Tam iki sezondur adeta “yok etmek için” yaşıyor Fenerbahçe… Önce “mirasyedi” sandık, “terminatör” çıktı… Önünde, arkasında, tarihinde ne varsa hepsini yıkıp, parçalayıp, yiyip bitiriyor.
Bir tek rakiplere ilişmiyor.
Kolay değil tabi!.. Fırsatlar yenileniyor, camia büyük, tarihi çok zengin.
Lakin azmin elinden hiçbir şey kurtulmuyor!
Bakın bir haftada ne kupa bıraktı ne Avrupa şansı.
Çok tehlikeli bir noktada artık…
Sıfırı tükettiğine, hiçbir rakibe diş geçiremediğine göre, sıra kendi kendini yemeğe gelmiş olmalı!
***
Pandemi öncesinden form tutmuş, pandemi sonrası bıraktığı yerden başlamış yükselişteki Kasımpaşa, maçın favorisiydi zaten. Ancak, Fenerbahçe adı bunca ezikliğe isyan edecek, umudu bir bacağından tutacak ve bırakmayacak sanıldı.
Hiç olmazsa maçın ilk yarısı için tuttu tahminler… Kasımpaşa’nın baskın oynadığı bir on dakikalık bölüm dışında, Fenerbahçe takımı işliyordu sanki.
Neden?
Serdar yokken stopere yine Jailson koyulmamış, forvet arkası ile sağa Ferdi ile Deniz yerleştirilmiş, Hasan Ali’nin de dönüşü ile kanatları çalışan, çizgileri kullanan bir Fenerbahçe görüntüsü vardı.
Top Fenerbahçe’deyken Falette ve Gustavo ön libero gibi, Ozan forvet gibi oynuyordu. Top kayıplarında geride çoğalmak için organize bir eylem uygulanıyordu.
Lakin her şey tamam gözükse de Fenerbahçe’nin en basit golü bile atmakta zorlanması aynen devam ediyordu.
O kadar ki, “gol kaçırdı” diye birbirlerine kızan futbolcular aynı şeyi tekrarlayıp mahcup olabiliyordu…
Örnek mi?.. Hasan Ali’nin kaleciden dönen şutunu üstten auta gönderen Deniz’e Ozan çok kızdı mesela… Ama sekiz dakika sonra Rodrigues’in “al da at” diye önüne bıraktığı topu kale direğine nişanlayan Ozan’dı.
Takım bir yere kadar geliyor, son adımı gidemiyordu. Gole en yakın adam olması gereken Muriç ise “bir yere kadar” bile gelemiyordu!.. Müthiş golcü Fenerbahçe çorbasında “servisçi” olmuştu adeta. Fenerbahçe kalesinde korner çizgisinden top çıkarıyor, rakip kalede topu göremiyordu.
***
Maçın ilk yarısı her iki takım kalecilerinin de kurtardığı birer net gol ile golsüz bittikten sonra ikinci yarıda çok önemli bir “ikazı” unuttu Fenerbahçe takımı… Hücum ettiğinde topu kaptırınca hızlı rakibinin kontratağını “Yugoslav faulü” ile durdurmak.
Kasımpaşa’lı Thiam’ın golü böyle geldi. Muriç’in sonuçsuz hücumundan Kasımpaşa kontratağı doğdu ve ağır kalan Gustavo ile bacak arasından gol yiyen Altay ortaklığı ile gol oldu.
Golden sonra iyice afalladı Fenerbahçe. Ne düzen kaldı ne plan. Rakibin her topu ceza alanına inmeye başladı.
Maçın üçte ikisi bittiğinde Kasımpaşa skoru korumak, Fenerbahçe duran toplardan medet ummak için ikişer değişiklik yaptı. Yusuf-Pavella ile Mehmet Ekici-Zajc sahadaydı. Deniz kaçınılmaz olarak bir maçta üçüncü mevki olarak sola geçti.
Fenerbahçe’nin değişiklikleri işe yaramadı ama Kasımpaşalı Yusuf ikinci golün kahramanıydı. Hem de kaleci Altay’ı tartışmaya açarak!
***
Bir gol ile bir penaltının VAR’dan döndüğü ikinci yarı bittiğinde Fenerbahçe iki gol yemiş, neredeyse iki ayrı takım denemiş ve sıfırı tüketmiş, Kasımpaşa ise bileğinin hakkıyla düşme tehlikesini iyice ötelemiş durumdaydı.
Niye her şey değişiyor da Fenerbahçe aynı?
Takımın “hedefsiz” olması, şehir efsanesi aslında…
Tek tek her futbolcunun kişisel hedefleri vardı, şimdi ikiye katlandı. Gidecek olanların kendilerini parlatmaları, kalacak olanların Avrupa’da oynamak arzuları, gitmek istemeyenlerin biraz daha görünür olmaya çalışmaları gerekmez mi?
Kaybedecek “hiçbir şey” de kalmadı…
Nedir bu atalet, sefalet anlamak mümkün değil. Bir hocası olsaydı ona sorardık bari.