Yaşadığımız şu dünyada para sevgisi ve servet hırsı ile bağdaşmayacak, uzlaşmayacak, örtüşmeyecek şeylerin başında samimi dindarlığın geldiğini hemen herkes bilir. İyi bir dindarın parayı, zenginliği, serveti ve bunların sevgisini, bunlara karşı hırsı kalbinde barındırmayacağını; bunlara teslim olmayacağını, en azından teorinin bunu gerektirdiğini yine herkes kabul eder. Buna paralel olarak belli bir seviyede İslami kültüre sahip her şahıs; dünyada hiç kimsenin parayla ilişkide, onu kazanmada, elde tutmada ve harcamada bir Müslüman kadar derin sorumluluk altında bulunmadığının bilincindedir.
Sahici dindarlığın bir ölçüsü, bir göstergesi de bu anlamda dindar birinin kendisine hakkı olmayan bir şey sunulduğunda, o şey ne kadar değerli ne kadar cazip olursa olsun onu kabul etmemektir.
Esas bu olmakla beraber pratik ne yazık ki bunun çok uzağındadır.
Şu sözler genel olarak insanların para ile ilişkisinin nasıl olması gerektiğini çok iyi ifade etmektedir:
“Para sandalyeye benzer, ayağının altına alırsan seni yükseltir; başına koyarsan seni alçaltır.”, “Para iyi bir
Dünya, tarım toplumundan endüstrileşmeye ve ondan da endüstri ötesi ve küresel tüketimcilik dönemine geçmiştir son 250 yıl içerisinde. İlk tüketimcilik modeli Fordist üretim ve tüketim modeli ile açıklanabilmektedir. Henry Ford, 1914 yılında “çalışan tüketiciler” kavramıyla geçinebilecekleri gelirin üzerinde bir gelire sahip olmaları gerektiğini vurgulamış ve tüketicilerin ürünleri ancak böylece satın alabilecekleri inancıyla hareket etmiştir. Şüphesiz kapitalist üretici tarafından, kolektif bir eylem olarak işçi hareketleri söndürülmüş olmalıydı fakat genç nüfus içinde tüketimin azaltılması konusundaki eğilim ve birçok kaynağın azalması nedeniyle bu yapı sarsılmaya başlamıştır. Sonrasındaki Keynesyen uygulama ile de yüksek ücret ödenen işçinin tüketici haline dönüşmesinin ardından, kitlesel olarak üretilmiş olan ürünlerin tüketicileri haline dönüştürülmesi hedefine ulaşılmıştır.
Böylece, 16.
Geleceğin Meslekleri mi? Mesleklerin Geleceği mi? Eğitiminin Geleceği mi? Geleceğin Eğitimi mi?
Değerli okurlar, iş yaşamı pratikleri ile mesleki deneyimlerini elde etme fırsatı bulan bir akademisyen olarak, tercih dönemlerinde gençlerimizle bazı görüşlerimi paylaşmayı görev saymaktayım. Bilindiği gibi insan yaşamının bazı kırılma noktaları var. Bunların en önemlisi; ergenlik ile eş zamanlı gündeme gelen, ancak kişileri yaşam boyu etkileyen meslek seçimidir. Üniversite giriş sınav maratonundan çıkan gençlerimiz ve aileleri; yaşam boyu eğitimin geçerli olduğu bir dönemde, karar verirken pek çok seçenekle karşı karşıyalar. Bu nedenle üniversite eğitiminin aslında bir başlangıç olduğunun, uzmanlaşmanın ve yetkinliklerin öne çıktığının farkında olarak tercih yapmalılar.
Çeşitli araştırmalar, yakın gelecekte iş gücü piyasasında çok önemli gelişmelerin yaşanacağına işaret ediyor. Bugün ilkokula başlayan çocukların yarısından fazlasının henüz mevcut olmayan iş ya da mesleklerde istihdam edileceği belirtiliyor.
Milli Eğitim Bakanlığı, devamsızlık ve okul terklerini tetikleme potansiyeli olan okul ortamlarını iyileştirmeye yönelik önemli bir projeyi hayata geçiriyor.
Mesleki eğitim iş piyasasının ihtiyaç duyduğu insan kaynağını sağlayarak ekonomik kalkınmaya önemli katkı sağlamaktadır. Aynı zamanda ülkelerde genç işsizliğin azaltılmasında da çok önemli bir enstrüman olarak kullanılmaktadır. Ayrıca, mesleki eğitim akademik olarak görece başarısız gençlerin de bir şekilde beceri kazanarak iş piyasasına geçişlerine destek olabildiği için toplumsal entegrasyonda da önemli katkı sunabilme potansiyeline sahiptir.
Tüm bu avantajlarına rağmen mesleki eğitimin, diğer okul türlerine göre, okula devamsızlık ve okul terkleri açısından daha fazla zorlukları var.
Motivasyonları düşük
Bu durumun temel sebebi, öğrencilerin temel becerilerinde eksiklikler olması ve motivasyonlarının düşük olmasıdır. Tüm ülkeler, mesleki eğitimdeki devamsızlık ve erken terk oranlarını düşürebilmek için çaba sarf etmektedir.
Okulun erken terkedilmesi, bir
Daha önce eşi benzeri görülmemiş çaptaki COVID-19 salgını ile insanlar sosyal hayatlarını ve etkileşimlerini en aza indirgen, yeni normal olarak adlandırılan bir döneme adım attık.
Tüm dünyayı derinden sarsan bu dönem ve karantina, pek çok insan için rahatsız edici olsa da teknoloji bize umut ışığı oldu, çalışabilmemizi ve ilişkilerimizi sürdürmemizi mümkün kıldı. Teknolojinin günlük yaşamdaki rolüne ivme kazandırma ve dijital çözümleri her zamankinden fazla kullanabilme kabiliyetimiz, bu küresel deneyde belirleyici bir unsur oldu. Yaşadığımız bu değişim, dünya genelinde pek çok hükümet açısından teknolojik çözümlere finansman ve destek sağlama kararlarını en üst düzeyde etkileyecek önemli bir uyarı.
Krizi atlatmaya çalıştığımız bu dönemde ekonomik büyümeyi tetiklemek için ihtiyaç duyulan katkıyı teknoloji, her zamankinden daha fazla sağlayacak. Pek çok ülkede dinamik ve gelişen teknoloji sektörleri olmasına rağmen, yıkıcı teknolojilere daha fazla
Geride bıraktığımız günlerde, Ermenistan çapını ve kendi kapasitesini aşan bir davranış sergileyerek, Azerbaycan’ın sabrını yeniden test etmeğe kalkıştı.
İki ülke arasında kabul edilmiş ve anlaşmazlık olmayan sınırlarda Ermenistan’ın gerçekleştirdiği akıl tutulması saldırganlık eylemi, ateşkes ihlali 30 yıllık bir vahşetin tekrarından başka bir şey değildir.
Sınır ihlali uluslararası bir insanlık ve hukuk suçudur. Savaş sebebidir.
Tarihimiz süresince kurduğumuz donanmalar, hep dikkat çekmiştir. Her dönem, donanmamızı çok yakından takip eden birileri olmuştur. Bu tabi ki bugün de böyle. Çünkü, Deniz Kuvvetleri bir ülkenin savunma ve güvenlik siyaseti kapsamında belirlenen hedeflere ulaşımında, diğer kuvvetlerle birlikte stratejik bir niteliğe haizdir. Bu kuvvet, deniz gücünün çok önemli bir parçasıdır. Deniz gücünüz olmadan dünya ölçeğinde bir siyasi güç olmak da pek mümkün değildir. Bu nedenle, donanmaların güçlü ve zayıf yanları monite edilmeye çalışılır. Bu bizim için olduğu gibi diğer ülkeler için de geçerlidir. Bu konuyla ilgili tarihte tespit edilmiş bir kısım örnekler; hepimizin bildiği önemli olayların öncesinde ve sonrasında, yapılan istihbaratın boyutunu ve sonrasındaki analizleri önemli hale getiriyor. Özellikle, 18’inci yüzyıl ilginç örneklerle dolu. Ben bir deniz tarihçisi değilim. Ancak, bu konuyla ilgili bilim insanlarının ortaya koyduğu
Son günlerde dünyada politik kartlar yeniden dağıtılıyor. AB içinde çatlak sesler ortaya çıkıyor. ABD artık NATO’da Avrupa’yı Ruslara karşı koruyamayacağını söylüyor. Rusya’nın Hafter güçleri Libya’da kaybettiler ve çekilecekler. Türkiye Libya’da başarılı bir politika uygulayarak “Mavi Vatan” projesini koruyor ve genişletiyor. Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri, Yunanistan, Mısır, İsrail ve Güney Kıbrıs bunu önlemek için her şeyi yapıyorlar. AB Yunanistan sınırlarını Türkiye’ye karşı tam anlamıyla korumaya aldı. FRONTEX’e bağlı gemiler herhangi bir şekilde Türkiye’den gelecek Suriyeli geçici sığınmacıları ülkeye sokmama peşindeler ve Türkiye şu anda AB’den tam anlamıyla dışlanmış durumda.
Almanya ile yeniden diyalog başlatılmalı
Angela Merkel’in son AB dönem başkanlığı ve Merkel’in yetiştirdiği ve güvendiği Ursula Von Der Leyen de Avrupa Komisyonu Başkanı’yken Türkiye ciddi adımlar atmalı ve böylece diyalog gelişirse, Fransa’nın Türkiye’ye saldırılarına