Obama’ya, kıran kırana bir mücadele olsa da, ikinci kere başkan seçilme başarısını ne getirdi?
Şu noktayı vurgulayayım; son 4 yıl dünya ekonomisi için, özellikle gelişmiş ülkeler için çok zor yıllar oldu. Birçok siyasi lider bu yüzden seçim kaybetti. Obama’nın bu zorluklara rağmen kazanması, kendisi için büyük bir başarıdır.
Obama niye kazandı?
Sanırım, üç temel nedeni var; Obama’nın ekonomiye yaklaşımı, kadınlara yaklaşımı ve Latin Amerika kökenli göçmen seçmen kitlesine yaklaşımı. Ekonomiyle başlayalım; 3 önemli noktanın altını çizmeliyiz.
Birincisi, 2008 krizini yaratan Obama öncesi dönem, köktenci biçimde, her bakımdan ve tümüyle piyasaya güvenen ve düzenlemeye inanmayan bir ekonomik politika izlemişti. Daha doğrusu, yapılan, politikasızlıktı. Bu, Bush döneminin sonunda, finans sektöründe başlayan büyük bir krize yol açtı. Obama devletin ekonomide düzenleyici işlevini savundu ve bu temelde bir ekonomik politika izledi. Ekonomiyi yeniden canlandırmaya, bunu yaparken işsizliği engellemeye ve eşitsizliğe karşı mücadeleye önem veren, reform yapmaya çalışan bir politika izledi. Bu, seçmenin tercinde önemli rol oynadı.
İkincisi, devletin özellikle eğitim ve altyapı konusunda önemli görevleri var. Amerika’da dar gelirlilerin gittikleri okulların standartları düşük. Obama eğitim konusuna çok ağırlık verdi. Daha adaletli, toplumun tüm kesimlerinin kalitesi yüksek eğitim alması için çalışacağını söyledi.
Yüksek gelir, düşük vergi
Üçüncüsü, Obama, Amerika’da aşırı eşitsiz olan gelir dağılımını düzelteceğine, vergi kanunlarında şeffaflığa önem veren düzenlemeleri uygulamaya sokacağına ve üst gelir gruplarını ilgilendiren bir vergi artışıyla, gelir dağılımında ve vergi ödemede daha adaletli bir düzen kurmak için çalışacağına söz verdi. Vergi kanunları Amerika’da çok karmaşık bir yapıya sahip ve iyi vergi uzmanlarını ve avukatlarını kullanabilenlere, az vergi ödeme olanağı yaratabiliyor. Çok yüksek geliri olan Romney’nin, sadece yüzde 14 vergi ödemiş olması, bu durumun bir örneğiydi ve bu durum, Romney’den daha yüksek oranlarda vergi ödeyen birçok Amerikalının Obama’yı tercih etmesine yol açtı.
Şüphesiz ki, diğer iki alan da Obama’nın elde ettiği başarıda etkili oldu. Gerek, kadın haklarını savunarak kadınların desteğini almak, gerekse de Latin Amerika kökenli kitlenin, doğru bir yaklaşımla, desteğini almak, Obama’ya seçim başarısını getirdi.
Birlikte çalışmanın önemi...
Kadın haklarını savunmak, bu bağlamda çok önemliydi. Öyle değil mi?
Kadın oylarında Obama, Romney’nin 10 puan önüne geçti. Kadınlardan çok daha fazla destek aldı. Obama’nın bu seçim zaferi, bize, kadın haklarına önem vermenin ve bu hakları savunmanın ne kadar önemli olduğunu da bir kere daha gösterdi.
Dış politikanın seçim kampanyasında ve sonucunda, ekonomi ve işsizlik sorunları kadar önemli bir yer tutmadığına şahit olduk.
Doğru; Ancak unutmamamız gerekir ki, Obama rakibinden daha ılımlı, uluslararası birlikte çalışmaya daha yatkın ve istekli, sert güç yerine diplomasiyi önemseyen bir çizgide duruyor. İlk başkanlığında, Birleşmiş Milletler Büyükelçiliği’ne, çok yakını olan ve onun gibi Afrika-kökenli Amerikalı Susan Rice’ı atadı. Dünya Bankası Başkanlığı’na yoksullukla ve hastalıklarla mücadelede güçlü bir deneyimi olan Kore kökenli Jim Kim’in seçilmesini sağladı. Obama’nın anlayışı, Romney’ye göre, daha güven duyulan bir dış politika anlayışını ortaya koydu. Obama döneminde, küresel ölçekte yaygınlaşmış olan anti-Amerikan tepki duygusu da azaldı. Amerikan çıkarları, dünyanın çıkarları ve de Türkiye’nin çıkarları, savaş yerine barışta, ekonomik kalkınmada, yoksulluğa ve işsizliğe karşı mücadelede, demokraside ve daha adil, ama etkin bir demokratik küresel düzende birleşiyor. Uluslararası örgütler, devletler ve sivil toplum daha aktif olarak birlikte çalışmak zorunda. Obama bunun farkında.
Ekonomi dışında, bir diğer önemli unsur da Latin Amerika kökenli olup, ABD’de yasayan nüfusla ilgili değil mi?
Evet. Latin Amerika kökenli nüfus, toplam nüfusun yüzde 15’i. Bu oranın bir kısmını da, ABD’ye girme izni olmadan bu ülke de yaşayanlar oluşturuyor.
Obama Romney’ye kıyasla çok daha kucaklayıcı ve ılımlı bir tavır takındı. Örneğin, anne babalarıyla birlikte yıllar önce çocukken ABD’ye izinsiz girenlere, durumlarını normalleştirecek, oturma izni verecek ve vatandaşlık yolunu açacak önlemleri Obama aldı. Latin Amerika kökenli kitle, Obama’yı 70%’i aşan bir oranla destekledi ve seçim başarısında önemli rol oynadı.
‘Bölünmüş ülkede Obama’nın zaferi’
Amerikan demokrasisi siyasal kutuplaşmadan ve uzlaşma kültürü tahrip olmuş siyaset anlayışından çok zarar gördü, değil mi?
Seçimlerin de sergilediği gibi, Amerika, oldukça bölünmüş, siyasal olarak kutuplaşmış bir toplum görüntüsünde. Bu, endişe duyulacak ve riskli bir durum. Seçim sonuçları da, bu nedenle, “bölünmüş bir ülkede, Obama’nın zaferi” olarak yorumlandı ve Obama’nın bu sorunu çözmesinin çok önemli olduğu vurgulandı.
Ancak, Amerikan demokrasisinin çok sağlam demokratik gelenekleri var; her zaman, güçlü bir muhalefet var. Her seçim, bu seçimde olduğu gibi ciddi ve zor bir seçim yarışına sahip oluyor. Aynı zamanda, Amerikan demokrasisi, güçlü bir “denge ve denetleme” (Checks and Blances) sistemine sahip. Tüm bu özellikler, bugün kutuplaşmış ve uzlaşma kültürü tahrip olmuş Amerikan demokrasisinin, bu sorunları aşabileceğini de bize gösteriyor. Demokrasi kurumlaştığı zaman, siyasette, bugün olduğu gibi kutuplaşma ve uzlaşmadan uzaklaşma sorunları yaşansa bile, bu sorunları aşma potansiyeli taşıyor.
Bu niteliği özümsemek, bu temelde hareket etmek, para sahibi olmaktan, bu temelde güçlü olmaktan daha önemli. Obama da, “Büyük Paranın” Romney’yi desteklemesine rağmen kazandı; sosyal medyayı çok iyi kullandı; geleneksel, ev kapılarını çalan siyasete önem verdi; binlerce gönüllüyü en kritik eyaletlerde örgütledi; insana dayanan seçim kampanyasını çok önemsedi. Çağımızın teknolojik dünyasında bile insana önem vermek, insan temelli hareket etmek ve insanlarla ilişki halinde olmak, onlara dokunmak çok önemli.
‘Yumuşak güç, her iki tarafın yararına’
Obama’nın yeniden başkan olmasının Türkiye için ne anlam taşıyacağı ve olası sonuçlarına gelelim. Özellikle, Ortadoğu’da istikrar ve barış sorunu ile Suriye krizi bağlamında...
Herhangi bir Amerikan yönetimi için, Ortadoğu bölgesi her zaman çok önemli olmuştur ve önemli olmaya devam edecektir.
Petrol, İsrail ile yakin ilişkiler, İran, bölgesel istikrarsızlık; tüm bunlar, hiçbir ABD başkanının sırt çeviremeyeceği sorunlardır. Her ne kadar bu konularda, Obama Romney’ye göre daha dikkatli, daha barışçıl ve yumuşak güce önem veren bir yaklaşım sergilemiş olsa da, Amerika’nın ulusal çıkarlarını birincil gören ve iç politikayı da göz önünde bulunduran bir dış politika izlemesi doğal olacaktır.
Türkiye’nin bunun bilincinde olması, Avrupa’ya dönük uzun vadeli toplumsal hedefimizi, bütün zorluklara rağmen canlı tutması ve Amerika ve Ortadoğu ilişkilerine bu temelde bakması çok önemlidir. Ortadoğu’da Türkiye komşu ülkelerle, ekonomik, kültürel ve insani ilişkilerini geliştirirken, bu ülkelerin iç politikasında taraf olmaması, uzun vadede herkesin yararına olacaktır. Arap baharında ve Ortadoğu’da ülkelerin geleceği kendi vatandaşlarının elinde olmalıdır. Amerika da Obama başkanlığında bölgeye bu temelde yaklaşmalıdır. Bush döneminde gördüğümüz aşırı müdahaleci yaklaşım yerine, yumuşak gücü önemseyen bir yaklaşım hem Türkiye’nin, hem de Amerika’nın yararınadır.