahasına satarlardı.
Annemden, babamdan bazı kodamanlar için “onlar harp zengini ahlaksızlar” söylemlerini dinlediğimi hatırlıyorum.
“Akbaba” gibi mizah dergilerinde onların “göbekli, ağızlarında puro, küçük parmaklarında ışıldayan şövalye yüzüğü, kasadan taşan paralarla” karikatürleri yayımlanırdı.
Batı ülkelerinde de “savaş sanayii zenginleri efsane paralar” kazanmışlardır.
“Daha fazla öldüren = daha yüklü para...”
Şimdi de “korona” ailesinden “Kovid-19” kimilerinin milyarlarına milyar ekliyor.
Bu konuda Bloomberg araştırmasından bölümler yansıtacağım.
Gazetem Milliyet’in 23 Nisan birinci sayfası, “100. yılın sanat diliyle yansıtıldığı, bir başyapıttı.”
Yürekten alkışlıyorum.
Arkasında o kadar güzel ve duygulandırıcı öyküler var ki...
Anlatayım...
23 Nisan’ın 100. yıl dönümünü kutladık.
Atatürk’ümüzü sevgi, şükran, saygı, özlem ve onur duyarak andık.
“Karşıtlarının bile zaman içinde onun değerini anlamak çizgisine geldiklerini” memnuniyetle gördük.
Bu ülkenin insanlarını bir arada tutabilen/tutabilecek olan yüce varlığını bir kez daha hissettik.
........................
Mustafa Kemal Atatürk’ün biyografisini yazanlar arasında en tartışmalı olanı Harold C. Armstrong’du.
Kitabının yasaklanması bile söz konusu olmuştur.
Atatürk,
Bugün 23 Nisan...
Atatürk’ümüzü “duygu yüklü bir gerçek öyküyle” analım...
.....................
Yaşlı kadın yatağından kalktı.
Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açmasıyla odaya ezan sesiyle birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.
Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı’na bakarak yaşlı ciğerlerini sabahın ılık esintisiyle doldurdu.
Abdestini aldı. Sabah namazını kıldı.
İlk “yaşlılar karantinası” açıklandığında izlediğim bir “Eskimolar” belgeselini hatırlamıştım.
Hâlâ modern çağın teknolojisinden yararlanmayan Eskimo kabileleri var.
Onların buz evleri içindeki yaşamı yansıtan televizyon röportajında “yaşlıların ölüme terk ediliş geleneği” yüreğime buz kestirmişti.
Anlatayım...
Yaşlı sınıfına girmeyen erkekler ava gidiyorlar, eşler yemek hazırlıyor, yaşlı nineler ve dedeler ise avlanan hayvanların derilerini dişleriyle ve ağız salgılarıyla ıslatıp, yumuşatıp dikişe hazırlıyorlar.
Dikiş dediğim de kemikten yapılmış bir iğne ve -iplik niyetine- ona geçirilmiş ince şerit deriler.
Kızılderili nineler, dedeler sürekli bu işi yaptıkları için zamanla dişlerini ve güçlerini kaybediyor, deri işleyemez hale geliyorlar.
Ve...
Korona günlerinde “yalnızlık…”
Edward Hopper tablolarını sanki bugünler için yapmış.
Odasının penceresinden bakan yalnız bir kadın...
Birbirini görmezden gelen bir çift…
Sosyal mesafe...
Issız sokaklar...
Edward Hopper; yalnızlığın ressamı…
Yaşamakta olduğumuz “Kovid-19 sürecinde” sosyal medyada çok sayıda Hopper resimleri sergilenmekte.
Netflix’deki “FAUDA” dizisinden bir bölüm.
“Özel görevli TİM’den” genç bir İsrail askeri, Filistinliler arasında -en fazla İsrailliyi öldüren Hamaslı Şef olduğu için- “ulusal kahraman” ilan edilmiş Ebu Ahmad’ın eline düşer.
İsrail’in özel TİM’i ise buna karşılık olarak Ebu Ahmad’ın henüz ilkokul çağlarındaki kızını kaçırır.
Böylece askerinin iade edilmesi karşılığında küçük kızı da serbest bırakacaktır.
İki rehinenin değişimi için tenha bir yol üzerinde anlaşmaya varılır.
....................
Buraya kadar İsrailli askere uygulanan şiddet sahneleri...
İsrail’in ise küçücük bir kızı rehine alması zaten yeterince tüyler ürpertirken bakın daha neler oluyor.
Evlere kapanmış yeni yaşamımızla ilgili şu satırları sevdim.
Son 1 aydır dengesini kaybeden hayatımın,
Akordunu yeniden yapmalıyım.
“Bir ‘LA’ sesi vereniniz yok mu?”
“Bir ‘LA’ sesi bayım, lütfen.
Ah! Sizde de mi yok???”
Enstrümanların akordu “LA” sesi alınarak yapılır genellikle.
Yaylı sazlarda en çabuk kopan tellerin “LA” sesi verenler olduğunu öğrendim bu vesileyle.