Ben Milliyet okuyan bir ailede doğdum ve büyüdüm. Annem, her akşam kapıya ekmek ve gazete torbasını asar. Sabahleyin, Milliyet ve ekmek torbadadır. Kahvaltısından sonra dikkatle gazetesini okur.
Derya Sazak’tan Milliyet’te yazma teklifini aldığım zaman, hoş bir duyguya kapıldım. Ailemin gazetesinde ve okuru olduğum bir gazete yoluyla düşüncelerimi ve bilgilerimi okurla paylaşmak olanağını veriyordu bana. Mutlulukla kabul ettim ve bu yazıyla başlıyorum. Annemin deyişiyle, “Hadi hayırlısı”.
Türkiye önemli bir ülke. Tarihi boyunca, hep, bir “model” ya da, “önemli ve öğrenilmesi gereken bir tarihsel deneyim” olarak görülmüş; “Osmanlı İmparatorluğu ve millet sistemi” olarak; “erken cumhuriyet ve ulus devlet yoluyla modern ulus inşası” olarak; “reform yoluyla demokrasiye geçiş” olarak; 1980 sonrası “küreselleşmeye açılma” olarak ve
2000’lerden bugüne de, “aktif küreselleşme yoluyla kilit ülke-bölgesel güç olma süreci“ olarak.
Bugün Türkiye, küresel görünürlüğü giderek artan ve kendisine ve tarihsel deneyimine çok ilgi duyulan bir ülke. Dünya Batı’dan Doğu’ya kayıyor. 21. yüzyılda, başta Çin, Asya ve Pasifik olmak üzere, Batı-dışı coğrafya çok önemli olacak. Bu süreç, Türkiye’nin bölgesinde ve dünyadaki önemini arttırmaya devam ettirecek.
21. yüzyıl, aynı zamanda, ekonomiden güvenliğe, yoksulluktan iklim değişikliğine uzanan ciddi riskleri ve çatışmaları da içeriyor. Değişim ve krizi iç içe yaşıyoruz. Türkiye’nin böyle bir dünyada, hem kendisini güçlü kılması, hem de önemli bir aktör olması, kendisinin “demokratik, iyi ve adaletli yönetimini” gerekli kılıyor. Ama, hala çözülmeyen, hatta derinleşen “üç ikilem” de, Türkiye’ye ciddi zarar veriyor. Bu ikilemler çözülemezse, Türkiye istikrarsız ve sorunlu bir ülkeye dönüşebilir, ki, bu riski bugün yaşıyoruz.
Birinci ikilem; dışarıda küresel adalet ve demokrasi isteyen Türkiye’nin, kendi içinde ciddi demokrasi ve adalet sorunlarıyla karşı karşıya olmasından kaynaklanıyor. Kendi içinde, demokrasisi sınırlı, haklar ve özgürlükler, hukuk, ve adalet karnesi kötü olan bir Türkiye’nin dışarıda aktif ve etkili olması mümkün değil.
İkinci ikilem; dışarda örnek ülke konumunda algılanan Türkiye’nin, kendi içinde, başta Kürt sorunu olmak üzere, ciddi kimlik, toplumsal ve siyasal kutuplaşma ve farklı olana karşı güvensizlik sorunlarıyla boğuşan bir ülke olmasıyla ilgili. Dışarda aktif, içerdeyse kutuplaşmış ve güvensiz bir Türkiye tablosu giderek güçleniyor.
Üçüncü ikilem; zayıf muhalefet sorunuyla ilgili. Muhalefetin zayıflığı ve etkisizliği, içerde ciddi bir siyasi güç dengesizliği sorununa neden olurken, dışarda da giderek kemikleşen bir “AK Parti=Türkiye algısı” yaratıyor. Bunun, ne Türkiye’ye, ne AK Parti’ye, ne de muhalefete yararı var.
Bu köşede, “küreselleşen dünyada Türkiye”yi, kutuplaşmaların gerisinde bir alanda ve “anti-“ ve karşıtlıklara dayalı siyaset anlayışına karşı, “üçüncü bakış”la anlamaya ve çözümlemeye çalışacağım. Tabii, okurlarımla birlikte ve onlarla karşılıklı iletişim içinde.