BUGÜN 1 trilyon 119 milyar dolarlık ekonomik büyüklüğüyle dünyada 15’inci sırada Türkiye.
Hesaplamışlar.
Yıllık ortalama yüzde 5 büyüme hızıyla, Kanada’yı 2014, İspanya’yı 2015, İtalya’yı 2020, Brezilya, İngiltere ve Fransa’yı 2024, ABD’yi 2063 yılında geçebiliyormuşuz.
Yüzde 7 büyürsek, şu andaki İspanya ve Kanada’yı 2013, İtalya’yı 2017, ABD’yi ise 2048 yılında geride bırakabilecekmişiz.
Elbette o ülkelerin “yerinde sayması” koşuluyla!
Hayatta hiçbir şeyin garantisi yok.
Yani ileri gitmeyi hesaplamak kadar, “ters kepçe gelmek” de bir ihtimal.
MUSTAFA Balbay’ın gazetesindeki köşesinde düzenli yazma şansı yok.
O da ne yapsın?
“Yazar” gibi konuşuyor.
İleride yazılacak tarih için mahkeme zabıtlarına kayıt düşüyor!
Son duruşmada Engin Aydın’ın trajik sonunu dile getirdi önce. Onun, dava sürecinde yaşamını yitiren 5’inci kişi olduğunu söyledi ve şöyle dedi:
“Türkiye’de organ yetersizliğinden, solunum yetmezliğinden ölümlerin yanına hukuk yetmezliği eklendi.”
Gerçekten bir “yetmezlik” durumu var.
ÖSYM Başkanı Prof. Ali Demir’in 11 Şubat günü Bursa’da yaptığı açıklama resmen olmasa da, alenen verilen bir cevap oldu 9 Şubat günü yayımlanan yazıma.
Demiştim ki o gün:
“Aziz ve muhterem ÖSYM Başkanı ‘Türbanın sınav güvenliği açısından bir engel teşkil ettiğine inanmıyoruz’ derken, inancını belli ediyor zaten!
Devamında ise ‘Eğer bu tür endişeler oluşursa özellikle parmak izi takibi ya da göz bebeği takibi gibi tedbirlerle sınav güvenliğini sağlayacağımızı garanti edebiliriz’ diyerek zevahiri kurtarmaya çalışıyor.
Tamam.
Garanti et o zaman.
Ama parmak izi takibi, göz taraması yetmez.
İLK bağlantıyı 7 Ocak günü saat 10:47’de yapmışım. Haberin başlığı şöyle:
“Savunma Bakanı o gün neredeydi?”
Soru, CHP Milletvekilli Atilla Kart’a aitti.
Ayrıntısı ise çok önemliydi.
Atilla Kart Genelkurmay Başkanlığı’nın, “muhtıra” olarak tanımlanan 27 Nisan 2007 tarihli açıklamasından 1 gün sonra yapılan Bakanlar Kurulu toplantısına, Milli Savunma Bakanı’nın davet edilmediğini söylemiş ve “Hükümet, Bakanlar Kurulu toplantısındaki görüşmelerin, Milli Savunma Bakanı aracılığıyla birilerine ulaştırılmasından mı endişe ediyor?” demişti.
Gerçekten de “ibretlik bir haberdi” bu.
Üstelik habere konu olan soru bugüne kadar da yanıtlanmadı veya en azından ben o cevabı görmedim, duymadım ve bilmiyorum.
İNSANLARIN hayatlarını, hayallerini, sevinçlerini, hüzünlerini sömürerek; bundan “kazanç” sağlayanlar, herhalde pek de muteber bir iş yapıyor sayılmazlar.
Hayret.
Bugün bir tuhaflık var bende.
Lanetlik bir eyleme, ne kadar da naif biçimde yaklaştım böyle!
Yok.
Adını açıkça koyalım:
İnsanların hayatlarını, hayallerini, sevinçlerini, hüzünlerini sömürenler birer yağmacıdır.
SON seçimden başlayıp, şöyle bir geriye doğru gidelim. Bakalım, çok partili siyasal yaşamda, seçimlerden birinci çıkan partiler hangi oranda oy almışlar:
Yıl 2007, AKP’nin oyu, yüzde 46,58
Yıl 2002, AKP’nin oyu, yüzde 34,28
Yıl 1999, DSP’nin oyu, yüzde 22,19
Yıl 1995, Refah Partisi’nin oyu, yüzde 21.38
Yıl 1991, DYP’nin oyu, yüzde 27,03
Yıl 1987, ANAP’ın oyu, yüzde 36,31
TORBANIN içindekiler deşildikçe ortaya çıkıyor.
“Kirli çamaşır” misali!
Kusura bakmazsanız, bir parantez açmak istiyorum. Çünkü “çamaşır” demişken, tam yeri.
İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi’nin, hayat kadınlarıyla birlikte partiler düzenlediği iddia edilen lüks malikânenin önünde yüzlerce kişi toplanmış.
Donlar havada uçuşuyor!
Kafalarına Berlusconi maskeleri takmış İtalyanlar, onu “ülkenin onurunu çalmakla” suçluyorlar.
Fuhuş âlemlerinin yapıldığı yere ilginç bir isim takmışlar, “bunga bunga evi” diyorlar.
ÇOCUKLAR kazıktan kurtulmuşçasına, zemberekten boşalmışçasına çalışıyor.
Kim ki üniversiteye girişte yaşanan bu amansız yarışta birileri lehine yarar sağlayacak, hak ve adalet dengesini bozacak bir müdahale yapar...
Onlar soysuzdur.
Onlar aşağılıktır.
Onlar yok edilmeye müstahak yaratıklardır.
Bir kere bu, böyle biline.
Yine bilinsin.