TFF’nin gırtlağa kadar borç içindeki kulüplerin harcama limitlerini bir gece ansızın % 10 arttırması, kendi koyduğu kuralı çiğneyen bir otoritenin çaresizliğidir!
Kulüplerarası kargaşa ve kaos yaratabilir.
Üç hafta sonra ara transferleri doğrudan etkileyecek olmasa, taraftarın umurunda bile olmaz, “fırtına” kulüp yöneticileri ile TFF sorumluları arasında bir bardak suda kopup bitebilirdi aslında.
Bırakın “yerelini”, finansal fair play’ın “küreselini” delmeyen kulüp mü kaldı burada!
Ancak... Şampiyonluk şansından takım tadilatına kadar tribündeki her koltuğa dokunacağı için, duruma geniş kitleler de müdahildir.
Peki neden girdi bu riske TFF?
Birilerine arka çıkmak için mi, yoksa milyonlarca taraftarlı “büyükler” yerine bir Anadolu kulübü şampiyon olup da yayıncı kuruluşu temelli kaybetmemek için mi?
Tamam... Futbol futbolcularla, iyi futbol iyi futbolcularla oynanır! Lakin, öyle bir sezon yaşıyoruz ki, takımlar hocalarıyla değil futbolcularıyla anılır oldu.
Teknik direktörlere zimmetli sahadaki yetki ve sorumluluklar “resmen” devam etse de “isim hakkı” fiilen futbolculara geçti.
Özellikle “üç büyükler”...
Muriç’in Fenerbahçe’si...
Muslera’nın Galatasaray’ı...
Burak’ın Beşiktaş’ı artık.
Ersun Yanal, Fatih Terim, Abdullah Avcı, artık ikincil güçler! Yetkileri etkilerini aştı.
Bu maçta da puan kaybı olsa, kimsenin arkasında duramayacağı Fenerbahçe hocası Yanal’ın maçtan önce “her şeyimiz tamam, bir tek gol noksan” teşhisi, şayet “tedavisi” ile birlikte gelmeseydi, son yılların en saçma teknik direktör açıklamaları arasına girerdi.
Aşçı “yağ, un, şeker var ama helva yapamıyorum” der gibi...
Ama işi çözdü nihayet Ersun Yanal.
Üstelik çok basit bir dokunuşla!
Altı ve sekiz numara bolluğundaki takımına “bırakın set oyununu” demiş, o kadar.
Daha önce kısa paslarla oyun kurarak rakip kaleye gitmek isteyen Fenerbahçe’yi her rakibi, alan daraltan compact bir oyunla durduruyor, savunma kalabalığında gol şansını sıfırlamasa da imkansıza yaklaştırıyordu. Oynasa da atamıyordu Fenerbahçe.
Gençlerbirliği karşısında, baskı yapan, topu kaptığında uzun toplarla rakibin arkasına veya kanatlara yönlendiren bir Fenerbahçe vardı. Gerisi Fenerbahçe’nin ön tarafındaki başta Muriç usta ayaklara kalıyordu. Tabi Rodrigues dışında... Galatasaray’da harikalar yaratan adam bu
Ben Fenerbahçe yönetiminde olsam, Ali Koç’a sorardım “sayın başkanım, aklınızda Ersun Yanal’ın yerine bir isim var mı” diye!..
“Hayır” derse, gizlediğini sanıp ısrar ederdim.
Gerçekten yoksa, önerirdim...
El altından kendim arardım yeni bir hoca.
Çünkü kriz kapıda... Yanal’ı getiren tribün, her an gönderebilir. Gençlerbirliği’ni bilemem ama muhtemel Sivas, Beşiktaş skorları yeter.
Çünkü gidiş iyi değil. Fenerbahçe ilk yarıyı dokuzuncu sırada bile bitirebilir. Hem de özlenen, adeta mecbur olunan “şampiyonluk sezonunda”!
İş, “bizim Malatya’ya attığımız penaltı ile Göztepe’nin bize attığı penaltı” kıyaslamasına gelip dayandıysa, yazıklar olsun Yanal’a... Daha mı kötü kadron? Daha mı az para harcadı Fenerbahçe, Malatya’dan, Göztepe’den? Ne istedin de vermediler sana?
Fenerbahçe maça yarım saat kala sahada kuruldu. Hasan Ali sakatlığından emin olmayınca sol bekteki Dirar sağa, forvet arkası Ozan sol beke, Deniz santrafor oynayan Kruse’nin arkasına geçti.
Ne kadar denge ve hesap varsa soyunma odasında kaldı yani...
Muriç olmayınca Kruse santrafor pozisyonundaydı. Ve Muriç olsa daha altıncı dakikada 2-0 öne geçmesi muhtemel Fenerbahçe beş hafta sonra takımda yer alan Kruse beceriksizliğinden gole ulaşamadı.
Üstüne üstlük 7. dakikada golü yedi.
Dikkat Fenerbahçe; kaleci Altay ilerlemiyor geriliyor.
Tıpkı Ersun Yanal gibi!
Yahu Muriç 65’de oyuna girecek kadar sağlıklıysa niye onunla başlamıyor Ersun Yanal? Muriç sandalyesini koyup rakip ceza sahasına otursa, Alpaslan, Titi, Gassama o kadar serin kanlı olabilir miydi Göztepe defansında?
Dedik ya; Fatih Terim sever böyle zor koşulları, zor maçları… Dibe vurmuş takımı zıplatmak, olanca dezavantaja rağmen kariyerine böyle ilginç notlar yazdırmak bayıldığı iştir.
Hele Avrupa’da.
O yüzden en umutsuz durumda bile son sözümüz “Banko Galatasaray”dı. Hiç ümidimiz olmasa bile.
Brugge maçına gelmeden ne kadar dibe vurmuştu Galatasaray?
Boş verin sakatları, cezalıları, küskünleri, listeye yazılamayanları… “Galatasaray Futbol Takımında” sadece iki eksik vardı sezon başından beri:
Biri “futbol”, diğeri “takım”.
Geriye kalan Galatasaray ismi; o kadar...
“Pantolon olmadı, gömlek verelim” gibi “Süper Lig’de pek umut yok, Şampiyonlar Ligi yattı, bari Avrupa Ligine devam edelim” demez mi Galatasaray?
Ayağımıza kadar gelmiş, şu Brugge’u yeniverelim demez mi bugün?
Der tabi.
Galatasaray takımını, Falcao’yu, Belhanda’yı, Feghouli’yi falan bilmem de... Galatasaray Yönetimi ile Fatih Terim’in deli gibi istediklerinden eminim.
Çünkü çanlar onlar için çalıyor; hepsinin koltuğu devrilmek üzere.
Bir tür “mecburiyet” yani.
O zaman yine “banko Galatasaray”!
Artık baskın takım yok ligde. O maçın üstünlüğünü ele geçiren ve puanı söküp alan takım var. Sadece tabela önemli. Çünkü ekmek aslanın ağzında bu eşitler liginde.
Altın kural basit... Kaliteli futbolcuları formda tutarak oyun disiplinine odaklayacak yetenekli bir hoca olacak ve rakibe uygun stratejiyle maç kazanılacak. Ya da kaybedilmeyecek.
Yapan kim?
Hem Sergen Yalçın’ın Malatya’sı hem de Ersun Yanal’ın Fenerbahçesi...
Önce ikisine de tebrikler.
Basket maçı gibiydi Malatya’daki futbol... Hep hücum... Hep rakip kaleye doğru. Kalitesi tartışılır ama niyet ve görsellik tartışılmaz.
Puan, puan, puan...