Çözüm sürecinin ilerlemesi için gözler, Başbakan Erdoğan’ın açıklayacağı “Demokrasi ya da Demokratikleşme Paketi”ne çevrilmiş durumda.
Bu ayın sonuna doğru, paket açıklanacak.
Başbakan bir basın toplantısıyla, “İkinci Sessiz Devrim” olarak tanımladığı Demokrasi Paketi’ni toplumla paylaşacak.
AK Parti içinde bile, maddeler üzerinde uzlaşmanın zor olduğu bir paketi konuşuyoruz.
Diğer partiler paketin içeriğini bilmiyorlar.
Şunu biliyoruz: Demokrasi paketinin, ilerleyemeyen çözüm sürecinde hareketlenme sağlaması gerekiyor.
PKK ve KCK, çekilme sürecini durdurmuştu, AK Parti, süreçle ilgili adım atmıyor iddiasıyla.
AK Parti’yse, bu paket ile adımını atmış olacak.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, paketin, “sadece Kürtlere değil, Alevilere, gayrimüslimlere ve mütedeyyin Müslümanlara hitap edeceğini... Kendini yerleşik düzen karşısında öteki hisseden bütün kesimlere rahatlama getireceğini” söylüyor.
Böyle de olması gerekir. Çözüm süreci, en genelde, Türkiye demokrasisini güçlendirerek ve pekiştirerek Kürt sorununa çözüm bulmak anlamına geliyor.
Bu ülkede yaşayan hepimizin, hem devletle, hem de birbirimizle ilişkilerimizde, sadece yasal metin düzeyinde değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak, uygulamada “eşit vatandaş” olmaya ihtiyacımız var.
Sadece kendimiz, kendimize benzeyenler ve aynı düşünenler için değil, kendimizden farklı olanlar ve düşünenler için de, eşit vatandaşlık hakları ve özgürlükleri istediğimiz zaman, demokratik bir Türkiye’de yaşıyor olacağız.
Bu nedenle de herkes için ve sadece metinde kalmayacak, ama uygulamaya sokulacak demokrasi paketi çok önemli.
Çünkü: Tüm nesnel verileri ortaya koyduğumuzda görüyoruz ki; Türkiye’nin özellikle “haklar ve özgürlükler” alanında demokrasi karnesi ve performansı iyi değil, hatta kötü.
Dün de demokrasi karnesi kötüydü, bugün de. Askeri vesayet rejimi varken de kötüydü, bugünün post-vesayet Türkiye’sinde de. Jargon kullanırsak; eski Türkiye’de de demokrasi karnesi ve performansı kötüydü, yeni Türkiye’de de.
Dünyada kullanılan demokrasi endekslerine bir bakalım:
Özgürlük Evi Demokrasi Endeksi’nde: Siyasi Haklar’da 2002’de 7 üzerinden 4 puan alarak “sınırlı demokrasi” çıkmışız, 2012 ve 13’te gerilemişiz puanımız 3’e düşmüş;
Sivil Özgürlükler’de, 2002’de, 7 üzerinden 5 almışız, 2013’te 4’e gerilemişiz.
Basın Özgürlüğü’nde, 2002’de 100 üzerinde 58, 2013’te 56 alarak, “sınırlı özgür” olmuşuz;
Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü Endeksi’nde, 2002’de, 139 ülke arasında 99’uncuyken, 2013’te 179 ülke arasında 154. sıraya düşmüşüz;
Ekonomist Dergisi Demokrasi Endeksi’nde: 2012’de, 10 üzerinden 5.76 puan alarak, 167 ülke arasında 88. olarak, “otoriter eğilimler taşıyan melez demokrasi” olarak nitelenmişiz;
Dünya Adalet Projesi Endeksi’nde: 2012’de, 97 ülke arasında, Temel Haklar’da 76.cı, Sivil Özgürlükler‘de, 44.cü, Düzen ve Güvenlik’te 70.ci ve Adalet Sistemi’nde 71. olmuşuz; dolayısıyla, “sınırlı adalet” sahibi bir ülkeyiz;
OECD ülkeleri arasında, Gelir Eşitsizliği’nde 24 ülke içinde 3.cü en kötü durumda olan, Mutluluk ve Yaşam Kalitesi’nde de, 36 ülke içinde, 36.cı, yani en mutsuz ülkeyiz.
Dolayısıyla, demokrasi karnemiz hiç iyi değil. Dönüşen ve değişen, vesayet rejiminden çıkan, sivilleşen Türkiye, demokrasisini güçlendiremiyor, pekiştiremiyor.
Demokrasi Paketi’ne, paketin güçlü ve içerikli olmasına ve uygulamaya sokulmasına ülke olarak gereksinimiz var.
Biliyoruz; “sınırlı ve melez demokrasi”, Türkiye’yi, kutuplaştırıyor, cepheleştiriyor, istikrarsızlık riskini arttırıyor.