Her şey hayal etmekle başlar. Çok okur, araştırır, yazarsın. Sonra siler, sonra tekrar yazarsın. Kimi zaman üstüne uykuya yatarsın. Kimi zaman beğenmez atarsın, ya da bir bilene danışırsın. Hepsinin ardından artık yola çıkarsın.
Berker Okan, bu hafta konuğum… Deyimim tam yerindeyse, hayallerinden gerçek yaratıyor. Son Yolculuk, Mavi Kız Kahve Çocuk, Kırmızı Atkılı İstavrit kitaplarının yazarı, en güzeli bir de Bilişim Öğretmen’i.
Yeni nesil yazarlar arasında dibine kadar hakkını verenlerden.
Hayranlık duymamak elde değil Berker’e. Karşılaştığı onca acı tecrübe ve olumsuzluklara göğüs gerdi. Her birinden bir ders çıkardı. Öğrenmeye devam ettiğine inandı. En güzeli de can parçası annesini romanlarında ölümsüz bir kahraman yaptı.
Berker, yazdığı kitaplardan birinde şöyle diyor: “İki şey vardır ki muhakkak değiştirir insanı. Biri aşk, diğeri ağır bir hastalık. İkisinden birisi başına gelince; artık o eski sen olamazsın bir daha: Kaderin yeniden yazılır çünkü.”
Şartlar ne olursa olsun. Pes etmek yok, ders çıkarmak var diyor bizlere…
Berker Okan’ı tanıyalım…
Merhaba öncelikle; 1982 yılında İstanbul’un Rami semtinde dünyaya geldim. Civardaki semt okullarında “çalışsa yapar” diye bahsedilen öğrencilerden biriydim. Çok çalışkan değildim. Hala da değilim. Sadece en büyük özelliğim nesneler ve olaylar arasındaki bağlantıları, örüntüleri, çok kolay kurabilmemdir.
Aslında bu da yaratıcılığın tanımlarındandır. Olaylar arası bağlantı kurmak ve büyük resmi görebilmek…
Evet, küçükken bu sayede hep sivrilmişimdir.
Romanlar yazdın ve kitaplarını okuyan, yenilerini yazmanı bekleyen bir kitleye ulaştın. Okuldayken seni keşfedip, yönlendiren bir öğretmenin oldu mu?
Açık ve net, hayır. Küçüklüğümde coşkun akan bir nehir gibiydim, fakat yatağımı bilmeden akıyordum. Bir söz vardır: “Bir insanın en büyük şansı nitelikli bir öğretmenle karşılaşmasıdır.” Ben o öğretmenle eğitim hayatım boyunca bir türlü karşılaşamadım. Görece vasat okullarda, kalabalık sınıflarda eğitim aldım.
Peki, ailenin senin gelişimine katkısından söz açarsak?
Tabii, sahip olduğum bunca vasatlığın içinde olağanüstü bir anneye sahiptim. Çok fazla konuşurdu bizimle ve çok fazla hayal kurdururdu. O hayallerin içinde her şey olabiliyordum ben.
Anneler, değerleri paha biçilmez. Ya baban?
Babam bütün ipleri annemin zekâsına teslim etmiş bir adamdı. Ne yaparsam yapayım annemin desteğini hep arkamda buldum. Bu bana hep bir yukarıya sıçrama motivasyonunu verdi. Hiç tereddüt etmedim yeni adımlar atarken.
Örnek vermen gerekirse?
Annem, 30 yaşımda yeni bir üniversiteye başlamama bile itici güç olmuştur. Diplomamı onu kaybettikten altı ay sonra mezarına götürdüm.
İlk ne zaman karalamaya başladın?
Yazmanın büyülü dünyasıyla 20’li yaşlarımın başında tanıştım. “İki şey vardır ki muhakkak değiştirir insanı. Biri aşk, diğeri ağır bir hastalık. İkisinden birisi başına gelince; artık o eski sen olamazsın bir daha: Kaderin yeniden yazılır çünkü.” demişim son kitabımda.
Güzel söz… Seni değiştiren ve sana yazdıran bunlardan ilk hangisi dersek...
Beni aşk değiştirdi. İlk defa birine kendimi anlatmak istedim ve o beni dinlemedi. Ona söyleyemediğim her şeyi yazmaya karar verdim. Daha sonra bu durumda kalan insanların, yani büyük şairlerin, kendilerini nasıl ifade etmeye çalıştıklarını anlamaya çalıştım. Anlatmak istediğin kişi seni dinlemeyince, sen hep sorunu kendinde buluyorsun. Oysa, onun seni dinlemek istemediğini hiç düşünmüyorsun. Her seferinde daha güzel sözcüklerle kendini anlatmaya çalışıyorsun. Bir gün geliyor, derdini anlatmak istediğin kişi sana hala sağır fakat çevrende senin ne anlattığını dinlemek isteyen onlarca insan bulmuşsun. Yazmanın sihrine işte böyle kapıldım.
O zaman kısa bir merak giderelim okurlarına. Şimdi ne durumda aşk hayatı?
Aşk var. Hep var. Bazen şekil değiştirir, bazen siluet. Ne var ki geçen yıllarla birlikte artık duygular daha rafine hale geliyor; ilk gençlikteki gibi yılkı atıymışçasına dizginlenemez değil. Bir yaşa kadar hayatın aşka göre, bir yaştan sonra aşkın hayatına göre şekil alıyor. Yapabileceğim bütün kelime oyunlarını yaptım, hadi sonraki soruya geçelim...
Tam edebiyat yaptın… Pekala, roman yazmakta yaratıcılığı nasıl anlatırsın? Hikaye oluşturmanın ötesi midir?
Roman yazarken, kafanın içinde yeni ve eşsiz bir dünya yaratıyorsun. Yarattığın o dünyanın tek yüce gücü sen oluyorsun.
Hiç böyle düşünmemiştim. Örnek verir misin?
Mesela, istediğin karakteri ikilemde bırakıp, istediğine güzel seçimler yaptırıp, dilediğinin yaşamına son verebiliyorsun. Bu bir yazarın başına gelebilecek en keyifli duygu olmalı. Bir masada kurgu yaparken oluşturduğun dünyanın karakterlerini yaratırken, mekânlarını donatırken, bir yandan olay akışını sağlayabilmek, benim için, zekâmın bütün olanaklarını kullanmak anlamına geliyor. Bu da bana sonsuz bir haz veriyor.
Sevgili anneni kanserden kaybettiğini biliyorum… Sanırım, hayat sadece kitaplarlayken avuçlarımızın içinde.
Evet, yaklaşık iki sene süren bir kanser mücadelesi verdik annemle. Bir yere kadar her şey olumlu gidiyordu. O zamanlar olanın bitenin çok da farkında değildim.
Çok zor olmalı…
Tedavi süreci kötüye gitmeye başladığında bilinmeze sürüklendiğimi ve bir yerden sonra kaybolacağımı hissettim.
Nasıl üstesinden geldin?
Bir karar aldım ve bu süreçte başıma gelecek her durumu, daha sonra yazacağım bir kitabın bana sunulan ön gösterimi olarak kabul etmeye çalıştım. Bu, duyduğum üzüntünün şiddetini arttırsa da - çünkü unutmak iyileşmektir ve ben hiçbir şeyi unutmamak üzere yaşıyordum - bilinmezlikte sürüklenişime son verdi. En sonunda yaşayamam, katlanamam, dayanamam dediğim durumların içindeyken de içimdeki çocuğun gözlerini kapatıp, hepsi geçecek diye kendimi teskin etmeye çalıştım.
Ve üçüncü kitabın…
Evet… Annemle verdiğimiz mücadele bir roman oldu ve annemi bir roman karakteri olarak yaşatmayı başardım.
Anneni özlediğinde ne yapıyorsun?
Bu çok keyiflendiren bir duygu beni. Her şeyin ardından insandan geriye sadece anılar ve ona duyulan özlem kalıyor. Bir de rüyalar. Bu anları hiçbir şeyin bozmaması için her şeyi susturuyorum. Tipik bir “anılar resmi geçidi”ne saygı duruşu…
Hayat bu dünyada son bulsa da anneni romanlarında yaşatıyorsun. Kendi mucizeni yaratıyorsun. Yaşam, bir hikaye gibi…
Evet, şunu ekleyeyim. Kemoterapi ünitelerinde, ameliyathanelerin önlerinde, hastane odalarında tanık olduğum durumlar, tanıdığım insanlar, yaşadığım süreçler hepsi yazarken artık beni daha güçlü kılıyor. İnsan en çok deneyimlediği bir şeyi yazarken kendini rahat hissediyor. Bu tecrübeler de ömrümün sonuna kadar yazacağım her kitapta bana ışık tutacak.
Yazar olmak isteyenlere yaratıcı yazarlık eğitimleri dahi veriliyor. Yazarlıkta yaratıcılığı geliştirmek için ne dersin?
Yaratıcılığı geliştirmek tamamen zekânın kıvraklık kabiliyetiyle alakalı. Nasıl bir sporcunun mükemmele ulaşmak için sonsuz deneme yapması gerekiyorsa, yazarlıkta da varsayımların olduğu sonsuz senaryoyu test etmek gerekiyor, çok fazla teknik okuma yapmak gerekiyor. Olabildiğince farklı ve fazla kitap okumak gerekli mesela. Değişik stilde yazan yazarların kitaplarını okumak bu kıvraklığı yakalamada bana çok yardımcı oluyor. Zaten okuduğun kitap sayısı arttıkça yazım dünyasının evrensel kurallarını öğreniyorsun ve bir yerden sonra en başta bahsettiğim kavramlar arası ilişkileri görmeye başlıyorsun. Gerisi senin düşüncenin özgürlüğüyle, bilginin sınırlarıyla ve zekânın kabiliyetiyle şekilleniyor.
Sen bunu nasıl yakalıyorsun?
Ben bu esnekliğe ulaşmak için video paylaşım sitelerinden çok fazla bilimsel tartışma izlerim, sesli kitapları akış hızlarını artırarak dinlerim, insanların başına gelen her şeyi ve yaşanmış olayları unutmamak üzere zihnimde kayda almaya çalışırım. Bunlar benim yaratıcılığımı besleyen şeyler…
Gelelim Berker’i motive edenler, ona ilham verenler dersek…
Çalışma odama, kitapların arasına girmek derim. Klasik müzik dinleyerek, okuyarak yazı masamın beni çağırmasını beklerim.
Masan seni çağırıyor, gülümsettin beni. Peki neden klasik müzik?
Klasik müzik duygularımı düzene sokuyor her zaman. Bu arada çalışma odamın içindeki bütün eşyaları ve kitapları özenle seçtim ve ekledim. Dikkatimi dağıtacak, beni dışarı atacak hiçbir şey yok burada.
Hımm… Titiz ve düzenliyimdir mi diyorsun?
Daha çok aslında demek istediğim… Bana göre zamanın saçlarını tarayan, onu sakinleştiren bir şey var bu odada.
Devlette Bilişim Öğretmenisin ve bir yandan romanlar yazıyorsun. Bilgisayar ve edebiyat…
Evet, çok severek yaptığım iki meslek: Öğretmenlik ve yazarlık. Bilgisayar ve edebiyat arasında bağ kuracak olursam ilk önce bir tezattan bahsetmem lazım. Bilgisayar hep iki durum üzerine şekillenir. Üçüncü bir ihtimal dijital dünyada yoktur. Roman yazarken ise olabildiğince çok ihtimali masaya koymalısınız ki yazdığınız kusursuza yakın olsun.
Buradan nasıl bir fayda çıkarabiliriz?
Çok basit. Sayısal düşünmeye alışkın insanlar, olumsuz yeni durumlara çok hızlı bir şekilde çözüm üretmeye yatkındır. Zihnim sürekli çözüm odaklı çalıştığı için romanlarımın kurgusunda hiç köşeye sıkıştığım hissine kapılmam.
Peki Bilişim Öğretmeni olmandan bahsedersek?
Sorma… Öğretmen olduğumu duyan herkes beni Edebiyat Öğretmeni sanıyor. Bilişim Öğretmeni olduğumu duyduklarında şaşırıyorlar haliyle. Çalıştığım okul %1’lik dilimden öğrenci alan, sayısal seçim yapan öğrencilerin yoğun olduğu bir okul. Sayısal becerileri çok yüksek olan öğrenciler ile çalıştığım için verdiğim eğitimin yanında onlar için en büyük gayretim okuma alışkanlıklarını geliştirebilmek konusunda oluyor. Bu onlara kazandırabileceğim en güzel beceri diye düşünüyorum.
Seni nasıl kabul ediyor öğrencilerin?
Onlara da sormak lazım… Öğrencilerim öğretmen Berker Okan’ı, sanırım, daha çok seviyor.
Dijital dünya ve sosyal medyada oldukça aktifsin.
Facebook kullanıcısı olmam 2007 yılına dayanıyor. Evet, o mecrayı etkin kullanıyordum. Hatta ilk kitabımın okuyucu kitlesini oradan oluşturdum diyebilirim.
Diğerlerini de çok sık kullanıyorsun, takip ediyorum…
Hepsini hakkını vererek kullanıyorum. Bir kimlik yönetimi yapıyorum. Çünkü, bir ismi temsil ediyorum orada da. Dijital dünya ile gerçek dünyadaki o iki kişi arasında herhangi bir tutarsızlık doğurmamaya özen gösteriyorum. Bu zamandan sonra insanlara ulaşmak istiyorsan insanların cep telefonlarına bir şekilde girmen gerekiyor. Ortalama günde 6-7 saat ekrana bakma süresi olan insanlardan bahsediyoruz. Ben kendi adıma daha çok canlı yayın yapmaya çalışıyorum bu süreçte. Kendimi, fikirlerimi, yazdıklarımı merak edenlerine bu mecradan anlatmaya çalışıyorum.
Son olarak, yeni nesil bir yazarsın. Dijital dünya için kitaplar üzerinden ne planlıyorsun?
Bir yazarın yazdığı kitabı seslendirmesinin yazdığı kitaba anlam bakımından biraz daha derinlik ve hayat katacağını düşünüyorum.
Örnek verir misin?
Tabii, mesela sosyal medya üzerinden her gün bir bölüm olacak şekilde Mavi Kız Kahve Çocuk romanımı okuyorum. Okumam bittiğinde, kitabımı bir kitap okuma sitesine yükleyebilirim. Bu sayede, dijital bir arşive girmek de çok değerli olacak.