Yaşadığımız şu dünyada para sevgisi ve servet hırsı ile bağdaşmayacak, uzlaşmayacak, örtüşmeyecek şeylerin başında samimi dindarlığın geldiğini hemen herkes bilir. İyi bir dindarın parayı, zenginliği, serveti ve bunların sevgisini, bunlara karşı hırsı kalbinde barındırmayacağını; bunlara teslim olmayacağını, en azından teorinin bunu gerektirdiğini yine herkes kabul eder. Buna paralel olarak belli bir seviyede İslami kültüre sahip her şahıs; dünyada hiç kimsenin parayla ilişkide, onu kazanmada, elde tutmada ve harcamada bir Müslüman kadar derin sorumluluk altında bulunmadığının bilincindedir.
Sahici dindarlığın bir ölçüsü, bir göstergesi de bu anlamda dindar birinin kendisine hakkı olmayan bir şey sunulduğunda, o şey ne kadar değerli ne kadar cazip olursa olsun onu kabul etmemektir.
Esas bu olmakla beraber pratik ne yazık ki bunun çok uzağındadır.
Şu sözler genel olarak insanların para ile ilişkisinin nasıl olması gerektiğini çok iyi ifade etmektedir:
“Para sandalyeye benzer, ayağının altına alırsan seni yükseltir; başına koyarsan seni alçaltır.”, “Para iyi bir uşak, kötü bir efendidir.”
İnsanın parayla bu şekildeki ilişkisi, paraya ve servete bu böyle bir yaklaşım bir Müslüman kadar kimseye yakışmaz.
Türkiye’de dindar/muhafazakâr iktidarların ve onların kadrolarının, dindar/muhafazakâr burjuvazinin, aydın ve akademisyenlerin en büyük açıklarından biri, para ve servet sevgilerini engelleyememeleri, onu hiç değilse gösteriş aracı olmaktan çıkaramamalarıdır. Bu durum onların ahlakın ve dindarlığın kapsamını daraltmalarına; sadece namaza, oruca; kadınların ve kızların örtünmesine, alkollü içki içmeme gibi dinî emir ve yasaklara indirgemelerine sebep olmuştur.
Hâlbuki bugün Müslüman ülkelerin en temel sorunu ne ibadet eksikliğidir ne açılıp saçılmaktır, ne de içki içmektir. Günümüz Müslüman ülkelerinin en büyük sorunu ahlakidir; yani haksızlıkların, yolsuzlukların, sahtekârlıkların, sömürünün yaygınlaşmasıdır. Vahşi kapitalizmin, “Altında kalanın canı çıksın” bencilliğine ve acımasızlığına uygun bir tavrın Müslümanların iş hayatında ve insani ilişkilerinde de geçerlilik kazanmasıdır.
Zamanımızda bir Müslüman’a hiç yakışmayacak ölçüde para, servet ve mevki ihtirası içinde olanların sayısı hızla artıyor.
Tanınmış bir ilahiyatçı akademisyen, günümüz Müslüman erkeklerinin üç hedefini; “masa”, “kasa”, “nisa” (mevki, para, kadın) diye formüle ediyor ki bu üş şey gerçekten kimileri için bir ihtiras haline gelmiştir.
İhtiras sahibi olan insan Müslüman bile olsa meşru-gayrimeşru ayrımından uzaklaşıyor; “haram helal ver Allah’ım, garip kulun yer Allah’ım” noktasına geliyor. Bu noktaya gelen bazı insanlar, 1980’li, 90’lı yıllarda yurt dışında hayatını kazanmakta olan dindar vatandaşların kıt kanaat yaşamak pahasına yapabildiği tasarrufları “size faiz değil, kâr vereceğiz” diye ellerinden alarak çeşitli adlar altında kurdukları şirketleri bir bir batırdılar. Binlerce iyi niyetli vatandaşı mağdur ederek ortalıktan sıvıştılar. Hangi ahlaksızlık bundan daha büyük olabilir?
Günümüzün Müslüman zenginlerinin hatırı sayılır bir bölümü parayı, zenginliği, serveti; baştan beri maddeperestlikle, dünyaya fazla değer vermekle suçladıkları laik, solcu, sosyalist çevrelerden daha az sevdiklerini kanıtlayamıyorlar. İslam’ın peygamberinin “Dindarlığa hırs ve açgözlülük kadar zarar veren bir eğilim yoktur” sözünü ve Hz. Ömer’in, “İnsanların namaz kılması, oruç tutması veya başka bir ibadeti sizi aldatmasın; onların ticarette, alışverişte ve insanlarla ilişkilerindeki dürüstlüğüne bakın!” uyarısını akıllarına getirmek istemiyorlar.
İsmail Özcan Eğitimci/Yazar