Tarihimiz süresince kurduğumuz donanmalar, hep dikkat çekmiştir. Her dönem, donanmamızı çok yakından takip eden birileri olmuştur. Bu tabi ki bugün de böyle. Çünkü, Deniz Kuvvetleri bir ülkenin savunma ve güvenlik siyaseti kapsamında belirlenen hedeflere ulaşımında, diğer kuvvetlerle birlikte stratejik bir niteliğe haizdir. Bu kuvvet, deniz gücünün çok önemli bir parçasıdır. Deniz gücünüz olmadan dünya ölçeğinde bir siyasi güç olmak da pek mümkün değildir. Bu nedenle, donanmaların güçlü ve zayıf yanları monite edilmeye çalışılır. Bu bizim için olduğu gibi diğer ülkeler için de geçerlidir. Bu konuyla ilgili tarihte tespit edilmiş bir kısım örnekler; hepimizin bildiği önemli olayların öncesinde ve sonrasında, yapılan istihbaratın boyutunu ve sonrasındaki analizleri önemli hale getiriyor. Özellikle, 18’inci yüzyıl ilginç örneklerle dolu. Ben bir deniz tarihçisi değilim. Ancak, bu konuyla ilgili bilim insanlarının ortaya koyduğu belgelerden hareketle; dün ve bugünü kapsayan kendi değerlendirmelerimi, sizlerle paylaşmak istiyorum.
18’inci yüzyılda, ülkemize gelip donanmamızı inceleyen ve sonuçlar çıkarıp raporlaştıran birçok resmi ve gayri resmi kişilerin olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan en önemlisi, 1702 yılında ülkemize gelen ilk Rus Büyükelçisi Pyotr Andreyeviç Tolstoy. Bazı kaynaklar elçi Tolstoy’un, ünlü yazar Lev Tolstoy’un büyük dedesi olduğunu belirtiyor. Ne ilginçtir ki; Tolstoy’un, elçi olarak atanmasından beş yıl önce İtalya’ya deniz işleri, gemi sevk ve idaresi konusunda eğitim almak üzere gönderildiği ifade ediliyor. Türkiye’de bulunduğu yıllarda diğer bir kısım konularla birlikte Türk donanmasına ait önemli gözlemleri var. Bunlar, dönemin Rus idaresi tarafından sorulan sorulara verilen ayrıntılı cevaplar olarak rapor haline getirilmiş. Gemilerimizin tip ve sayıları ile harp silah, araç ve gereçlerinin durumu, harekata hazırlık durumları, üst düzey komutanlar ve özellikleri, personel, gemilerin hangi denize çıkacağı, tersanelerin imkân ve kabiliyeti ve gemi inşa teknolojisi gibi birçok bilgi; dönemin koşulları içinde toplanıp, istihbarat olarak raporlanmıştır. Gemi yapımında kullanılan kerestelerin, hangi bölgelerdeki ormanlardan temin edildiğine kadar birçok bilgi var. Bu tip istihbarat faaliyetlerinin, büyük bir olasılıkla, elçinin ülkemizden ayrıldıktan sonra da devam ettiğini düşünebiliriz.
Bu ve benzeri faaliyetler, sadece Ruslara özgü değil elbette. Üstelik bu çeşit gözlemler, zaten elçiliklerin görevidir. Diğer yandan başta İngiltere olmak üzere birçok elçiliğin ve farklı milletten gezgin ve gözlemcilerin de özellikle 18.inci yüzyıl boyunca yoğun bir şekilde donanmamızla ilgilendikleri görülüyor. Daha çok gemilerin fiziki özellikleri üzerinde duruyorlar. Örneğin sundukları bazı raporlarda, gemilerin yüksek kıç yapıları, üst bina ve yelken donanımları ile postalar arası mesafeler ve kereste kullanımı, hatta kalafatlara kadar çok ayrıntılı inceleme ve analizlere rastlıyorsunuz.
Peki, bu kadar aşırı ilgi ve alaka neden acaba? 1770’te Rusların sebep olduğu Çeşme faciasına kadar olan bu süreçte; yapılan çalışmaları, o dönemin şartları dahilinde, birer stratejik istihbarat etüdü gibi değerlendirebiliriz. Çeşme önlerine kadar gelen Ruslar, belli ki nasıl bir rakiple karşılaşacaklarını çok önceden biliyorlardı.
Diğer yandan, Çeşme faciası sonrasında da bu ilgi ve alakanın sürdüğünü görüyoruz. Bunlara, tabiri caizse, hasar tespit değerlendirmesi olarak da bakabiliriz. Örneğin, 1785’te İstanbul’daki Hollanda Büyükelçiliği görevlilerinin, önyargılı sayılabilecek raporları ve 1786’da Venezuelalı General Miranda’nın gözlemlerini misal sayabiliriz. 1790’lardan itibaren ise, İngiliz tüccarların verdiği bilgilerde, gemi inşa malzemelerinin detayları mevcut. Ancak Çeşme gibi bir felaket sonrası, donanmanın yeniden ve hızlı bir toparlanma sürecine girmesi de birçok gözlemcinin dikkatini çekmiştir.
Sonraki yüzyılda ise önünü alamadığımız siyasi, ekonomik ve askeri olumsuz gelişmeler; günümüze kadar birçok derslerle doludur. Çeşme sonrası, 19’uncu yüzyılda yaşanan Navarin ve Sinop faciaları ile donanmanın Haliç safahatı, önemli örneklerdir. Birçok defa donanma yenilense bile, doktrinel bir anlayışın ve bir konsepte dayalı kuvvet yapısının oluşturulamaması; arzu edilen neticelere ulaşılmasında engel teşkil etmiştir.
Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün öncülüğünde çıkışa geçen donanmamız; sonraki dönemlerde de birçok krizleri atlatmış ve geçmişten ders alarak, zor günlerden çıkmasını bilmiştir. Kıbrıs Barış Harekâtı ya da Kardak krizi gibi… Ancak günümüzde harplerin biçimi değişmiştir. Bu defa bilgi harbinin etik olmayan ve acımasız yönüyle muhatap olduk ve olmaya da devam ediyoruz. ABD gibi farklı aktörler var. Bu kapsamda donanmamız, Balyoz ve benzeri sahte davalarla lüzumsuz yere epeyce meşgul edilmiştir. Akabinde, 15 Temmuz hain darbe girişimi, korona salgını ve Doğu Akdeniz’deki meselelere karşı gösterdiği yüksek tempo ile gelecekteki performansı; kendisine karşı birçok karanlık girişimi tetikleme olasılığını da ortaya koymaktadır. Son 300 yıldır karşılaştığımız farklı metotları, tarihsel bir bütünlük içerisinde analiz etmemiz gerekir. Donanmamızın diğer kuvvetlerle birlikte caydırıcılığı sürdükçe ve milli savunma sanayimiz geliştikçe, bu ilgi ve oyunlar da durmayacaktır.
Kaynaklar:
Gürdeniz, Cem, Emekli Amiral, ‘‘Hedefteki Donanma’’, sayfa 40, 41, 63, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2013, İstanbul.
Arunova, M.R., Oreşkova, F.S., ‘‘Tolstoy’un Gizli Raporlarında Osmanlı İmparatorluğu’’, sayfa XXV, XXVII, 61-74, Yeditepe Yayınevi, 4.Baskı, 2016, İstanbul.
Zorlu, Tuncay, Doç.Dr., ‘‘Osmanlı ve Modernleşme, III.Selim Dönemi Osmanlı Denizciliği’’, sayfa 34, 35, 36, 42, 70, Timaş Yayınları, 2014, İstanbul.