Prof. Dr. Orhan Şen - İklim değişikliğinin doğrudan etkisini ölçmek için farklı bir yaklaşım getirmek riski azaltma çabalarımıza daha çok etkili olacaktır. İklimsel ortalamalara odaklanmak yerine, “açık hava günleri” kavramını araştırmak konforlu yaşam açısından daha belirleyici olabilir. Nedir bu kavram: Belirli bir yerde, sıcaklığın yürüyüşe çıkmak gibi normal açık hava etkinliklerini yapabilecek kadar sıcak ya da soğuk olmadığı günlerin sayısıdır. Spor yapmak, bahçede çalışmak veya açık havada yemek yemek gibi…
Son yıllarda küresel sıcaklık artışının rekorlar kırdığını düşünürsek Türkiye’nin de dâhil olduğu güney Avrupa’nın büyük bir kısmında açık havada geçirilen günlerin sayısında azalmalar olacaktır. Açık havada geçirilen günlerin sayısının nasıl önemli sosyal ve ekonomik etkilere yol açabileceğini düşünmemiz gerekecek. Örneğin Türkiye’nin Ege ve Akdeniz bölgelerinin ekonomisi büyük ölçüde turizme ve iklimi nedeniyle oraya taşınan insanlara bağımlıdır. Açık havada vakit geçirmenin rahat olduğu günlerde büyük bir düşüş, bu bölgeleri daha az çekici hale getirebilir.
İnsanların kuvvetli fırtınalara, su baskınlarına, küresel sıcaklık değişimlerine veya artan orman yangınları gibi aşırı olaylara odaklanmak yerine, bu küresel değişikliklerin kendilerini çok kişisel düzeyde nasıl etkileyebileceğini görmelerine olanak tanımak gereklidir.
Küresel ısınma konusunda iki farklı iklim senaryosundan biri; küresel sera gazı emisyonlarını azaltmak için maksimum çabanın gösterildiği senaryo; diğeri ise çok az şey yapıldığı “en kötü durum” senaryosu. Bu senaryoların gerçekleşme noktasının ikisinin ortalarında bir yerde olacağı daha ağır basıyor. Bu durum yüzyılın ortalarında veya sonuna doğru daha da netleşecektir.
Karadeniz ve Marmara farkı
Veriler, 1961-1990 döneminde açık hava günlerinde 1991-2020 ile karşılaştırıldığında bazı küçük farklılıklar olduğunu gösteriyor. Modellerin öngördüğü gibi bu son 30 yıl, bu yüzyılın son 30 yılıyla karşılaştırıldığında bazı bölgeler için ileriki yıllarda çok daha büyük farklılıklar ortaya çıkmaktadır. İklim değişikliğinin, açık havada geçirilen günlerin sayısını azaltması açısından güney ve Güneydoğu bölgelerimiz üzerinde önemli bir etkisi olacak gibi görünüyor. Nüfusun yaşam kalitesi ve turizm üzerinde de etkileri olacaktır. Bu bölgelerde sıcak hava dalgaları nedeniyle açık hava günleri sayısında yaklaşık yüzde 25’lik bir azalma görülebilir. Marmara ve Karadeniz bölgelerinde ise bu yüzyılın son otuz yılı için açık havada geçirilen günlerde yaklaşık yüzde 15’lik bir artış olabilir. Türkiye’de mevsimsel değişiklikleri hesaba katarak, açık havada geçirilen günlerin sayısı ile turist ziyaretlerinin sayısı arasında açık bir bağlantı olduğunu göz önünde tutmak gerekir.Ülkenin çoğu bölgesi artık en çok açık hava günlerini yaz mevsiminde görse de, yazlar ısındıkça bu durum değişecek ve ilkbahar ve sonbahar, açık hava etkinlikleri için tercih edilen mevsimler haline gelecektir.
Çalışma ya da spor gibi faaliyetler için, insan vücudunun metabolik ısı üretimine veya buharlaşmalı (terleme) soğutmaya ihtiyaç duymadığı “termo-nötral aralık” 10 ile 25 C arasında kabul edilir. Deri sıcaklığı korunur; başka bir deyişle, bu aralıkta genellikle titremeye veya terlemeye gerek yoktur.
“Açık hava günü” temel olarak sıcaklığa odaklanıyor ancak aynı zamanda insanların açık havada rahat bir gün geçirme tanımına nem veya yağışı da dâhil etmelerine olanak tanıyor. Açık hava günü kavramı, hava kalitesi gibi diğer değişkenleri de içerecek şekilde genişletilebilir ancak sıcaklık çoğu insan için konforun ana belirleyicisidir.
İnsanların iklim değişikliğine dair anlayışı, iklim değişikliğinin gelecek bir zamanda olacağı ve başka birinin başına geleceği varsayımına dayanıyor. Bu düşünce küresel ısınmayı önleme çabalarımızın yetersiz kalmasına neden oluyor. Açık hava günleri kavramı, insanların iklim krizi sorununu daha iyi anlamasına ve bu konuda önlemler almasını sağlamak için daha etkili olacaktır.