Demokrasilerde her kurum sorgulanıyor. Basının görevlerinden biri de halk adına bu sorgulamayı yapmaktır. Son dönemlerde en çok sorgulanan kurumların başında Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) geliyor. PKK ise sorgudan muaf!
Niye şehit vermedin?
TSK, 12 teröristin etkisiz hale getirildiğini bildirdiği açıklamasında, 13 taciz ve sınırdan sızma girişiminde bulunan PKK ile çatışmaya girildiği ve aralıksız süren çatışmalar sonucunda 5 teröristin, iki gün sonra bir başka çatışmada da 7 teröristin etkisiz hale getirildiğini, her iki olayda da güvenlik güçlerinin zayiat vermediğini kaydetti.
Bu açıklama, TSK sitesinde yer alır almaz sorgu başladı:
- TSK niye zayiat vermedi? Bu kuşku çekici bir durum,
- TSK neden şehit vermedi, bunda bir iş var, yoksa PKK’ya pusu mu kurdular, diye suçlandı!
TBMM’nin onay vermediği 1 Mart tezkeresi, Türkiye-ABD ilişkilerinde bir dönem dibe vurmasına yol açacak kadar önemli etkiler yarattı. 1 Mart tezkeresi birçok yönüyle çok tartışıldı. Kitaplara konu oldu.
Bir önceki Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un kaleme aldığı, “Terör Örgütlerinin Sonu” isimli kitap nedeniyle konu bir kez daha gündeme geldi. Başbuğ, kitabında 1 Mart tezkeresinin geçmemesini bir hata olarak değerlendiriyor. İlker Paşa, 1 Mart tezkeresinin reddedilmesiyle PKK’nın marjinalize edilmesi fırsatının kaçtığını vurguluyor. Hiç kuşku yok ki, Başbuğ’un kitabı sadece 1 Mart tezkeresi açısından değil, PKK ve terörle mücadele bağlamında aydınlatıcı olacak ve başvuru kitabı niteliği taşıyacaktır.
“İlker Paşa iyi yetişmiştir”
1 Mart tezkeresi denilince kuşkusuz ilk akla gelen isimlerin başında dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök gelir. Özkök, dünkü sohbetimizde, İlker Paşa’nın kitabını ve 1 Mart’la ilgili görüşünü konu edince şu değerlendirmeyi yaptı:
“İlker Paşa çok iyi yetişmiş bir komutandır. Her zaman görüşlerine değer verdiğim, aklına güvendiğim, danıştığım bir komutan olmuştur. Benim zaten çalışma tarzım öyledir. Arkadaşlarıma her zaman
Türkiye seçimlere yine terör baskısı altında gidiyor. Özellikle Güneydoğu için bu böyle...
PKK’dan ve siyasi temsilcilerinden gelen tehdit, terörü Türkiye’nin her yerine yayabilecekleri yolunda. Kastamonu’da yapılan saldırı gibi diğer bazı batı illeri için de tehditler yansıyor.
PKK ve aynı çizgideki BDP sözcülerinin tehdit söylemi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a kadar ulaştı. Erdoğan’a, “Elini Kürt halkından çek sonra o ele bir şeyler olur” tehdidi savruldu.
Keza Türkiye’yi Mısır’a, Suriye’ye çevirmekten söz edenler de oldu. Nihayet İmralı’dan gelen tehdit, 15 Haziran’a kadar talepleri karşılanmazsa, Türkiye’nin savaş alanına çevrileceği şeklindeydi.
İki başbakan
BDP’liler Türkiye’nin tek başbakanla yönetilemeyeceğini de ilan ederek, “çift başbakanlı Türkiye” talebini de gündeme getirdiler. “İki millet, iki dil, iki bölge, iki demokrasi, iki yönetim”den sonra “iki başbakan” da telaffuz edilmiş oldu.
Bir hafta aradan sonra yeniden birlikteyiz. Bir haftalık ayrılıktan sonra ilk yazımı teşekkür borcuma ayırmak istiyorum.
2000 yılından bu yana, geçirdiğim önceki ameliyatlarımda olduğu gibi, bu kez de beni başarıyla ameliyat eden ve tedavimi yürütmekte olan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden uluslararası üne sahip beyin cerrahımız Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e, anestezi uzmanı Prof. Dr. Saadet Özgen’e, enfeksiyon uzmanı Prof. Dr. Yeşim Şardan Çetinkaya’ya, beyin cerrahları Yrd. Doç. Dr. Gökhan Bozkurt’a, Dr. Nazlı Çakıcı’ya, beyin cerrahisi ve enfeksiyon servislerinin değerli hemşirelerine, Hacettepe Üniversitesi ve Tıp Fakültesi’nin değerli yöneticilerine içtenlikle teşekkür ediyorum.
Her zaman ve her koşulda yakın ilgisini ve desteğini gördüğüm Aydın Doğan’a, Erdoğan Demirören’e, Yıldırım Demirören’e ve Ali Karacan’a, Milliyet ve CNN-Türk çalışanlarına, tüm meslektaşlarıma ve değerli okurlarıma bir kez daha teşekkür etmeyi borç biliyorum.
Hastanede ziyaretime gelerek, telefon ederek, mesaj ve çiçek göndererek ilgilerini esirgemeyen siyasi parti liderlerine, bakanlara, milletvekillerine, belediye başkanlarına, diğer siyasetçilere, sivil toplum örgütü
Bu ülkede devlet ihalelerine hep kuşkuyla bakılmıştır. Bu kuşkulu bakışın hiç de haksız bir bakış olmadığını oy pusulaları ihalesi bir kez daha gösterdi.
Oy pusulalarının basım işi önce 12 milyon liraya ihale edildi. İtiraz üzerine bu ihale iptal edildi. İkinci kez ihaleye çıkıldı ve aynı firma ihaleyi aldı. Ancak garip bir fiyat farkıyla; ilk ihale bedeli 11 milyon 990 bin liraydı, ikinci ihale bedeli ise 899 bin lira! Arada tam 12 kat fark var.
İkinci ihale Hazine’ye yaklaşık 11 milyon lira kazandırdı. Ve şimdi hiçbir şey olmamış gibi, işlemler yürüyor. Devlet, oy pusulalarının basımı için 12 milyon lira vermeye hazırdı, şimdi 1 milyon liradan daha az verecek. Peki bu işte bir tuhaflık yok mu? Oy pusulaları için devletin kasasından 12 milyon lira ödemeyi planlayanların hiç kusuru yok mu?
Kitabına uydurursan
Eğer kitabına uydurursan, suç oluşmadan işini yürütebilirsin. İhale var mı? Var. Şartname var mı? Var. İhaleyi alan firma şartnameye uygun mu? Uygun.
İşte iş kitabına uydu!
Aysel Tuğluk, İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüştükten sonra söylemini sertleştirdi. Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) tehditler savurdu.
“Artık Mısır gibi Suriye gibi mi olur, bilinmez” diyerek, dayatmaları kabul edilmezse, Türkiye’yi bu ülkelere çevirebilecekleri tehdidinde bulundu.
Benzeri tehdit, İmralı’dan da geldi. Avukatlarıyla yaptığı görüşmede, “Tunus örneği”ni verdiği ve PKK destekçilerinin benzeri bir süreci başlatabileceklerinden söz ettiği öne sürüldü.
Çadır çabası
PKK’nın bu yöntemi kullanma girişimi yeni değil. Mısır’ın başkenti Kahire’nin Tahrir meydanında protestocuların kurdukları çadır, PKK ve destekçilerine de ilham vermişti.
Seçim kampanyası altında başta Diyarbakır ve İstanbul olmak üzere birçok il merkezinde çadırlar kurdular. Ancak hiçbiri Tahrir meydanındaki çadırlara benzemedi. Bundan sonra da ne kadar zorlanırsa zorlansın, benzemeleri mümkün görülmüyor.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) olağanüstü toplantısında Aysel Tuğluk’tan çifte tehdit geldi.
Kastamonu’dan dönmekte olan Başbakan’ın konvoyuna yapılan, bir polisin şehit olduğu bir diğerinin yaralandığı terör saldırısından bir gün sonra konuşan Tuğluk, hem şiddetin artabileceği hem de kendi demokrasi ve sistemlerini kuracakları yönünde tehdit yüklü bir konuşma yaptı.
“Kötü şeyler olacak”
Tuğluk, terörün tırmanacağı tehdidinde bulunurken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün açılım politikası öncesinde “iyi şeyler olacak” sözüne atıf yapmayı unutmadı. Buna karşılık, “Cumhurbaşkanı Gül güzel şeyler olacak, demişti. Bunca zaman geçti, olmadı. Şimdi yine keskin bir dönemeçteyiz. Dilim varmıyor demeye ancak, ‘kötü şeyler olacak’ ifadesini bir his olarak dillendirmek durumundayım” dedi.
Aysel Tuğluk’un sözleri bir histen öteye anlam taşıyor olmalı. “Kötü şeyler olacak” hissi, seçim öncesinde terörün tırmanacağı yönünde bir işaret olarak algılanabilir.
Bu sözler, DTK ve katılımcısı BDP’nin “demokratik mücadele” söylemini tekzip eden sözlerdir.
Kastamonu-Çankırı yolunda Ilgaz dağının eteklerinde kurulan pusuda, bir polis şehit oldu, bir polis ağır yaralandı. Şehit polise Allah’tan rahmet, yaralı polise acil şifalar diliyorum.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kastamonu’dan helikopterle ayrıldıktan sonra Ankara’ya dönmek üzere hareket eden konvoyuna eskortluk yapan polis otosuna gerçekleştirilen saldırının iki temel hedefi olduğu anlaşılıyor.
Birincisi Başbakan Erdoğan’a yönelik bir tehdit, ikincisi ise bir süredir aynı bölgede PKK’lılarla çatışan polisten intikam almak...
Hedef seçimi
Olaydan sonra konuşan Kastamonulu görgü tanıkları, Başbakan Erdoğan’ın kente geleceğinin günler öncesinden bilindiğini ve son günlerde bu bölgede teröristlerin eylem yaptıklarını söylediler. Bir süre önce Taşköprü’de polisi tarayan teröristlerin, daha sonra dağda bir çobanı alıkoydukları da biliniyordu.
Teröristler, dünkü saldırıyla sadece polisi değil aynı zamanda Başbakan’ın de hedef olduğu mesajı verdiler. Seçim kampanyalarının güven içinde olmadığı havası yaratmaya çalıştılar.