İstanbul seçiminin İstanbul seçimi olmaktan çıkacağı belliydi. Çünkü İstanbul, Türkiye’nin maketidir. Zira 81 vilayet bu şehre göç vermiş ve vermeye devam etmektedir. Ordu, Sivas, Kastamonu, Trabzon, Rize gibi öyle şehirler var ki kendi nüfuslarından fazlası İstanbul’da yaşamaktadır.
Adaylar ve onların temsil ettikleri siyasi partiler de ister istemez Anadolu’yu mesken tuttular. Kanaat önderi, hısım-akraba ve hemşehri markajı İstanbul seçimine damga vurdu.
Sürekli yalnız ve mağdur olduğu ileri sürülen muhalefet adayı (E. İmamoğlu) üzerinden büyük oyunlar oynanıyor. İçeride ve dışarıda yalan üzerine bina edilen kara propagandanın ve algının daniskası yapılıyor. Belli ki E. İmamoğlu belediye başkanı adayı olmaktan çıkarılıp, Tayyip Erdoğan’ın karşısına rakip başkan adayı olarak dikilmek isteniyor.
Yalnız olarak lanse edilen İmamoğlu’nun arkasında gerçekte bütün bir dünya var. Daha açık ifadesiyle söyleyelim: Tayyip Erdoğan’ın devrilmesini kimler istiyorsa, bunların hepsi (yerli ve yabancı) İmamoğlu’nun yanındadır.
Burada gerçekten bir yalnızlık söz konusu olacaksa, gerçek yalnız Binali Yıldırım’dır. Tek başına hem içerideki tüm muhalefete ve hem de dışarıdaki tüm dünyaya karşı mücadele etmektedir.
Ayrıca ortada bir mağduriyet varsa ve bunun sonucunda biri mağdur olmuşsa, bu, oyların yalnızca yüzde onu sayıldığında 15 bin oyunun çalındığı anlaşılan kişi değil midir?
Dedik ya, burası Türkiye’dir ve buradaki piramitler terstir ve bu terslik kimilerinin işine geldiğinden normal addedilmek-tedir!
Ya 120 bin oy alıp da aradaki farkı 15 bin gören- seçimi AK Parti’ye kaybettiren, biz Saadet Partisi’yiz diyenlere ne demeli? Dava olarak iddia ettikleriyle yaptıkları taban tabana zıt bir oluşumu iftihar ederek anlatabiliyorlar.
CHP kazansın ama yeter ki AK Parti kazanmasın anlayışı Saadet Partisi’ne ve Saadet Partililere ve iddia ettikleri davalarına ne kazandırır?
Vaktiyle 1973 seçimlerinden sonra kurulan CHP-MSP (Ecevit-Erbakan) koalisyonunu duayen gazeteci Rauf Tamer karpuza benzetmişti; dışı yeşil, içi kırmızı!
Demek ki aradan 46 sene geçmesine rağmen mahut karpuz, tazeliğinden hiçbir şey kaybetmeden aynen duruyor!
Ve yine kendilerinin iddia ettikleri gibi, ‘anahtar’ rolü oynayabiliyorlar. Ama nedense bu uğursuz anahtar açmaya değil de hep kapatmaya memur!
Kurt siyasetçi Süleyman Demirel’e kurmayları seçim öncesinde değerlendirme yaparken, rakip partilerin durumu ve onlardan nasıl oy devşirilebileceği anlatıldığında, Demirel, “O hesapları bırakın, herkesin oyu kendinindir. Biz kendi oyumuza sahip çıkalım, kendi seçmenimizi sandığa taşıyalım, yeter!” derdi.
AK Parti’nin ‘kendi seçmeni’, sandığa gitmeyen ‘küskünler’dir.
Şu halde, AK Parti’nin birinci önceliği kendi evinin içini ve önünü temizlemesidir; ‘küskünler’i yeniden kazanmasıdır.
İşin tuhafına bakın ki küskünlere verilecek ayar da yine Anadolu’dan yapılmak zorundadır.