ABD seçimleri sona erdi ve ülkenin 46. Başkanının Joe Biden olacağı kesinleşti. 20 Ocak itibariyle başlayacak Biden’ın Başkanlık döneminin dünyayı ve dolayısıyla Türk-Amerikan ilişkilerini ne yönde etkileyeceği sorusuna yanıt ararken, öncelikle kapanan Trump yönetiminin de bir bilançosunu çıkarmakta yarar var.
Trump döneminin bilançosu
Her fırsatta Erdoğan’ı ve onunla kurduğu ikili ilişkiyi öven Trump’ın döneminde Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en çalkantılı dönemlerinden geçti. Kısaca anımsatmak gerekirse;
- Suriye’de PYD/YPG’nin devletleşmesi için siyasi, askeri ve ekonomik yardımlar ABD tarafından verildi.
- Ermeni karar tasarıları ABD Kongresinde neredeyse oybirliği denecek çoğunlukla kabul edilirken, Beyaz Saray müdahale edemedi.
- On yıllardır Türk-Yunan dengesini dikkate alan ABD, Trump döneminde Kıbırs’ta Rum yanlısı, Ege’de Atina yanlısı adımlar attı.
- Amerikalı rahip Brunson’un serbest bırakılması için ‘Ekonominizi mahvederim’ diye tehdit twiti atan Trump, Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesi sırasında da Cumhurbaşkanı Erdoğan’a örneği görülmemiş hakaret içeren bir mektup yazdı.
- Türkiye’nin üretim ortağı olduğu ve parasını dahi ödediği yeni nesil F35 savaş uçaklarına ABD yönetimi el koydu. Türkiye’den gelen ürünlere ekstra vergiler kondu.
- FETÖ’nün lider kadrosu ile Türkiye’den kaçan kritik isimlerin iadesi, yargılanması konularında hiçbir adım atılmadı
- İslam dünyasının hassas olduğu Filistin konusunda Trump tamamen İsrail yanlısı politika izledi. ABD Büyükelçiliğini Kudüs’e taşımakla kalmadı, Arap devletlerine Filistin sorunu çözülmeden İsrail ile barış baskısı yaptı.
Görüldüğü gibi hayati ulusal çıkarlarımız açısından kazanımız olduğunu söylemek güç. Trump’ın şahsi inisiyatifiyle ‘S400 yaptırımlarının bekletilmesi, Halkbank davasının bekletilmesi, Suriye’ye askeri operasyonlara koşullu sessiz kalınması’ gibi kazanımlar sağlanmış olsa da bunların kalıcılığı konusu, yönetimin el değiştirdiği şu dönemde çok daha fazla şüphelidir.
Ulusal çıkarlar kurumlarla korunur
Yeni dönemde Türkiye’nin ulusal çıkarlarını korumak için liderler arasındaki kişisel ilişkilerin mutlaka kurumlar arasında sağlam ilişkiler ile tamamlanmasına ihtiyaç var. Trump döneminin bıraktığı en önemli hasar, Türk-Amerikan ilişkilerinde öteden beri önemini koruyan bu kurumsal ilişkilerin devre dışı bırakılmış olmasıdır. Bu eksiğin giderilmesi için sadece Washington’a değil Ankara’ya da sorumluluk düşmekte. Dış politikada deneyimli Türk diplomatlarının görüşlerinin bir kenara itildiği, dış ilişkilerin sadece Cumhurbaşkanı ve sözcüsü tarafından yürütüldüğü bir dış politika anlayışı değişmek zorundadır.
Keza, dış politikada karşılaştığımız sorunların çözümünde diplomasi yerine sürekli askeri gücün kullanımı da Türkiye’yi uluslararası ilişkilerde arzu ettiği hedeflere götürememekte.
Parlamenter diplomasinin tam zamanı
Türk-Amerikan ilişkilerinde diplomasi, ekonomi, güvenlik kurumları arası ilişkilerin güçlendirilmesinin yanısıra iki ülkede halkların algısını olumlu etkileyecek sivil diyalog süreçleri de süratle başlatılmalıdır. Bu bağlamda parlamento ve parlamenterler arası ilişkiler önemli bir başlangıç olabilir. Unutulmamalı ki Demokrat Partili yeni başkan Biden dış politika karalarını alırken Cumhuriyetçi çoğunluğa sahip bir Senato ile uzlaşma aramak durumunda olacak.
Tabi Ankara’da dış politika oluşturucuların, öncelikle kendi Meclisimiz içinde halkın geniş çoğunluğunu temsil eden farklı görüşleri dinlemesi gerekliliğini anımsatmakta yarar var.
Öte yandan, demokrasi ve hukuk devletimizin eksiklerini giderecek adımlar dışarıda da saygınlığımızın artmasına, sözümüzün dinlenmesine katkı sağlayacaktır.
ABD-Avrupa Birliği yakınlaşması fırsat
Biden döneminde nasıl bir ABD dış politikası beklemeliyiz? Biden çok taraflılığın gelişmesine ve ABD’nin dünyanın birçok bölgesinde yeniden küresel aktör olması gerektiğine inanıyor. Başkanlık döneminde transatlantik ilişkileri güçlendireceği muhakkak. Avrupa ile ABD işbirliğinin artması eğer bu dinamiğin içinde yer alabilirse Türkiye’yi mutlaka olumlu etkileyecektir. AB ile ilişkilerde demokrasi ve karşılıklı güven eksiğimizi giderecek yeni bir ivme, ülkemiz için siyasi ve ekonomik önemli kazanımlar sağlayabilir. Rusya’nın Karadeniz, Kafkaslar ve Ortadoğu’da genişleyen etki alanını dengelemeyi stratejik öncelik olarak belirleyen, İran’ın nükleer programını kontrol altında tutmak isteyen ve Ortadoğu’da kalıcı barış arayışı konusunda samimi bir ABD yönetiminin, Türkiye ile sağlıklı ve güvenilir bir ortaklığa mutlaka ihtiyacı olacaktır. Dolayısıyla iki başkent arasındaki trafiğin önümüzdeki günlerde artması beklenir.
Kampanya söylemleri geride kalmalı
Biden’ın kampanya sürecinde Türkiye’nin iç siyasetine ilişkin hadsiz söylemlerini, Doğu Akdeniz’de ve Suriye’de ise Türkiye’nin güvenlik kaygılarını hiçe sayan söylemlerini Başkanlık koltuğunda da devam ettirmesi yeni dönemde ilişkilere olumsuz etki yapabilir. Türkiye’nin bu bölgedeki yerini, önemini bilecek tecrübeye sahip Biden, Başkan olunca seçim söylemlerini değiştirmek durumundadır. Trump dönemindeki ülkemizi ve halkımızı rencide edici pervasız, hadsiz tavırların, Biden döneminde tekrarlanması durumunda buna Türkiye’de her kesimin tepki göstereceği şüphesizdir.
Her şeyi karşıdan beklemeksizin, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, Dışişleri, güvenlik kurumları ile ekonomi ve ticaret kuruluşlarımızın temsilcilerinin de ABD’de görevi devralacak yeni yönetime Türkiye’nin önceliklerini, kaygılarını, ikili ve bölgesel işbirliği alanlarını yeni baştan ikna edici biçimde anlatması gerekir.
Yaptırımlar en çok halkı vurur
Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir sayfa açılmasını zehirleyebilecek konuların başında yaptırımlar meselesi geliyor. ABD Kongresinde, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S400 hava savunma sistemlerine yönelik tepkinin ekonomik yaptırımlara dönüşmesi sadece hükümetler arası ilişkilere değil iki ülke halkları arasındaki ilişkilere de onarılması güç darbe vurabilir. Unutulmamalıdır ki bu tür yaptırımların en büyük mağduru iktidarlar değil halklar olmakta. Zaten oldukça kırılgan durumdaki Türk ekonomisine verilecek zarar, fabrikaların kapanması, işsizliğin artması, ve Türk halkının fakirleşmesinden başka bir sonuç doğurmayacaktır. İşi bu noktaya vardırmadan uzlaşmazlık konularında iki başkent arasında samimi diyalog kurulmasına ihtiyaç vardır.
Son söz olarak; iktidarlar değişse de Türkiye’nin jeopolitik önemi ve Türk halkının çağdaş medeniyet arzusu hiç azalmayacak. Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken ülkemiz, son dönemde zayıflayan demokrasisini güçlendirerek, içinde bulunduğu yalnızlıktan büyük önderimiz Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, Dünyada sulh’ ilkesine sıkı sıkıya bağlılıkla çıkarak, bu bölgede barış, kardeşlik, hoşgörü ve refahın kalıcı adresi olacaktır. ABD’yi yönetecek kadroların Türkiye’nin geleceğine bu gözle bakarak politika belirlemesinde yarar var.