Gerçekten zor. Dışlanıyorsun, aşağılanıyorsun, ötekileştiriliyorsun, şeyleştiriliyorsun, dövülüyorsun, öldürülüyorsun.
Namus cinayeti adına, kendi ailen ölüm kararını verebiliyor, kendi kardeşin ya da baban tarafından öldürülüyorsun. Kaçman fayda etmiyor, gelip yakalıyorlar.
Sokaklarda kocan, nişanlın, erkek arkadaşın tarafından yumruklanıyorsun, bıçaklanıyorsun, kurşun yağmuruna tutuluyorsun, kimse seni kurtarmıyor.
Kendi evinde, kocan ya da çocuğun sana şiddet uyguluyor.
Polisler saçını çekiyorlar, tokatlıyorlar, yerde seni tekmeliyorlar.
Başbakan Yardımcısı giydiğin elbiseyi sevmiyor, ne demekse ahlak dışı buluyor, işinden kovuluyorsun.
Protestoya katıldın diye biber gazıyla yıkanıyorsun, tartaklanıyorsun, gözaltına alınıyorsun.
Elinde palayla bir adam sana saldırıyor, sırtına tekme atıyor. Adam tutuksuz yargılanıyor, sen sırtındaki acıyla kalıyorsun.
Eğer gazeteciysen ve örneğin Gezi protestolarını desteklediysen, köşen kapanıyor; televizyonda çalışıyorsan, programına son veriliyor. Üniversitedeysen sözleşmen yenilenmiyor, işine son veriliyor ya da hakkında idari soruşturma açılıyor.
Rahmetli Duygu Asena, “Kadının Adı Yok” demişti.
Ne kadar doğru söylemiş: Dün de doğruydu, bugün de doğru.
Halbuki; tüm bilimsel araştırmalar gösteriyor ki, Türkiye’nin, dünyanın ilk on ekonomisinden biri olması için; kişi başına gelirin yirmi bin doların üzerine çıkarması için; insani kalkınmasını sürdürebilir kılması için; ileri demokrasi olması için, kadına ve gençlere odaklanmak gerekiyor.
Kadın-erkek eşitliği, kadının istihdamdaki ve iş hayatındaki yerinin genişletilmesi ve gençlerin nitelikli yetişmeleri, ekonomik kalkınmanın ve demokratikleşmenin olmazsa olmazları.
Dünyanın olduğu gibi, Türkiye’nin de geleceği, kadınlar ve gençler.
Ancak, “Kadının adı olduğu bir Türkiye”, geleceğine güven ve umutla bakabilir.
‘Statü’ ve Alevilerin hayal kırıklığı
Demokratikleşme Paketi’ne bardağın boş tarafından da, dolu tarafından da bakmak mümkün.
Paketin içerdiği olumlu ve değişim yaratacak noktalar olduğu gibi, beklentileri karşılamadığı da bir gerçek.
Bununla birlikte, bardağın boş ya da dolu taraflarının dışında kalan ve Demokratikleşme Paketi’nden büyük hayal kırıklığı yaşayan bir kesim de var: Aleviler.
Kabul edelim, Aleviler bu paketten dışlandılar. Büyük bir hayal kırıklığı içindeler. Haklılar da. Alevilerin Kürtler gibi siyasi partileri de yok. Siyasi aktör olamıyorlar.
Alevilerin çoğunluğu CHP’ye oy veriyor. Ama, CHP de Alevilerin haklarını savunmuyor.
Kendi aralarında parçalanmış sivil toplum örgütleri olarak taleplerini dile getiriyorlar.
Niye Alevilerin talepleri karşılanmıyor? Demokratik ve kültürel haklarının ve özgürlüklerinin kendilerine verilmesini ne engelliyor? Niye, örneğin, Alevi örgütlerin ortaklaşa talep ettikleri cemevlerine gerekli statü verilmiyor? Sorun ne?
Bu soruları, hem Alevi örgütleri liderleri, hem de, muhafazakar ya da mütedeyyin dostlarıma sordum.
Doğru; Alevi örgütleri parçalanmış durumda. Fakat, bu şu gerçeği değiştirmiyor: Cemevine gerekli “statü” verilmesi talebinde Aleviler ortaklaşıyorlar. Bu talepte diretecekler de.
Diğer taraftansa, en liberal ve demokratik mütedeyyin dostlar bile, böyle bir statünün cami ile cemevini aynı ve eşit statüye getireceğini ve İslamiyet’in tek ibadet alanınınsa cami olduğunu söyleyerek, statü talebine karşı çıkıyorlar.
“Statü” sorunu çözümü çok zor bir sorun.
Alevilerin hayal kırıklığı devam edecek gözüküyor.
Kadınlar, Aleviler, Kürtler ve daha niceleri: Öteki olmak zor.
Yeni ve Demokratik Anayasa ve “Ötekinin Adı Var” anlamına gelen “Eşit Vatandaşlık”sa çözümün anahtarı.