Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nda, tarihi bir oylama yaşandı. 138 Evet, 9 Hayır, 41 Çekimser’le Filistin, BM içinde “üye olmayan gözlemci Devlet” statüsü kazandı. Devlet’i büyük harf ‘D’ ile yazdım, çünkü Mahmut Abbas’ın Genel Kurul’da yaptığı konuşmada altını çizdiği gibi “bu karar, Filistin Devleti’ne doğum sertifikasını vermiş oldu”. Filistin, uluslararası topluma katılımında Vatikan’a benzer bir statü kazandı.
Ahmet Davutoğlu’nun Genel Kurul’da yaptığı konuşma etkileyiciydi, sürekli alkışlarla kesildi. Türkiye, bu süreçte Filistin’in en önemli destekçisi konumunda. Bu da Ortadoğu, Arap ve Müslüman dünyasındaki olumlu algısını güçlendiriyor.
İsrail, aşırı güvenlikçi siyaseti nedeniyle, değişimin ve gerçekçiliğin dışında kaldı. Dünyadaki desteği giderek azalıyor. İsrail bu oylama nedeniyle, Filistin’i cezalandırıyor. “Ramallah’a aktardığı vergi gelirlerini durdurma” kararını alıyor. İşgal anlamına gelen inşaatlarının sayısını artırıyor. Bu, kabul edilemez bir davranış biçimi.
Çek Cumhuriyeti haricinde, Avrupa ve AB çekimser oy kullandı. Fransa, çok önemli bir gelişme olarak, “Evet” oyu kullandı. Avrupa ve AB’nin bu oylama ile Filistin’e desteğini, “May Be” yani
AK Parti’nin Başkanlık sistemi önerisi, yeni anayasa sürecine olumsuz etki yapıyor. Zaten sorunlu olan bir süreci, daha da sorunlu hale getiriyor.
MHP karşı. CHP karşı. BDP görüşelim diyor, ama, istediği Demokratik Özerklik ilkesi için yeşil ışık görürse...
Başkanlık sistemi önerisi, temel haklar ve özgürlükler alanında uzlaşma olasılığını da azaltıyor. Örneğin, eşit vatandaşlık maddesinde CHP, Türk Vatandaşlığı ile Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı arasında gidip geliyor. CHP içinde bu konuda farklı görüşler var. Başkanlık önerisine karşıysa, parti içinde hiçbir farklılaşma yok. CHP tek bir görüşle sert muhalefet yapıyor. Bu da maalesef eşit vatandaşlık maddesindeki görüş farklılığında ibreyi, Türk vatandaşlığını savunanların lehine döndürüyor. CHP, Türk vatandaşlığı tercihini yapacak. BDP’ninse Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı yerine Türk vatandaşlığını kabul etmesi mümkün değil. Böylece, AK Parti’nin Başkanlık sistemi önerisi, sadece yürütme ve yasama alanında değil, çok önemli bir madde olan eşit vatandaşlık noktasında da uzlaşmama sonucunu doğuracak.
Çalıştığım İstanbul Politikalar Merkezi dahil, yeni anayasa sürecine öneri getiren sivil toplum örgütlerinin yaklaşık
Artık Türkiye’de resmi olarak Başkanlık sistemini tartışıyoruz. AK Parti, Anayasa Komisyonu’na, yeni anayasa için yürütme ile ilgili önerilerini verdi. Bu öneriler, Türkiye’nin bir tür Başkanlık sistemine geçisini varsayıyor.
Yeni anayasa için verilmiş sürenin azaldığı; Anayasa Komisyonu’nda ciddi “güven eksikliğinin” yaşandığı; uzlaşılmayan maddelerin çok fazla olduğu; dahası, eşit vatandaşlık, ana dilde eğitim v.b. kritik maddelerde partilerin kırmızı çizgilerinin uzlaşmayı çıkmaza soktuğu bir zamanda AK Parti, Türkiye’nin yönetimde “sistemsel değişiklik” yaratacak Başkanlık önerisini masaya koyuyor.
Türkiye, kutuplaşmış, bölünmüş, gerilimli ve güvensiz bir toplum niteliği gösteriyor. Bu sorunu daha da arttırma riskini içeren Başkanlık sistemi tartışmasına yakından bakmalıyız. Bugün, partilerin konumunu inceleyelim. Bir sonraki yazıda da, olası gelişmeleri ve senaryoları. AK Parti’nin önerisine çok uzak durmayan BDP’yle başlayalım.
BDP: Başkanlık önerisine destek verebilir
BDP tam karar vermiş değil. BDP Anayasa Komisyonu üyelerinden Altan Tan ve Meral Danış Beştaş’la konuşurken, ikisinin bu konuda farklı düşündüğünü gördüm. Tan, “bizim için sistem tartışması
Aslında Gazze üzerine yazacaktım. Ateşkes çok önemli bir karar oldu. Şimdilik Gazze’de İsrail, hava saldırısıyla tekrardan yaşanmaya başlanan insanlık trajedisini engelledi. Mısır ve Cumhurbaşkanı Mursi, çok başarılı bir rol oynadı. Türkiye de önemli bir rol oynadı bu süreçte. Ortadoğu değişiyor. İsrail, değişimin çok gerisinde kalıyor. Şimdi tekrardan dikkatler Suriye’ye çevrildi. Ortadoğu’yu riskli, tehlikeli günler bekliyor. Bu konuyu tartışmaya devam edeceğiz.
Direktörü olduğum İstanbul Politikalar Merkezi olarak yürüttüğümüz yeni anayasaya katkı çalışmaları temelinde, Anayasa Komisyonu’nda yer alan parti temsilcileriyle görüşmek üzere, 22 Kasım günü Ankara’daydım. CHP (Atilla Kart, Rıza Türmen), BDP (Meral Danış Beştaş, Altan Tan, Pervin Buldak), ve AK Parti (Mehmet Ali Şahin) komisyon üyeleriyle yüz yüze görüşmeler yaptım. MHP’yi de en yakın zamanda ziyaret edeceğim.
Hemen söyleyeyim. Anayasa Komisyonu çalışıyor, ama moraller çok iyi değil. Üzerinde uzlaşılmayan çok fazla madde var. Bu maddeleri, sonra konuşulmak üzere kırmızıya boyuyorlar ve parantez içine alıyorlar. Uzlaşılan maddelerse yeşile boyanıyor. Şu ana kadar, kırmızı rengin çok ağırlıklı olduğu, yani
İsrail yine Gazze’ye saldırdı. Yine masum insanlar ölüyor. Sayılar yüzü geçti. İsrail devletinin bombaları, bir kere daha zaten açık hava hapishanesine dönüştürülmüş Gazze’de, yeni bir insan trajedisi yaratıyor. Umarım, İsrail kara harekatına başlamaz; 2008’de yaşadığımız, çoğunluğu çocuk ağırlıklı ölümleri, Gazze’de bir kere daha yaşamayız.
- Hamas
İsrail, kendini koruduğunu söylüyor, çünkü, ilk saldırı fitilini ateşleyen Hamas. Doğru; ilk füze Hamas tarafından ateşleniyor. İsrail topraklarına düşen, uzun menzilli bir füze de. Hamas niye böyle davranıyor? Niye ateşkesin bitimi anlamına gelen bu kararını alıyor?
Hamas’ınki anlaşılması zor bir karar. Uzmanlar arasında iki farklı görüş ortaya çıkıyor. Birinci görüş, İran-Hamas ilişkisine odaklanıyor ve Hamas’ın kararında, İran’ın rolü olduğunu söylüyor. İran, Hamas yoluyla, İsrail’in bugün Arap Baharı’nın Suriye’de geldiği kriz noktasında, nereye kadar gidebileceğini test etmeye çalışıyor. İkinci görüşse, İran referansına karşı çıkıyor ve İsrail’i test etme kararının Hamas’ın kendisi tarafından alındığını söylüyor. Arap Baharı sürecinde güçlendiğini düşünen Hamas, bu hamlesiyle, İsrail’in ne yapabileceğini ve bunun
Leyla Zana da açlık grevine başladı. Yer olarak da Meclis’i seçti. Hem AK Parti’ye, hem de BDP’ye, çözüm için doğru adresi gösterdi; Meclis. BDP’ye, Meclis’e gelin dedi. AK Parti’ye, Meclis’te siyasetle bu sorunu çözün dedi. Tümüyle katılıyorum.
Keşke Leyla Zana, açlık grevi değil, örneğin oturma grevi gibi başka bir yöntemi seçseydi. Açlık grevinin durdurulması için doğru ve yerinde mesajını açlık grevi yöntemiyle vermeseydi. Ama, Leyla Zana’ya ve onun siyaseti ve Meclis’i işaret eden mesajına kulak vermeliyiz. Çözüm siyasetle olmalı, ölümle, şiddetle değil.
Ama, bugün tam tersi vahim bir durumu yaşıyoruz. PKK ile savaş zaten ölümü her gün hepimize yaşattırıyor. Bu yetmiyormuş gibi, bugün, siyasi aktörler “ölüm” konuşuyorlar. Her cümlede, her çağrıda ölüm var. Açlık grevi, ölüme dönük bir eylem. Açlık grevi yapan kişi kendi bedenini kendisini öldürecek bir silaha dönüştürüyor ve bu yolla eylemini yapıyor. Beden silaha dönüşürken siyasallaşıyor ve bu yolla da talepler dile getiriliyor. Uluslararası Af Örgütü’ne göre açlık grevi bir
“protesto biçimi”.
Bugün, ölüme dönük açlık grevine, siyaset yoluyla değil; aksine, ölüm çağrısı yapılarak yanıt veriliyor. Siyasi alanda,
Ben Milliyet okuyan bir ailede doğdum ve büyüdüm. Annem, her akşam kapıya ekmek ve gazete torbasını asar. Sabahleyin, Milliyet ve ekmek torbadadır. Kahvaltısından sonra dikkatle gazetesini okur.
Derya Sazak’tan Milliyet’te yazma teklifini aldığım zaman, hoş bir duyguya kapıldım. Ailemin gazetesinde ve okuru olduğum bir gazete yoluyla düşüncelerimi ve bilgilerimi okurla paylaşmak olanağını veriyordu bana. Mutlulukla kabul ettim ve bu yazıyla başlıyorum. Annemin deyişiyle, “Hadi hayırlısı”.
Türkiye önemli bir ülke. Tarihi boyunca, hep, bir “model” ya da, “önemli ve öğrenilmesi gereken bir tarihsel deneyim” olarak görülmüş; “Osmanlı İmparatorluğu ve millet sistemi” olarak; “erken cumhuriyet ve ulus devlet yoluyla modern ulus inşası” olarak; “reform yoluyla demokrasiye geçiş” olarak; 1980 sonrası “küreselleşmeye açılma” olarak ve
2000’lerden bugüne de, “aktif küreselleşme yoluyla kilit ülke-bölgesel güç olma süreci“ olarak.
Bugün Türkiye, küresel görünürlüğü giderek artan ve kendisine ve tarihsel deneyimine çok ilgi duyulan bir ülke. Dünya Batı’dan Doğu’ya kayıyor. 21. yüzyılda, başta Çin, Asya ve Pasifik olmak üzere, Batı-dışı coğrafya çok önemli olacak. Bu süreç,
Obama’ya, kıran kırana bir mücadele olsa da, ikinci kere başkan seçilme başarısını ne getirdi?
Şu noktayı vurgulayayım; son 4 yıl dünya ekonomisi için, özellikle gelişmiş ülkeler için çok zor yıllar oldu. Birçok siyasi lider bu yüzden seçim kaybetti. Obama’nın bu zorluklara rağmen kazanması, kendisi için büyük bir başarıdır.
Obama niye kazandı?
Sanırım, üç temel nedeni var; Obama’nın ekonomiye yaklaşımı, kadınlara yaklaşımı ve Latin Amerika kökenli göçmen seçmen kitlesine yaklaşımı. Ekonomiyle başlayalım; 3 önemli noktanın altını çizmeliyiz.
Birincisi, 2008 krizini yaratan Obama öncesi dönem, köktenci biçimde, her bakımdan ve tümüyle piyasaya güvenen ve düzenlemeye inanmayan bir ekonomik politika izlemişti. Daha doğrusu, yapılan, politikasızlıktı. Bu, Bush döneminin sonunda, finans sektöründe başlayan büyük bir krize yol açtı. Obama devletin ekonomide düzenleyici işlevini savundu ve bu temelde bir ekonomik politika izledi. Ekonomiyi yeniden canlandırmaya, bunu yaparken işsizliği engellemeye ve eşitsizliğe karşı mücadeleye önem veren, reform yapmaya çalışan bir politika izledi. Bu, seçmenin tercinde önemli rol oynadı.
İkincisi, devletin özellikle eğitim ve