Çin’in Hubey Eyaleti’ne bağlı Vuhan kentinde adı bilinmeyen bir Çinli pazara gitti.
Bir dilim yılan eti kestirdi.
O yılan yarasa yemiş ve Kovid-19 virüsünün taşıyıcısı haline gelmişti.
Yılan etini yiyen Çinliden Vuhan’daki diğer insanlara bu virüs bulaştı. Oradan da bütün dünyaya...
Söylemlerde, ekranlarda, gazete sayfalarında o “klişe” dönüyor:
“Kovid-19’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...”
Ama...
“Eskisi gibi olmayacak da nasıl olacak?”
Klişe başlığın altını dolduranların sayısı pek az.
.....................
Kovid-19’la mücadelede başta Çin olmak üzere “otoriter rejimler” başarılı çıktı.
Bu -göreceli- başarıya bakarak Kovid-19 sonrası toplumlarda otoriter devlet yapıları siyaset mimarisi modasına geçileceği düşünülebilir mi?
Bir kara mizah söylemi vardır:
“Türkiye’de her şey olunur, mahcup olunmaz...”
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu “mahcup olabilenin, dahası, bakanlık koltuğunu bile elinin tersiyle itebilenin” de örneğini verdi.
“Kovid-19 ikinci bakanın da başını yedi” diye düşünülürken sonuçta böyle olmadı.
Ulaştırma Bakanı (giden) bu hengâme içinde “yüzlerde maske” Kanal İstanbul Projesi bağlamında köprü ihalesi yapmanın ürettiği tepki dalgası altında kaldı.
Aynı günün gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından görevden alındı.
Buna karşılık İçişleri Bakanı Soylu’nun istifası genellikle gönüllerde kabullenilmedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da istifayı kabul etmedi.
Avrupalıların bir özdeyişi vardır.
“Devlet yönetmek öngörebilmektir.”
Bir video izledim.
Eski ABD Başkanı George W. Bush sanki bugünleri görürcesine 15 yıl önce açıklamalar yapıyor, uyarıda bulunuyor.
Evet...
Yıl 2005...
Başkan George W. Bush, Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde konuşmaktadır.
1918 yılında milyonlarca kişiyi kırıp geçiren grip salgınını anlatan bir tarihi kitap okumuştur.
Merhum Turgut Özal’ın, başdanışmanlarından oluşan kare ası vardı.
Gazeteci sevgili Can Pulak, büyükelçiler Gündüz Aktan, Özdem Sanberk ve Cem Duna...
Dostumuz Cem Duna anılarını “SIRADIŞI” adlı kitabında yansıtmış.
Cem Duna “doğuştan diplomat” denilenler arasındadır.
Anılarının bir sayfasında da Ertuğrul Özkök ve Yalçın Doğan’la birlikte ben varız.
Yansıtayım.
Ve...
Bir tamamlayıcı bilgi notu da ekleyeceğim.
Dünün özeti...
HBR (Harvard Bussines Review) editörler toplantısında, koronalı günler psikolojisinin “hüzün” olduğuna karar verilir.
Küresel “hüzün/keder” uzmanı Dr. Kessler ile “hüznü yönetmek” üzerine bir söyleşi yapılır.
Dünkü söyleşideki hüznü yönetmenin “beş aşamasını” yazmıştım.
1- İNKÂR
2- ÖFKE
3- PAZARLIK (Evde oturursam bana bulaşmayacaksın ama di mi?)
4- ÜZÜNTÜ
Sabahları gözümüzü açtığımızda “Bugün de sağlıklıyım şükür” diyoruz ama itiraf edelim ki hepimiz “ortak hüzün psikolojisiyle” yüklüyüz.
“Günaydın Hüzün” bir “kült” sinema yapıtıdır.
Otto Preminger’in yönettiği filmin oyuncuları Deborah Kerr, David Niven ve Jean Seberg’di.
Kısa saçlı, incecik Jean Seberg birkaç haftada küresel ün yapmış, milyonların sevgilisi olmuştu.
“Günaydın Hüzün” adı da büyülü iki kelimeydi.
Yıllardır duygularımızın “metaforu” olarak kullanılıyor.
........................
“Ekran toplantıları” artık koronavirüs günlerinin yaygın uygulaması. Siyasette kabine toplantıları, gazete toplantıları, şirket toplantıları böyle sanal ortamda yapılıyor.
Son günlerde okuduğum ve sevdiğim bir söylem:
“Her Firavun’un bir Musa’sı, her gecenin bir sabahı vardır. Ufkumuza korku dağları kurup, umudu kaybetmemeliyiz.
Kendimizi bu ‘deccal çağın’ korku hegemonyasından kurtarmalıyız.”
.....................