GÖRÜNTÜYE bakarsanız...
Eyvah.
Türkiye, bir kez daha ikiye bölündü.
Yarısı Hanefici.
Yarısı Gülenci.
Doğru mu?
Yanlış.
İSTANBUL’A yapılanlar yetmedi, yapılacaklar bitmedi.
Sırada “Erdoğan’ın çılgın projesi” var şimdi.
Çılgın proje, ne ola ki?
Belediye Başkanı Topbaş’ın daha önceki açıklamaları hatırlandığında “Boğaz’ın iki yakasını birleştiren bir teleferik yapmak” yeterince çılgın bir proje olabilir pekâlâ.
Birinci köprü.
İkinci köprü.
Üçüncü köprü.
BEN, yüzde 42.
O, yüzde 58.
Ben, küçük.
O, büyük.
Hoş.
Tersi olsaydı ne fark ederdi ki?
Ben, bir köşecikte çırpınan biri.
AHMET ÖZAL da amcası gibi “babasının akıbeti” ile “Ergenekon bağlantısı” kurma çabasında.
Fakat çok önemli farkla!
Çünkü Ahmet Özal diyor ki:
“Ölümüyle ilgili değil ama eğer arşivler açılırsa babama suikast olayı ile Ergenekon bağlantıları görülecektir.”
Arşivler...
Ah bir açılsa.
Gerçekler, ortaya ah bir saçılsa!
HAFTANIN olayı, belki yılın, belki de 100 yılın olayı olacak.
Eğer Ahmet Özal’ın “hangi gerekçe ile olursa olsun” yaktığı ampul, hele ki kontrol dışına çıkarak, benim gibi başka zihinlerdeki ampulleri de yakarsa...
Sadece “Turgut Özal’a yönelik suikast girişimi” değil, başta “Turgut Özal’ın ölümü” olmak üzere pek çok gizemli olaydaki karanlık da aydınlığa çıkacak.
Yıllar önce sürmeye başladığım bir izin, yıllar sonra vardığı şaşırtıcı noktada karşıma çıkan yepyeni bağlantılar; sanırım beni de, günlük telaşla eşzamanlı, sonu ve süresi meçhul bir yolculuğa çıkaracak.
Yine de şimdilik, bazı noktalara dikkat çekmekte yarar var.
Önce Korkut Özal’ın, yeğeninden birkaç gün önce söylediklerini hatırlayalım:
“Turgut Özal’ın öldürüldüğü söyleniyor. Zehirlenerek. Buna ait çok yazılar var, nitekim vefat ettiği zaman ağzından köpükler geldiği, bunun kalp hastası olan bir kimsede olamayacağı söyleniyor. Buradan da bir zehirlenme olayına gidiliyor. Biliyorsunuz bugün Türkiye’nin bir gizli teşkilatı var Ergenekon adı altında. Bu Ergenekon, Menderes’i de idama götüren gücün bir aleti. Turgut Özal’ı zehirleyenlerin de bunlar olduğu artık bilinen birşey.”
HANEFİ AVCI’nın kitabı 597 sayfa. Asıl gürültü koparan “Cemaat” bölümü ise 395’inci sayfadan başlıyor.
Önce ikinci bölümü, önemli yerlerin altını mor kalemle çizerek okudum.
Baktım.
Kitap mosmor oldu!
Yine bakıyorum da, Hanefi Avcı’nın yazdıkları karşısında kimi suskun, kimi ciddiye almaz havada...
Kimi de sille tokat saldırıyor kitaba ve yazarına.
Bir an durup, düşünmek gerek oysa.
AHMET HAKAN’ın “Siyasilere kişilik testi” önerisi, kâğıt üzerinde kalmamalı asla.
İnsanlar sormalı, karşılaştıkları her politikacıya:
- Diyelim ki lideriniz herhangi bir konuda “a” diyor... Peki siz makamınızı kaybetme pahasına “b” deme cesaretini gösterebilir misiniz?
Sorun lütfen...
Bu soruyu Taha Aksoy’a sorun.
Veya İsmail Katmerci’yi mi gördünüz, ona sorun:
- Diyelim ki lideriniz, “Şu oylamada parmağını kaldır/Şu oylamada parmağını indir” dedi. Peki siz gözden düşmeyi göze alarak tersini yapabilir misiniz?
O çok bilinen, o çok sevilen türkünün hele ki sıra nakaratına geldiğinde; yer gök inlemeye başlar:
“Sallasana sallasana mendilini
Akşam oldu göndersene sevdiğimi...”
Referandum sonuçlandığı andan itibaren...
HSYK’ya adaylık rüyası görenler de sallamaya başladılar hemen:
“İnsan haklarına ve özellikle bağımsız yargı kurallarına aykırı olan terfi sistemini tamamen değiştirmek için mücadele edeceğim.”
“Kesinlikle siyaseti, yargı kurumundan uzak tutacağım.”