Bugün 23 Nisan...
Atatürk’ümüzü “duygu yüklü bir gerçek öyküyle” analım...
.....................
Yaşlı kadın yatağından kalktı.
Sabah ezanının insan ruhuna huzur veren sesi oda içinde yankılanıyordu.
88 yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle pencereye doğru yöneldi. Pencereyi açmasıyla odaya ezan sesiyle birlikte baharın güzel kokusu ve kuş cıvıltıları doluştu.
Penceresinden gözüken Kurtuluş Parkı’na bakarak yaşlı ciğerlerini sabahın ılık esintisiyle doldurdu.
Abdestini aldı. Sabah namazını kıldı.
Mutfağa yöneldi. Çayla birlikte bir şeyler atıştırdı.
Oturma odasına geçti.
Eski koltuğuna ilişti.
Masanın üstü çerçevelerle doluydu. Bir tanesine uzandı, camının üzerinde titreyen parmaklarını dolaştırdı.
Çerçevenin içindeki fotoğrafta İstiklal madalyalı kara yağız bir adamla, makyajsız olmasına rağmen güzelliği göz alan bir kadın birbirlerine bakarak gülümsüyorlardı.
Yaşlı kadın “Günaydın anne, günaydın baba” dedi. Usulca yerine koyduğu çerçeveye bir bakış daha attıktan sonra başka bir çerçeveyi eline aldı.
Bu siyah beyaz fotoğrafta da subay üniformalı bir adamla bir gelin yan yana duruyorlardı.
Yaşlı kadın çerçeveyi titreyen dudaklarla öptü. “Günaydın kocacığım” dedi.
Kadın bu çerçeveyi de bıraktıktan sonra üçüncü ve son çerçeveye uzandı.
Artık gözlerinden yaş damlıyordu.
Fotoğraftaki biri erkek diğeri kız çocuklara bakıp “Günaydın evlatlarım” dedi.
Tüm çerçevelere kısaca göz atıp “Sizleri, hepinizi çok özledim” dedi.
.......................
Gözlerinde biriken yaşları sildi. Artık ağlamak için bile yaşlı hissediyordu kendini. Ağır ağır doğrulduğu koltuğundan eski telefonuna yöneldi. Ağır ağır numaraları çevirdi. Karşısına çıkan adama “Bir taksi istiyorum” dedi ve adresi verdi.
Kapısını kilitleyip, apartman merdivenlerine yöneldi. Yıllarca çekmediği zorluk kalmamıştı ama şimdi bu merdivenler hayatının en büyük engeli olmuştu. Ağır ağır ve dikkatle iniyordu.
..........................
Sabırsızlanan taksi şoförünün çaldığı korna sokağı inletiyordu.
Nihayet taksiye binebildi.
“Teyze hoş geldin” dedi 25-30 yaşlarındaki şoför. “Nereye gidiyoruz?”
Kadın kısa bir sessizliğin sonunda “Tüm bir gün beni taşır mısın?” diye sordu.
“Sana 500 lira veririm.”
Adam küçümser bir gülümsemeyle, “Mal sahibi benden her gün 500 lira istiyor teyze” dedi.
Kadın gülümsedi.
“O zaman sana 650 lira vereceğim, ne dersin?”
“Kurtarmaz ama senin güzel hatırını kırmayayım. İlk önce nereye gideceğiz?”
“Anıtkabir’e”
“Anıtkabir’e mi?”
“Evet.”
“Tamam teyzeciğim.”
“Yaş kaç teyzeciğim?”
“Seksen sekiz.”
“Maşallah, Allah uzun ömür versin teyzeciğim.”
“Allah sağlıklı, mutlu ömür versin oğlum.”
“Haklısın teyzeciğim.”
.......................
Taksi, Anıtkabir’in kapısına gelmişti. Yaşlı kadın, “Evladım burada yardımına ihtiyacım var” dedi.
“Benimle gel.”
Şoför şaşırmıştı.
“Tabii teyze” diye cevap verdi ve kuşkulu gözlerle sordu: “Bizi buraya alırlar mı?”
O ana kadar dalgın ve yorgun görünen kadın, bir anda irkildi. Gözlerinden ateş fışkırarak “Ne demek almamak? Sen daha önce hiç gelmedin mi buraya?” dedi.
“Hayır”
“Kaç yıldır Ankara’da yaşıyorsun?”
“Ben Ankaralıyım teyze. Doğma büyüme.”
“Ee o zaman?”
“Ne bileyim, bir kez okulla gelmiştik bayramda. Bayram olmayınca burası kapalı sanıyordum ben.”
Yaşlı kadın sinirli bir şekilde kafa salladı.
Şoför utanmıştı. Mozoleye çıkan mermer merdivenlere kadar konuşmadılar. Merdivenlere geldiklerinde şoför sordu:
“Nasıl çıkacaksın Teyze?”
“Her ay nasıl çıkıyorsam öyle.”
“Her ay geliyor musun?”
“Evet.”
Uzun bir uğraşla merdivenleri çıktılar. Mozoleye doğru ağır ağır ilerlediler.
İçerisi serindi.
Şoför, büyük bir azimle ama nefes nefese yürümeye çalışan kadının koluna girmişti.
Nihayet mozolenin önüne geldiler. Kadın şoförün kolundan sıyrıldı.
Çantasını açtı.
Tek bir karanfil çıkardı. Mozoleye doğru ilerledi. Çiçeği mozoleye koydu.
Şoför, şaşkınlıkla olayı seyrederken yaşlı kadının ağzından çıkan şu sözleri fark etti:
“Hayatım boyunca sana verdiğim sözü tutmak için çalıştım.”
Ağır ağır geriye çekilen kadın ellerini açıp Fatiha okumaya başladı.
Şoför kısa bir şaşkınlığın ardından ona katıldı.
Kadın bir anlık suskunluktan sonra, “Hadi gidelim” dedi.
.........................
Geldiklerinden çok daha ağır adımlarla arabaya döndüler.
Şoför, yaşlı kadının durumundan endişelenmeye başlamıştı.
Sordu:
“Yoruldun mu teyze?”
Kadın sustu.
“Evet, hem de çok yoruldum” diye cevapladı.
“Nereye gidiyoruz?”
“Bankaya!”
........................
Şoför arabasındaki kadının herhangi biri olmadığını anlamıştı. Bu yaşlı kadının Atatürk’e verdiği söz ne olabilirdi? En sonunda dayanamadı.
“Teyzeciğim, bir şey sorabilir miyim?”
“Sor bakalım evladım.”
“Anıtkabir’de Atatürk’e bir söz verdiğinizi söylemiştiniz. O söz nedir?”
“Uzun hikâye evladım.”
“Olsun be teyze, anlat ne olur.”
“Ben lisedeyken bizim okulumuza gelmişti Atatürk. Beni de ona çiçek vermek için seçmişlerdi. Çiçeği verdiğimde bana ismimi sordu. Ben de ‘Adalet’ dedim. Bunun üzerine ‘Ne güzel ismin varmış’ dedi. ‘Okulu bitirince ne olacaksın?’ diye sorunca, ‘Hemşire’ cevabını verdim. O da ‘Güzel meslek ama bence sen hâkim ol. İsmine çok yakışır’ dedi. ‘Kadından hâkim olmaz ki’ dedim.
Kaşlarını çattı, ‘Sen istedikten sonra olur. Senden söz istiyorum, hâkim olacaksın’ dedi.”
“Sen ne cevap verdin?”
“Mustafa Kemal emretmiş, ne denir? Söz verdim.”
“Peki olabildin mi Adalet Teyze?”
“Evet, ben Cumhuriyet’in ilk kadın hâkimlerindenim.”
“Vay be. Sende ne hikâye varmış Adalet Teyze.”
“Herkesin bir hikâyesi vardır evladım. Herkesin hikâyesi de kendine göre değerlidir.”
“Haklısın Adalet Teyze. Bu banka mı gelmek istediğin?”
“Evet!”
“Yardım edeyim mi? Ben de geleyim mi?”
“Hayır. Sen burada bekle lütfen. Bu arada adın neydi evladım?”
“Osman teyzeciğim.”
“Tamam Osman. Beni 45 dakika kadar sonra buradan al olur mu?”
“Tamam teyzeciğim!”
Adalet Hanım bankadan içeri girdi. Osman öğlen saatinin geldiğini fark edip yemeğe gitti. Yemek boyunca Adalet Hanım’ı düşündü.
Kim bilir neler yaşamış, neler görmüştür diye düşündü. Tam vaktinde bankanın önündeydi. Adalet Hanım 15 dakikalık gecikmeyle geldi.
“Hoş geldin Hâkim Teyze.”
“Çok uzun zamandır bana hâkim denmemişti.”
...........................
"Nereye gidiyoruz?"
“Seyranbağları’na.”
“Tabii.”
“Hâkim Teyze çok yer gezmişsindir sen.”
“Tüm Anadolu’yu karış karış gezdik rahmetli kocamla.”
“Ne iş yapardı amca?”
“Subaydı.’
“Ne zaman vefat etti?”
“1952”
“Çok olmuş. Gençmiş”
“Kore savaşında şehit oldu.”
“Allah rahmet eylesin Hâkim Teyze”
“Sağ ol.”
“Seyranbağları’na geldik nereye gideceğiz?”
“Sağa sap. İkinci binanın önünde dur.”
Tamam. Buyur Hâkim Teyze. Geleyim mi ben?”
“Yok, bekle burada.”
..........................
Osman beklemeye başladı. Bir ara merak etti. Binanın uzaktan görünen levhasına baktı.
“Seyranbağları Kız Yetiştirme Yurdu” yazısını okudu. Anlam veremedi.
“Bu kadın burada ne yapar ki?” diye düşündü.
Yarım saat sonra Adalet Hanım göründü. Yanında orta yaşlı kibar bir hanım vardı.
Adalet Hanım’ı arabaya özen göstererek bindirdi.
Kadın “Adalet Hanım, size ne kadar teşekkür etsek azdır. Her zaman yanımızdasınız. Kızlar da sizi çok seviyor. Ne olur arayı çok uzatmayın. Yine gelin” dedi.
Adalet Hanım, buğulu gözlerle “İnşallah. Kızlara selamımı söyleyin. Ben de onları çok seviyorum. Onlara iyi bakın” dedi.
.......................
Araba hareket etti.
“Nereye Hâkim Teyze?”
“Hemen iki sokak öteye.”
Osman iki sokak ötede bu sefer başka bir binanın önüne park etti.
Bu binada da “Ankara Seyranbağları Huzurevi” yazıyordu.
“Bekle beni.”
“Tabii Hâkim Teyze.”
Yine 1 saate yakın bir bekleyişin sonunda bu sefer etrafında birçok yaşlı kadın ve adamla çıkageldi Adalet Hanım.
Sarılıp, öpüştükten sonra oradan ayrıldılar.
Osman, dikiz aynasından Adalet Hanım’ın gözlerinden akan yaşları fark etti.
“İyi misin Hâkim Teyze?”
“İyiyim Osman. Eski dostları görünce insan bir hoş oluyor.”
.....................
"Nereye gidiyoruz."
“Cebeci Asri Mezarlığı’na.”
“Tamam”
“Teyze nerelisin sen?”
“Aydın Sökeliyim. Babam orada pamuk ekerdi. Annem ev hanımıydı. Sonra Kurtuluş Savaşı oldu. Babam savaşa gitti. Söke işgal edildi. Biz dağlara kaçtık annemle. Saklandık dağ köylerinde. Savaş bitince Söke’ye döndük. Allah’a Şükür babam da sağ salim döndü savaştan.”
“Sonra ne oldu?”
“Liseye Aydın’a gönderdi babam. Orada Atatürk’le karşılaştım. Sözümü tutmak için İstanbul’a gittim. Hukuk fakültesine girdim. Orada rahmetli eşimle karşılaştım. O Harbiye’de okuyordu o zaman. Mezun olunca evlendik.”
“Çocuğunuz var mı?”
“Bir kızım bir oğlum vardı.”
“Neredeler şimdi?”
“Oğlum Dışişleri’nde çalışıyordu.”
“Ne güzel.”
“Fransa’da Ermeniler öldürdüler.”
“Üzüldüm Hâkim Teyze. Başın sağ olsun. O da babası gibi şehit oldu yani?”
“Evet. Şehit babanın şehit oğlu. Allah kimseye evlat acısı vermesin.”
“Amin. Ya kızın?”
“O eşi ve çocuklarıyla İzmit’te yaşıyordu. Öğretmendi. 1999’da depremde hepsi vefat ettiler.”
“Allah rahmet eylesin. Boşboğazlığımla üzdüm seni Hâkim Teyze, kusura bakma.”
“Sanki sormasan aklımdan çıkıyorlar mı evladım? Sen üzülme, sağ ol.”
.......................
"Geldik teyze."
“Tamam evladım. Al işte paran, artık gidebilirsin.”
“Hâkim Teyze buradan nasıl döneceksin? Ben seni bekleyeyim, eve bırakayım.”
“Yok, beni alacaklar buradan.”
“Hâkim Teyze bu para fazla. Kusura bakma ben sana yalan söyledim.
Taksinin sahibi benden 350 lira bekliyor. Affet beni. 350’yi ona veririm. Gerisi kalsın.
Ben de para istemem. Bugün senden aldığım hayat dersinin parasal karşılığı yok zaten.”
“Çocukların var mı?”
“İki tane, ellerinden öperler.”
Taksinin güneşliğinden çocuklarının resimlerini çıkarıp gösterdi.
“Adları nedir?”
“Kemal ve Ayşe.”
“Oğlumun adı da Kemal’di.”
Sessizliğin ardından Osman’ın elindeki parayı ittirdi Adalet Hanım...
“Onlara bir şeyler al benim için. Onları okut. Ama yalansız, dolansız, çok çalışarak helal lokmayla büyüt ve okut.
Atatürk’ün bana yaptığı gibi içlerindeki gücü fark etmelerini sağla.
Bir de vatanını, milletini sevmelerini öğütle onlara.”
Osman Adalet Hanım’ın ellerine sarılıp öptü. Ona iyi evlatlar yetiştireceğine söz verdi.
........................
Adalet Hanım mezarlığın kapısından ağır ağır içeri girerken, Osman yaşlı gözlerle onu izliyordu.
Hayatının en büyük dersini kendisi küçücük, yüreği yaşadığı acılara rağmen kocaman ve güçlü bu yaşlı kadından almıştı.
Osman arabasını mal sahibine götürmeye karar verdi. Bugün daha fazla çalışamazdı.
..................
Ertesi gün Ankara’da garip bir yağmur yağıyordu. Sanki gök delinmişti.
Osman taksiyi mal sahibinden almış, durağa gelmişti.
Çay ocağının yanında duran gazeteyi aldı. İlk sayfadaki haberlere göz gezdirdi.
Siyaset doluydu gazete. Hiç sevmezdi.
Sıkılıp adli olayların yer aldığı üçüncü sayfayı açtı. Taksiciler arkadaşlarıyla ilgili kötü haberleri genellikle oradan alırlardı.
Göz gezdirirken bir haber dikkatini çekti:
“Dün gece geç saatlerde Cebeci Asri Mezarlığı’nda bulunan cesedin Cumhuriyet tarihinin ilk Kadın Hâkimlerinden Adalet YILMAZ’a ait olduğu belirlendi. Adalet YILMAZ’ın bulunduğu yerdeki mezarların eşine ve oğluna ait olduğu belirlendi. YILMAZ’ın vefat ettiği gün bankadaki tüm parasını çektiği, bu parayı ikiye bölerek Seyranbağları’ndaki bir kız yetiştirme yurdu ile bir huzurevine bağışladığı belirlendi.
Polis, Adalet YILMAZ’ın mezarlığa ölmek için gittiğini düşünüyor.”
.......................
Osman bir anda sarsıldı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Taksici arkadaşları hiçbir şey anlamadılar.
Bir daha da hiç anlatmadı Osman bu yaşadıklarını.
Herkesin tek bildiği, Osman’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında “Gökler bile sana ağlıyor” diyerek ağladığıydı.
Not: Teşekkürler Kaan Gökalp