İNSAN Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal'ın başına gelenler ortada.
Akın Bey, Apo "Akın Birdal benim Türkiye'deki tabancamdır" dediği için vuruldu.
Bir Mercedes, kamyona çarpana kadar onu kimin vurduğunu öğrenemeyeceğiz elbet. Ama doğrusu bu itirafçılar bi tuhaf.
İtiraf mı ediyorlar yoksa iftira mı ediyorlar belli değil.
Yarın öbür gün bir başka itirafçı çıkar da Apo, Gani Bey için de "O benim Türkiye'deki mantar tabancamdır" veya "O benim Türkiye'deki pompalı av tüfeğimdir" diyebilir.
Bu nedenle bu aralar sık sık Güneydoğu'ya gidip "Memleketimiz gelişiyor. Gayrisafi Milli Hasıla almış başını yürümüş, özlenen tablo, ohooo PKK, buralarda bitmiş filan" demem lazım.
Tam zamanı aslında. Beni kızdırmak isteyen Galatasaraylılardan kaçmak için bundan iyi fırsat olamaz. Öte yandan gazetem pazartesi toplantılarını iki haftadır Güneydoğu'daki illerde yapıyor. Ama ben zamanı tutturamıyorum. Toplantı geçen hafta Diyarbakır'daydı, ben Urfa'daydım.
Bu hafta toplantı Urfa'da, ben Diyarbakır'dayım.
* * *
BİR imza günü olayı için kadim dostum Öküz dergisi Genel Yayın Yönetmeni Metin Üstündağ, gene kadim dostum yazar ve Kürt çevirmen Muhsin Kızılkaya ile Diyarbakır yollarına düştük.
Muhsin'i halkla yapacağım temaslarda kullanacağım.
Ben kahvede işsiz oturanlara "Neden burda oturuyorsunuz, işiniz yok mu sizin?" diyeceğim. Onlar "yok" diyecek. Muhsin bana çevirecek, ben de "İnsanlar güleryüzlü ve çok mutlu. Siesta zamanı kahvede oturmuş İspanya'dan devremülk almak mı; yoksa Monaco'da devre tatil yapmak mı daha karlı onu tartışıyorlardı" yazacağım.
Metin de halka bilinç aşılamak niyeti ile yanımızda.
Havaalanında şehre girerken bir iki kez minibüsün penceresini açıp "Türkiye'yi temiz tut yeşili koru" diye bağırdı ama bizden başka kimse Metin'in bet sesini duymadı. Kebikeç (kitap kurdu demekmiş) kitap kulübü sahiplerinin daveti üzerine burdayız. Şenay Hanım ve eşi bizi havaalanında karşıladılar kitap kulübüne gittik.
Orada bizi aynı zamanda doktor olan yazar dostumuz Altay Martı karşıladı.
Diyarbakır çöreği ve Diyarbakır peyniri ikram ettiler asmaların altında ve etrafımızda hemen bir kalabalık oluştu.
"Kültür adamları" gelmiş ya. Herkes ne diyeceğiz diye ağzımıza bakıyor.
Hayır ben farkındayım bu durumun ama Metin farkında değil. "Viagra" hapının matrakukaya faydaları mevzusuna ara verse "yazarlık benim yaşam biçimim. Etik olarak kendimi ancak yazarak tatmin edebiliyorum" gibi entel bir cümle kurup gelenleri hayal kırıklığından kurtaracağım ama Metin'in Viagra muhabbeti bitti bu sefer de Muhsin "İstanbul'da hangi yazar hangi ünlüyle beraber, kim kimi götürüyor" muhabbetine başladı.
Metin, Reha Muhtar'ın sevişirken çıkardığı muhtemel sesleri taklit ederken araya girdim, "Bu kültür şehrinde olmaktan mutluyuz a dostlar. Şimdi isterseniz coğrafyanızda yaşanan olumsuzlukları tartışalım kardeşler" dedim, kimse beni iplemedi. Çünkü Metin, Tan gazetesinde "Arabınkini gördü yamuldu" gibi başlıklar bulurken yaşadıklarını anlatıyordu kalabalığa.
* * *
KEBİKEÇ'in sahipleri baktılar olacak gibi değil hemen bir arkeolog arkadaşlarını aradılar. (Psikoloğu aramaları için henüz daha erkendi). Nevin Hanım gelip bizi müzeye götürdü. "Diyarbakır'da müze ne ola ki?" derken muazzam bir müzeyle karşılaştık.
Özellikle Çayönü kazılarında çok enteresan şeyler bulunmuştu.
Aynı dönem İspanya'daki mağaralarda vahşi hayvan ve av resimleri bulunmuşken, Çayönü'nde kuru tarıma geçilmiş, köpekler evcilleşmişti bile.
Gerçi şimdi Çayönü'nde hala kuru tarım yapılırken İspanyollar otomobil yapıp satıyor ama olsun.
* * *
AKŞAM da Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Naci Sapan'ın davetlisi olarak cemiyet bahçesinde onurumuza verilen yemeğe katıldık.
Metin önceden tembihli olduğu için belden aşağıya çok girmedi.
Zaten biraz sonra gazeteci Süleyman arkadaşımız masayı esir aldı. Süleyman'ın devlet başkanları ile olan muhabbeti bu akşam Kanal D haberde Çağatay'ın programında yer alacakmış. Ayrıca Metin'in eşi Meryem, Ökuz dergisi için çok hoş bir röportaj yaptı Süleyman'la. İzleyin veya okuyun çok eğlenirsiniz.
* * *
İMZA günü Kültür Sarayı'nda yapılacak.
Altay Martı Zonguldaklı ama burada doktor ve yazar olmuş. 20 yıldır burada yaşıyor, Muhsin deseniz zaten Kürt, Metin Erzincanlı, toprak çekiyor sayılır. Allah'ın Kosovalısı olarak bir ben deplasmanda sayılırım.
Çok kitap imzalarsam "Diyarbakır dört yoldur, suyu hem güzel hem boldur" diye başlayacağım her cümleme.
Yok, az kitap imzalarsam manim hazır bile.
"Çadır kurdum düzlere, tiken oldum gözlere.
Ben burdan gideyim, Diyarbekir sizlere..."
Güzel bir dekor, güzel bir atmosfer, oyuncuların olağanüstü çabası oyunu kurtarmaya yetmemiş.
1930'lu yılların ekonomik kriz atmosferinde çok anlamlı olan "Ölümüne dans yarışmasını" gelip 1990'ların Amerikasına uyarladığımızda Horace McCoy'un eseri özünü yitirdiği için anlamsızlaşıyor. Çünkü "Atları da vururlar" bugüne uyarlanabilecek bir oyun değil.
Dönemin yoksulluğu içinde yiyecek yumurta bulamayan insanların dans yarışmasından bir çıkış arama hikayesi çok özel bir dönem hikayesidir.
Bu hikayeyi alıp 1990'ların modern giysili, at kuyruklu, özel sağlık sigortalı, işsizlik tazminatı hakkına sahip insanlarıyla dünyanın en zengin emperyalist ülkesinin en zengin dönemine taşırsanız LC Waikiki ve Quicksilver giysili gençlerin pistte rock müzik eşliğinde kendilerini sallamaları çok anlamsızlaşıyor.
Ben bu çaba boşa gidecek diye üzülüyorum.
* Fenerden aldığım 12 trilyon Yugoslavya'ya verilecek. Parayı verirsem Bosna'dan gönüllü olarak çıkacaklarmış.
* Parayı saymaları için Bosna'dan akrabalarım Türkiye'ye davet edilecek. Sezon başına bitiririz inşallah.
* Araya girerek fiyatımı yükselten Galatasaray'a paranın bir kısmı iade edilecek.
* Yeşil uğurlu rengim olacak. Yeşil Bursa'dan yeşil dolarlara.. Ohhh mis..
Yazara E-Posta: G.Mujde@milliyet.com.tr