Sıcağın darmaduman ettiği İstanbul’u bekleyen biz yaz yorgunları için küçük mutluluklar... Yapacak ilginç şeyler, gidilecek hoş yerler, katılacak süper etkinlikler...
İstanbul Akvaryum’u hâlâ göremedik!
Sıcak günlerde kendini, çocuğunu nasıl eğleyeceğini bilemeyen, tatile gitmeyip İstanbul’u bekleyenler için bir hoşluk daha...
Yurt dışında türlü enteresen su yaratığını gördüm de, kendi şehrimdekini hâlâ ziyaret edemedim. Bayrampaşa’daki İstanbul Akvaryum’da şimdi sahura dek uzayan Ramazan geceleri için bir kampanya yapıyorlarmış. Bayrama dek Akvaryum’u 24.00’e dek açık tutacaklarmış. Son bilet alış saati,
Bir kısım insanımız sürekli işten güçten şikayet etse de bir hafta sonunu dahi şehirde geçiremiyor. Bodrum’u pahalılığından tenha bırakıp gidenler, ya Yunan Adaları’nda yiyip içiyor ya da Çeşme civarındaki plajlara yığılıyor
Alaçatı Port ben civara ayak basmayalı bir fenomene dönüşmüş! Gece kulübü Deli Deli, yaprak kımıldamayan gecede Alaçatı’nın en esintili köşesi. Port’tan Alaçatı köyüne geçtiğimizde bu fark kendini daha da bir belli ediyor. Alaçatı gecelerinde görmeyeli fazla değişiklik yok. Sırayla yürüyen insan kalabalığında eskiden çokça İstanbullu görürdüm; şimdi belli ki İzmirli yazlıkçılar çoğunlukta. Bu arada Alaçatı Port’un oteli çoktan dolmuş taşmış; hemen dışındaki Alaçatı Marina Palace Otel’de yer bulabildiğimiz için de şanslıymışız. İki ay sezonu olan popüler tatil yöresinde konaklayabilmek de işte böyle yaman bir mücadele!
Sobe’ye uğranması gerektiğini karşılaştığım her tanıdık söylüyor; ben ne bulduklarını anlayamadan, “Gecesine denk gelmedim herhalde” diyerek çıkıyorum. Sevdiğim rock bar Nar’ın kalabalığı da değişmiş; herkes bir hayli küçük! Yine de güzel müzik, Nar’da dinleniyor.
”Mikasa, İzmirlilerin Papermoon’u oldu” diyor bir bilen... Hoş ve
Havaalanındaki güvenlik kuyruklarının birinden diğerine sürüklenmeden, İstanbul’u kuşbakışı izlerken terk edebilmek ne büyük keyif
Sabahın erken saatleri. Haliç, durgun bir göl gibi. Deniz taksilerin yanına ‘park etmiş’ bir deniz uçağı görüyoruz. Hepi topu 19 kişi, bu sevimli uçağa binip Alaçatı’ya gitmek üzere bekleşiyoruz. ‘Seabird’ seferleri başlar başlamaz müdavimlerini yaratmış. Sohbet sırasında, hafta sonu uçuşlarını deniz uçağıyla yapan bir grubun oluştuğunu öğreniyorum. Sadece Alaçatı değil, Bodrum-Yalıkavak ve Bozcaada’ya da uçuyorlarmış. Araba yolculuğunu sevmediğim için Bozcaada’ya deniz uçağıyla gitme fikrine anında ısınıyorum. Yakışıklı, bermuda şortlu ve parmak arası terlikli(!) pilotlarımız da geliyor. Önemli bir koşul: Bagaj için 10 kg. ağırlıktan fazlasına izin verilmiyor. Hafta sonu tatiline giderken zaten fazlasına ne gerek var? Şansımıza yaprak kımıldamayan bir gün. Taksim dolmuşundaymış gibi uçağa yerleşiyoruz ve başlıyoruz başımıza gelecekleri beklemeye! Bir kere İstanbul’u, sıkıcı sanayi bölgelerini görerek değil de, muhteşem Fener-Rum Patrikhanesi’ni, Süleymaniye Camii’ni görerek terk edebilmek ne büyük keyif. ‘Seabird’, diğer uçaklar kadar
Mevsimi kısa, fiyatları pahalı, kalabalık... Alaçatı’ya dair hepsi kabul görecek bu nedenlerin hiçbiri, köyün güzelliğini gölgelemeye yetmiyor.
Yukarıda saydığım nedenlerin üzerine yılın belki en sıcak hafta sonu. İstanbul’da bile güneşten korkup gömlekle dolaşan ben, günün ortasında Çiftlikköy’deki Fun Beach’e denize girmeye gidiyorum. Görmeyeli neler değişmiş? Plajın teknelerin yanaştığı tarafı, bildiğiniz ‘VIP’ olmuş. Memleketin tatile çıkan her ünlüsünün yolu belli ki bir buradan geçiyor. Deniz, hâlâ inanılmaz güzellikte. Üzerine havanın sıcaklığından suyun ısısı daha bir dayanılır hale gelmiş, kalp krizi geçirmeden de suda kalabiliyorsunuz. Restoranın yemekleri Çeşme’de bolca bulacağınız şahane lokantaları aratmıyor. Bundan sebep, plajda gün karardığında akşam yemeğine kalanların sayısı az değil.
Film gibi izliyoruz
Bu arada insanımızın sıcağa tahammülü hayrete düşürecek seviyede! Günün ortasında Whispering Angel marka Rose şampanyalar içilip masalarda ıstakozların ayıklanmasını hayretle izliyorum. (İmkanlı) Türkler yaşamayı kesinlikle biliyor! Becerikli iletişimci arkadaşım Rengin Atik’le kuytudan insanları film gibi izliyoruz. Bu esnada dünyanın en güzel
Ramazan’la farklı bir zaman dilimine geçen şehrin gündeminden kısa notlar
Koşucular Taksim’e!
Spor giyim markası Nike, Taksim Meydanı’nda 27-28-29 Temmuz tarihlerinde açık kalacak Nike Inovasyon Merkezi’ni kurmuş. En son teknolojilerle üretilen özel koşu serisi aksesuar ve kıyafetler burada tanıtılacakmış. Aralarında belli ki özel ilgiyi en çok hak eden, yeni LunarGlide+4 koşu ayakkabıları olacak. Meraklıların Taksim Meydanı’na teşrifi rica olunur.
Sabit Fikir’e özel ilgi-alaka
İnternetin en çok okunan Türkçe edebiyat ve eleştiri sitesi Sabit Fikir, bence an itibarıyla yayımlanan en enteresan dergi. Dergilerin sapır sapır kapatıldığı bu son dönemde, nadide bir çiçek muamelesi görüp ‘korunması’ gereken bir yayın. Temmuz içeriğine bir göz atalım: ‘Ozan-şarkıcılık’ kavramına dair dosya çalışmasını, sevdiğimiz müzik yazarlarından Eray Aytimur yapmış. Sabit Fikirciler öte yandan istanbul Modern’le bir yıldır ortak söyleşiler düzenliyor. Bir yaşına gelen ‘Sözünü Sakınmadan’ etkinliği de tüm hikayesiyle bu sayıda yer alıyor. Kitaplarına bayıldığımız Yekta Kopan’ın kendi el yazısıyla önerdiği kitap, Sabit Fikir’in temmuz sürprizlerinden. Bu arada televizyon eleştirileri
Takı tasarımıyla ilgili gelişmelere bu hafta da devam... İki kızkardeşin az zamanda çok mesafe katederek yarattıkları Projebir, zarif çizgileri ve eğlenceli buluşlarıyla fark yaratıyor
Projebir’in kurucularından Zeynep Mursaoğlu söze “Kendimi sadece takı tasarımcısı olarak görmüyorum” diye başlıyor. Kendisinin eğitimi tekstil ve moda tasarımı üzerine... Bilgi Üniversitesi’nde Tasarım Kültürü ve Yönetimi eğitimi alırken bir yandan takı tasarımı derslerine de devam etmiş. Ablasıyla Projebir’i hayata geçirirken tek bir alanda çalışmak yerine farklı ürünler de çıkarabilecekleri bir yapıyı hayal etmişler. “Önemli olan, ne tasarımı olursa olsun kendi içinde bir çizgi bütünlüğünün olması” diyor. Yola çıkışları oyantallikten uzak, temiz işçiliğiyle dikkat çeken takı tasarımlarıyla gerçekleşmiş. Zeynep Mursaoğlu’ndan Projebir’in çizgisini en net biçimde tanımlayacak kelimeleri seçmesini istiyorum. “Gösterişsiz, sessiz ama kendi içinde iddialı” diyor. Satan yerli takı markalarını düşündüğümde aklıma hepsinin ucundan kenarından oryantal bir dilinin olduğu geliyor.
En çok yüzük var
Projebir imzalı takılarsa karikatürcü diliyle ‘gereksiz taramalardan uzak’, derin (!) hikayelerle
Hep beklediğiniz o cümlenin nerede, ne zaman ve kimden geleceği belli olmaz... Belki sakin bir kahvaltı esnasında, belki de hayranı olduğunuz şarkıcının ağzından Açıkhava’da
Artık “Uzun kahvaltı” deyince akla gelen pazar gününün hükümranlığı sona eriyor. Kalamış’taki Tatlı Huzur Kafe’de 4 Ağustos’tan itibaren cumartesileri de zengin kahvaltı sunulacak. Tatlı Huzur’da, “Gazete ekleri, yanına poğaça, üzerine reçel, bir de yumurta” şeklinde gelişen kahvaltı gündeminin, hiçbir yerdekine benzemeyen ek bir faydası da var: 11.00 itibarıyla bir yandan keyifle kahvaltı ederken, bir yandan da hayatınızı değiştirecek o cümleyi duyabilirsiniz. Zira kahvaltının yanında yaşam koçu Derya Akkaya’yla sohbet de başlıyor. “Bu kahvaltıda, ağzınızda yemek varken konuşabilirsiniz” diyor Tatlı Huzur yetkilileri... Sohbet konusu seçenekleri bir hafta öncesinden sosyal medyada yayınlanıp gelen talebe göre belirlenecekmiş. Huzurlu bir kahvaltının yanında, yeni düşünce tarzlarına meraklı herkes, isterse grup halinde Tatlı Huzur’un cumartesi etkinliklerine katılabilecekmiş. Açık büfe kahvaltı 30 TL, ilk koçluk çalışması içinse bedel istenmiyor. www.tatlihuzur.com
Aylardır bugünü bekliyorum
Bir
Yanık tene mercan rengini, tiril beyaz gömleklere mercan takıları çok yakıştırıyorum. Her şeyin olduğu gibi mercanın da sahtesi çok; etraftaki çoğu mercan takı da plastikten. Takı tasarımları kadınlar arasında büyük sükse yapan Bilgün Dereli’nin mercan yüzüğü ve bana İtalyan kadınlarının tarzını hatırlatan püsküllü mercan kolyesiyse görünce şöyle bir durmama yol açtı! Gerçek mercan hayli nadide ve pahalı bir malzeme, B Point tasarımlarında yanlarına altın ve pırlanta, elmas, turmalin de eklenmiş, yıllarca takılacak parçalar çıkmış ortaya... Bu takıların ehven fiyatlı olmadığı ortada, lakin ortaya çıkanlar da incik-boncuk değil, klasik mücevherler olmuş... Takılarının yarattığı heyecanı takdirle izlediğim bir marka da Kısmet By Milka. Yurt dışında yaşayan, İstanbul’a anca yılda bir hafta gelen çocukluk arkadaşlarım, gelir gelmez soluğu Kısmet By Milka’da alıyor. Son koleksiyonunda vintage etkili modellere yer vermiş Milka. Safiri pembe altınla, pırlantayla bezemiş. Safirin bir de negatif enerjiyi pozitife çevirdiğine inanılıyormuş (nazar takıntılılara). Koleksiyondaki takıların fiyatları da 550-1.100 TL aralığında.
Bu indirimi bekleyen çok!
Anlı şanlı markaların pahalı