Yurtdışında, Kanada’dayım. Buradan, hem Toronto ve Ottowa’daki, hem de Washington’daki dostlarımla konuşuyorum.
Gazetelere bakıyorum. Televizyon kanallarında geziniyorum.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da çıkan gazetelere de bakıyorum.
Türkiye’ye ilgi çok azalmış durumda.
Son dönemlerde, Türkiye’ye ilginin bu kadar azaldığı bir dönemi gözlememiştim.
İran konuşuluyor. İran Cumhurbaşkanı Ruhani en öne çıkan isim. İran, her zaman gösterdiği başarılı diplomatik manevralarından birini daha yapmış gözüküyor. Gündemi yaratıyor, ilgiyi kendine çekiyor.
Suriye konuşuluyor, ama, Esad odaklı değil, muhalefet odaklı bir konuşma bu; hem de çok olumsuz bir konuşma. Suriye muhalefetinin ve özellikle El Nusra ve El Kaide örgütlerinin işlediği “insanlığa karşı suçlara” dikkat çekiliyor.
Gerçekten zor. Dışlanıyorsun, aşağılanıyorsun, ötekileştiriliyorsun, şeyleştiriliyorsun, dövülüyorsun, öldürülüyorsun.
Namus cinayeti adına, kendi ailen ölüm kararını verebiliyor, kendi kardeşin ya da baban tarafından öldürülüyorsun. Kaçman fayda etmiyor, gelip yakalıyorlar.
Sokaklarda kocan, nişanlın, erkek arkadaşın tarafından yumruklanıyorsun, bıçaklanıyorsun, kurşun yağmuruna tutuluyorsun, kimse seni kurtarmıyor.
Kendi evinde, kocan ya da çocuğun sana şiddet uyguluyor.
Polisler saçını çekiyorlar, tokatlıyorlar, yerde seni tekmeliyorlar.
Başbakan Yardımcısı giydiğin elbiseyi sevmiyor, ne demekse ahlak dışı buluyor, işinden kovuluyorsun.
Protestoya katıldın diye biber gazıyla yıkanıyorsun, tartaklanıyorsun, gözaltına alınıyorsun.
AK Parti 3 Kasım 2002 seçimlerini kazanıp, “güçlü çoğunluk hükümeti” olarak Türkiye’yi yönetmeye başladığından bugüne, “zayıf muhalefet sorunu” kutuplaşmış siyasetin en önemli nedenlerinden biri olarak gösterildi.
Zayıf muhalefet sorunundan konuştuğumuz zaman da, ana referans noktası, CHP oldu.
“AK Parti=Güçlü hükümet +CHP=Zayıf muhalefet” denklemi, siyasi alanı büyük ölçüde şekillendirdi.
AK Parti girdiği tüm seçimleri kazanıyor ve gündemi belirliyordu.
CHP’yse, ana muhalefet partisi konumunu devam ettiriyor ve gündem yaratacak hamlelerde bulunamıyordu.
Bugün sanki bu görüntü değişiyor gibi.
CHP kıpırdıyor. Kıpırdıyor diyorum, çünkü yapılanlar hala, ya söylem/retorik ya da iyi niyetle yapılan hamleler düzeyinde; ne kadar sürdürüleceğini, ne derece etkili olacağını da bilmiyoruz.
Sevgili Fethiye Çetin’in Utanç Duyuyorum! Hrant Dink Cinayetinin Yargısı (Metis, 2013) kitabını okumak çok zordu.
Fethiye Çetin Hrant’ın avukatıydı. Aynı zamanda, yavaş yavaş gelen, planlanmış, örgütlemiş bir cinayetin de en yakın tanığı.
Çetin bize, hem tanık olduğu bu cinayetin planlanış ve uygulamaya sokuluş hikayesini anlatıyor, hem de hukukun kötü emeller için nasıl kullanıldığını, nasıl hukuku kullanarak bir insanın ve ailesinin hayatının karartıldığını ve nasıl bu sürecin ölümle sonuçlandığını.
Kitabı okurken, gerçekten “utanç duyuyorum” duygusuna kapılıyorsunuz ve Türkiye’nin demokratik hukuk devleti olması için çalışmanın önemini bir kere daha anlıyorsunuz.
Tüm hukuk fakültelerinde okutulması gereken bir çalışma.
Çetin, Hrant’ın avukatı olarak, “yüreğinden kopup gelen o hırıltıya benzeyen acı sesle ve dudağında donan gülümsemeyle kalıyor”, ağlayamıyor, çünkü işini yapması gerekiyor. Hrant’ı savunması gerekiyor. Savunuyor da. Ama, karar verilmiş bir kere: Bu iyi insan ilk önce hukukla, sonra planlanmış bir cinayetle yok edilecek.
Çetin, okurken kızacağınız, ağlayacağınız, içinizin sıkışacağı, tüylerinizin diken diken olacağı bir “dava sürecini” baştan
Demokrasi Paketi, Başbakan Erdoğan’ın bir saat süren bir konuşmasıyla açıklandı.
Olumlu, desteklenmesi gereken, ama eksiklikleri olan bir paket.
Birincisi, son dönemde, “Türkiye otoriterleşiyor mu?” sorusu temelinde ciddi algı ve imaj zedelenmesi yaşadığımız Batı ve uluslararası topluma, AK Parti hükümeti “ana yörüngemiz demokratikleşme” mesajını vermiş oldu.
İkincisi, Çözüm Süreci’nin devam etmesini sağlayacak önemli adımlar, yetersiz olsa da atıldı.
Üçüncüsü, Kamuda başörtüsü özgürlüğü, kadın-erkek eşitliği temelinde atılan önemli ve olumlu bir adım oldu.
Dördüncüsü, Alevi vatandaşlarımızın hak ve özgürlük taleplerinin karşılanmaması paketin en büyük eksiğiydi. Dün konuştuğum tüm Alevi örgüt temsilcileri büyük hayal kırıklığı yaşıyorlardı. Hayal kırıklıklarını paylaşıyorum.
Beşincisi ve “oyun değiştirici” nitelikte, Demokratikleşme Paketi’yle, Türkiye siyasi haritasında güçler dengesini ve partilerin geleceğini değiştirecek ve çok tartışacağımız çok önemli bir adım atıldı: Seçim sisteminde yapılacak değişiklik.
Demokrasi paketi 30 Eylül Pazartesi açıklanıyor.
Başbakan Erdoğan paketi açıklayacak.
Demokrasi paketinin sürprizler içereceğini duyuyoruz, Başbakan ve başbakan yardımcılarından.
Gerçi Türkiye’nin demokrasiyle ilgili sorunları belli, yapılacaklar da belli.
Ama, yine de paketin olumluya dönük sürprizler içermesi önemli. Güzel, olumlu yönde gerçek sürprizler bekliyoruz.
Sınırlı demokrasi
Ortadoğu kaynıyor. Mısır darbesi, Suriye krizi, Irak’ta mezhep savaşı, Lübnan’da çatışma riski.
Mısır’da çok ciddi bir kırılma yaşayan Arap Baharı, Tunus’ta kriz ortaya çıkarsa, uzun bir duraklama sürecine girecek.
Tüm bu olumsuz gelişmeler içinde, Türkiye dış politikası “çıkmaz”da.
Gerek Mısır darbesiyle bozulan Mısır-Türkiye ilişkileri, gerekse de, Suriye krizinde Obama-Putin ekseninde oluşan diplomatik süreçte Türkiye’nin masanın dışında kalması, dış politikamızın yeni bir vizyon ve “reset” gerekliliğini ortaya koydu.
Artık bir an durup, dış politika vizyonu ve stratejisi üzerine düşünmeliyiz.
Çözüm süreci ve ABD-İran ilişkileri
Çözüm sürecinin ilerlemesi için gözler, Başbakan Erdoğan’ın açıklayacağı “Demokrasi ya da Demokratikleşme Paketi”ne çevrilmiş durumda.
Bu ayın sonuna doğru, paket açıklanacak.
Başbakan bir basın toplantısıyla, “İkinci Sessiz Devrim” olarak tanımladığı Demokrasi Paketi’ni toplumla paylaşacak.
AK Parti içinde bile, maddeler üzerinde uzlaşmanın zor olduğu bir paketi konuşuyoruz.
Diğer partiler paketin içeriğini bilmiyorlar.
Şunu biliyoruz: Demokrasi paketinin, ilerleyemeyen çözüm sürecinde hareketlenme sağlaması gerekiyor.
PKK ve KCK, çekilme sürecini durdurmuştu, AK Parti, süreçle ilgili adım atmıyor iddiasıyla.