Son zamanlarda yabancı maçları gerek televizyondan izleyen ve gerekse maçlara giden çeşitli taraftarların anlamsız bulamayacağımız birçok söylemleri var.
“Yahu adamlara bak nasıl koşuyorlar. Nasıl paslaşıyorlar. Soldan sağa, sağdan sola nasıl taktik uyguluyorlar, hem de doksan dakika yorulmadan.” Arkasından da ilave ediyorlar, “Bir de bizimkilere bak” diye. Çarşaf çarşaf maç tenkitleri yapan yazarlarımız alınmasınlar. Ne yazılarında ne de tenkitlerinde seyircinin ve taraftarın yaptığı bu mukayeseleri gündeme getiriyorlar.
Komplekse girmeyelim diye mi acaba. Varsa yoksa kendi futbolumuz içinde karşılıklı çekişiyorlar, atışıyorlar, çatışıyorlar. Bir kördüğüm ki sormayın gitsin. Kim ne derse desin son yıllarda bir şeyler oldu. Nazar değdi güzel futbolumuza. İşte son maçlar-yabancı karşılaşmalar adeta bize olmuyor-olmuyor şarkılarını söylettiriyorlar. İşin psikolojisine mi inmeli, şike olayları mı demeli, çok yabancı var mı demeli, demeli oğlu demeli. Karışık mı karışık bir problem.
Avrupa Şampiyonası’nda yokuz. Dünya Şampiyonası ne olacak gibi soruları sormayalım mı? Yoksa artık kapılarımızı dış dünyaya kapatıp kendi içimizde gelin güvey mi olalım? Yoksa bağırıp çağırıp,
Toplumsal alanda reform adı ile ön plana çıkaracağımız her yenilenme hayatımızın akışı içinde önemli bir sosyal oluşumdur.
Eğer böyle olmuyorsa toplumların ve kişilerin hayati yaşamları gelişemiyor demektir. Yenilenme bir anlamda kültürel bir olgunluktur. Politikada ve ekonomide, hatta din anlayışında bile yenilenme hayati bir faktördür.
Futbol takımımızın yeni teknik direktörünün, eskileri bırakıp yenileri alarak takımı gençleştirmesine şaşmamak ve sürpriz olarak ele almamak gerekir. Belki deneme maçlarında olabilecek yenilmeler karşısında homurdanmalar olacaktır. Bu homurdanmaları Alman Milli Takımı’nı gençleştiren Löw’de de yaşamıştık.
Ama bugün bu takım korkulan bir ekip oldu. Futbol Milli Takımımızın teknik direktörünü bu cesaretli adımı atması nedeniyle desteklememiz ve tebrik etmemiz gerekir. Eski teknik direktörler maalesef “aman yenilmeyeyim” korkuları ile yenilenmeyi kulak arkası yaptılar ve olanı gördük.
Şimdi gençlerle ümitlenmeliyiz ve övünmeliyiz.
Tabiattaki mevsimleri insanlar kış, yaz, sonbahar ve ilkbahar diye belirlemişlerse de tabiata yaptıkları saygısızlık yüzünden bu düzen de bozulmaya yüz tutmuştur.
İnsanlar tıpkı tabiatta olduğu gibi futbolda da acayip bir fırtına estirmektedir. Irkçılık, doping, şike vs. gibi. Şike hikayelerinden sonra, şimdi de federasyon hikayelerinden sıkıldığınız için gündemi değiştirelim dedik. Puan cetvelindeki baştakiler ve sondakilerin durumu rengini belirtmeye başladı. Artık bu mevsimde yani bu son devre aralığında başarısızlığın günah keçisinin bulunması elzemdir.
Bu keçi, her zaman olduğu gibi teknik direktördür. Avrupa’da daha şimdiden teknik direktör dökümü başladı. Bakalım önümüzdeki günler bizde ne gösterecek? Kim dökülür, kim kalır onu Allah bilir. Bu teknik direktör dökümünü dönme dolaba benzetmek mümkündür. Zira teknik direktör pazarı inişli çıkışlıdır. Bu sistemde giden bir daha gelmez prensibi yoktur. Yani teknik direktörler Allah uzun ömür versin eskimezler. Futbol hayatı sporcu ve teknik direktör için bir fırıldağa benzer. Bu yüzden futbolda top yuvarlaktır boşu boşuna denmemiştir. Bir bakarsınız Kazakistan’a, Çin’e giden teknik direktör İngiltere’den ya da İtalya’dan
Artık işin ciddi tarafı kalmadığı için biraz fantazi yazı da yazılabilir. Biri kalktı futboldaki kaosu Allah’a havale etti. Allah da bu utanç tablosunu örtmek için kar yağdırdı. Söylemez miyiz “kar yağdı da böyle oldu” diye. İşte tam da öyle oldu.
Ama şimdi doğanın gereği o kar kalktı ve altından çamur ortaya çıktı. Hani ‘takke düştü, kel göründü’ gibi. Hakikaten şimdi kelin görüntüsünü bırakın, çıkacak çamurun kirliliği karşısında ne olacak sorusuna üstadlar ne cevap verecekler acaba ona bakın. Çıkmaz sokak gibi zor iş.
Nitekim, aklı evvel bir sürü yorumcuyu televizyonlarda dinledikçe, yazdıklarını okudukça insanın aklı daha da karışıyor. Hani zamanında Osmanlı Devleti’ne boğazın hasta adamı derlermişler ya. Biz de futbolumuza şimdi ‘boğazın hasta futbolu’ desek yerinde olur gibime geliyor. Nasıl denmesin ki...
Türk futbolunun ana kulüpleri boğaz ekseninde değil mi? Kaos da onlardan kaynaklanmıyor mu? Bakın aslında biri çıksa da şu İstanbul kulüplerini kümeden düşürün kurtulalım dese. Şu okullar olmasa eğitimi nasıl güzel yürütürüm gibi... Ligleri de yürütüveririz olur biter. Belki de iş Allah’a kaldı diyenin hakkı var. Çünkü kulları bu işi hakikaten beceremiyor.
Seyirci adı üstünde seyreder. İyi bir seyircinin gayesi iyi bir oyun seyretmektir. Sahaya önyargı ile gelmesi tabidir. Yani takımının kazanacağını öngörür. Basında okudukları tabi ki onu etkiler. Tıpkı politikada olduğu gibi okuduklarını pozitif ve negatif değerlendirir. Bilhassa futbol dalında seyirci, hele futbol hastası basını önemle takip eder.
Sahadaki seyirci ve TV’deki seyirci de yazılı basını günü gününe adeta yutarak okur. Son günlerde yazılı basını takip eden sporseverlerin bir bıkkınlık içinde olduğuna rastlanıyor. “Yeter be kardeşim. Şike ise şike. Şu işi bitirin” deyip sahada olanlara soğuk duruyorlar. Belirsizlik basından değil, spor yöneticilerinden kaynaklanıyor. Basının görevini olanı biteni okuyucusuna iletmektir. Bıkkınlık ve belirsizlik Türk futbolunda seyircinin ilgisini daha doğrusu o coşkusunu çok zedelemiştir. Neredeyse sahaya çıkıp bitirin şu işi diye bağaracaklar.
Hangi renkten olurlarsa olsunlar. Hakikaten kardeşim yönetici misiniz, idareci misiniz, hislerinize bağlı olmadan bitirin şu işi artık.
O şunu dedi, şu bunu söyledi gibi satırlar yazmak ve bunlar üzerinden tenkitler yapmak sıkıcı yazar gündeliğidir. Böyle bir atmosferden kurtuluş yoktur. Tıpkı şike skandalının ne zaman biteceğinin bilinmemesi gibi. Yaz babam yaz...
Mesela miadı dolmuş bir futbolcunun körfez ülkelerinden birine transferini yazmak ve tartışmak bugün spor yazarlarının bile en sevdiği konu. Yaz babam yaz...
Hele hele maçlara ara verilmişse, ortalık sakinse. Çocukluğumuzda sokaklardan ‘eskici, eskici’ diye bağırıp geçen sırtında çuvalı olan bezirganlar vardı. Ama şimdi modern endüstri sayesinde eski mallara ilgi yok. Tüketim toplumu yüzünden. Ama gelin görün ki futbol endüstrisinde eskimek hiç yok. Şöhretin zirvesine çıkıp, aşağı inerken artık benden iş geçti deyip sahayı terkeden futbolculara rastlanmıyor. Tabii bu işten para kazanan aracılar eskimiş malı reklam ve basım sayesinde müzayedeye çıkarıp kotarıyorlar.
Bu işportacılara inanan yöneticiler de yerli malı, herkes onu kullanmalı prensibini unutup yabancı eski malı yaldızlayıp sahaya sürüyorlar. Ve bir devre sonra ah nasıl yaptık bu işi diye saçlarını başlarını yoluyorlar. Geçmişe bir bakın. Bu yoldan geçen nice sonsuz şöhret var.
“Allah kimseyi düşürmesin” ve “Düşmez kalkmaz bir Allah” deriz ya. İşte şimdi futbolumuza da bir düşme ve kalkma uğursuzluğu dadandı. Ve bir türlü hastalanan futbolumuzun geleceği için karar veremiyoruz. Son günlerdeki bu belirsizlik, bu bezginlik, bu tartışma havası karşısında gelecek 2012 yılı için iyi temennilerde bulunabilir misiniz? Ne diyelim düşsün diyenler var ama biz gene de atalarımızdan aldığımız terbiye ile Allah kimseyi düşürmesin diyoruz.
Gelecek yılın her ne olursa olsun ortadaki bulanık havaya rağmen futbol severlerimize mutluluk getirmesini dilemek boynumuza borç. Renkleri ne olursa olsun, kulüplerin birbirlerine karşı davranışları bugünlerde hiç de hoş değil. Sporda rakibin zayıflamasını ya da yok olmasını istemek rekabetin kaybolması demektir. Bu da sporseverlerin sahalardan uzaklaşmasına yol açar.
Bu yüzden 2012 yılının yeni bir rekabet ruhu ile futbolumuza sağlık getirmesini dilemek en tabii hakkımızdır.
Hani mahkemede bazı katiller, ‘Valla hakim bey nasıl oldu, hiç bilemiyorum’ derler ya. Galiba böyle bilememekte bir hakikat ışıltısı var. Acaba normal insanlar bütün davranışlarını kendi iradeleri ve arzuları altında mı yapıyorlar? Yoksa bazen kendi iradeleri dışında bir davranış modeli mi var?
Bu soru son yıllarda modern cihazlar ile nörobiyolojik araştırmacılar tarafından ele alınmaktadır. Acaba her insanın beyninin bir köşesinde arzuları ve iradeleri dışında onları yanlış harekete zorlayan bir bölge mi var? Soruyu tartışmadan bir saniyeliğine futboldaki olaylara dönelim. Fransa Milli Takımı’nın ünlü Cezayir asıllı oyuncusu Zidane’ın attığı ani kafayı hatırlar mısınız? Geçenlerde Bayern Münih’in bir meşhur oyuncusu da böyle bir kafayı atıverdi. Hollanda’da da sahaya giren bir seyirciye tekme vuran kaleciyi görmüşsünüzdür
Sonradan bu işi nasıl yaptım diye özür dilemede acaba yukarıda bahsettiğimiz irade dışı ayrı beyin fonksiyonu mu var? Kişinin şuurluluğunu bir anda elinden alan bir iradesizlik. Ben şimdilik bir şey diyemiyorum. Ama hakikaten ciddi araştırmalar var. Biz buna rağmen ‘Hakim bey, pardon hakem bey nasıl oldu bilemedim’ diyen futbolcuya cezayı vereceğiz. Tıpkı