Fransız Le Monde gazetesi dün şu manşeti atmıştı:
“TÜRKİYE’DE ERDOĞAN’IN TEHLİKELİ OYUNU...”
Yazıdan bazı satırları yansıtayım:
Türkiye Cumhurbaşkanı Fransa,
Almanya ve ABD’nin de aralarında bulunduğu 10 büyükelçiyi sınır dışı etmek tehdidiyle diplomatik izolasyonunu pekiştiriyor.
Ve...
Türkiye’yi büyük bir döviz krizinin insafına bırakıyor.
.......
Hedeflenen ülkelerden 7’si NATO müttefiki, 6’sı Avrupa Birliği üyesi...
Pazartesi günü şafak vakti, Fransız Büyükelçisi Herve Magro da dahil olmak üzere bu diplomatların sınır dışı edilmesi, muhtemelen aynı gün, saat 15.00’te yapılması planlanan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıklanacaktı.
Erdoğan geri adım mı atacak yoksa daha güçlü çıkamayacağı eşi görülmemiş bir krizle yüzleşmeyi mi seçecek?
........
Türk diplomasisinin başındaki Mevlüt Çavuşoğlu ne yapacağını bilemedi.
Cumhurbaşkanlığı kararını uygulamakla görevli Çavuşoğlu, patronunu -zamanlamanın doğru olmayabileceğine- ikna etmeye çalıştı.
ABD Büyükelçisi’ni 30 ve 31 Ekim’de Roma’da yapılacak G-20 Zirvesi’nden birkaç gün önce geri göndermek iyi bir fikir olmayabilirdi.
Çünkü...
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile bu zirvede buluşması planlanmış bulunuyor.
Toplumda elçilerin gönderilmesi heyecan yarattı.
Yüksek tansiyon
Avrupa’nın diğer gazetelerinde ve Amerika’da da “yüksek tansiyon” yansıtılıyordu.
“Türkiye’nin dönüşü olmayan çok tehlikeli bir yola girdiği” yorumları yapılmaktaydı.
Konu netameli...
Aralarında ABD, Kanada, Almanya ve Fransa’nın da bulunduğu Batılı 10 büyükelçi, “Türkiye’nin AİHM’nin kararına uyarak -hakkında mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen- 4 yıldır hapiste tutulan iş insanı Osman Kavala’yı serbest bırakması için açıklama” yapmışlardı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da çok sert tavır koymuştu.
“Türkiye’nin iç işlerine karışan, bu 10 büyükelçinin sınır dışı edilmeleri için Dışişleri Bakanı’na talimat verdiğini” söylemişti.
Beklenen olumsuz döngü “o 10 ülkenin de kendi başkentlerinde bulunan Türkiye büyükelçilerini sınır dışı edecekleriydi.”
Bu karşılıklı “persona non grata (istenmeyen adam)” restleşmesi ekonomik ve siyasi sert rüzgârlar estirecekti.
Önce ekonomik boyut...
Almanya, ABD, Fransa Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ilk 10 ülke arasında.
Türkiye’nin toplam ihracatının 4’te 1’i.
Bunlara diğer 6 ülkede eklenirse bu oran 3’te 1’i buluyor.
Türkiye ihracatının yarısı Avrupa Birliği’ne.
Doların bu “persona non grata” söyleminin daha telaffuzuyla birlikte 9.70 TL’ye fırlamış olmasına dikkat...
“Özelden eyleme” geçişte 9.70’ten nerelere uçar, tahmini zor.
Siyasi boyutuna gelince...
Bu önemdeki devletlerle ilişkilerin “maslahatgüzar” düzeyine inmesi kara bir senaryonun önsözü gibidir.
Bu 10 ülkeden ABD ve Fransa, BM Güvenlik Konseyi’nin “devamlı” üyesi.
Erdoğan’ın “Dünya 5’ten büyük” dediği Güvenlik Konseyi’nden söz ediyorum.
Arka kapılar
Haftanın ilk günü işte böyle yüksek tansiyonla başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, önce iktidarın küçük ama etkili ortağı konumundaki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi kabul etti.
Bahçeli’yle de görüşme sonrası Bakanlar Kurulu’nda “10 Büyükelçi’nin ve persona non grata durumu konuşularak” açıklanacaktı...
Ama...
Belki...
Bu arada diplomasinin “arka kapı yöntemi” de devrede.
Bir şeyler yapılmalı ve bu çok tehlikeli yoldan makul bir çıkış bulunmalıydı.
Herhalde uzlaşma sağlandı ki önce ABD Büyükelçiliği’nden “Viyana Sözleşmesi’nin 41. maddesine göre büyükelçilerin görev yaptıkları ülkenin iç işlerine karışmama taahhüdüne bağlılık” tweet’i internete düştü.
Onu Kanada Büyükelçiliği tweet’i takip etti.
Ardından “Kavala açıklamasını” yapmış olan diğer büyükelçiler de “ABD Büyükelçiliği’nin açıklamasını teyit” tweet’leri attı.
Büyükelçiler böylece “krizden çıkış” kapısını açmış oldular.
Daha Bakanlar Kurulu sürerken Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan bir açıklama “Erdoğan’ın büyükelçilerin bu bildirilerini olumlu gördüğü” belirtildi.
Şu satırlar yazılırken kriz çözülmüş değilse bile en azından dondurulmuş gibiydi.
Batı medyasında “Osman Kavala mahkemede” çizimi...
Viyana Kongresi temsili tablo...
Geri adım mı?
10 büyükelçinin açıklaması için “geri adım” yorumları yapılmakta.
Belki...
Ama...
“Makulde buluşmak” daha gerçekçi bir yorum olur.
Pozitif hukuk hiyerarşisinde uluslararası hukuk kurumu olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları devletlerin iç hukukundan üstündür.
Bu durumda büyükelçiler “AİHM kararlarına gönderme yaptık ama Türkiye’nin iç işlerine karışmadık. Türkiye’nin egemenliğine müdahalede bulunmadık” demiş oluyorlar.
........
Cumhurbaşkanı Erdoğan “10 büyükelçi için persona non grata talimatı vermekle” büyük oynadı, büyük risk aldı.
Doğrusu...
10 büyükelçiye bu “ikinci bir ortak açıklama yaptırabileceği” beklenmiyordu.
Aldığı sonuç dış siyasette örneğine sık rastlanan cinsten değil.
Böyle bir “Erdoğan restine” daha önce de tanık olmuştuk.
2000’li ilk yıllara dönelim.
Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik müzakerelerine başlanacağı açıklanmak üzereydi.
Ancak...
Brüksel’deki görüşme uzadıkça uzuyordu.
Açıklamanın yapılacağı salonda bekleyenler arasındaydım.
Görüşmelerden endişe haberleri geliyordu.
Son anda Türkiye’ye AB bir şart kabul ettirmek istemiş, bizimkiler kabul etmemiş...
AB ısrarlı olunca Erdoğan “Bu konu bitmiştir. Dosyayı kapattık. Hadi gidiyoruz” demiş, sonrasında rahatlatıcı haber gelmişti.
Erdoğan ve bizim heyeti, İngiltere Dışişleri Bakanı asansörün önünde yakalayabilmiş.
“Görüşmenin devamı asansör önünde sürmüş, Erdoğan’ı zor ikna edebilmiş, sonunda dayatılmak istenen o madde” anlaşmadan çıkarılmış.
Nihayet Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, İngiliz Dışişleri Bakanı ve diğerleri geldiler.
Alkışlar koptu.
O zamanlar Türkiye’nin tam üyeliğe kabul görüşmeleri, AB Parlamentosu’nda Türkçe “EVET” pankartlarıyla kabul edilmişti.
NOSTALJİ.... Avrupa Parlamentosu Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasını böyle şenlikli kabul etmişti...