Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İnal Aydınoğlu

İnsanların büyük bir bölümü acı ve yalnızlık içinde yaşıyorlar. Günleri kavga, stres, çekişme ve gerginlik içinde geçiyor. Küçücük maddi şeyler uğruna yaşamlarının en güzel günlerini heba ediyorlar. Hırslar, koşuşturmacalar, yargılar, peşin hükümler gözlerini kapatıyor. Gerçeklerden, hayatın ve dünyanın güzelliklerinden uzak yaşıyorlar. Güzelliklerden uzaklaştıkça hayat daha zorlaşır. Olumsuz duygu ve düşünceler yaşamımıza egemen olmaya başlarlar. ‘Dertler yalnız gelmez, birbirini izler’ diye bir deyim vardır. Olumsuzluklar da birbirini izler, insanın yaşama zevkini ve sevincini elinden alırlar.
Toplumdaki olumsuzlukların nedeni sevgi eksikliğidir. İnsanlar birbirlerini sevmeyince birbirlerini ne denli zorluklara, ne denli kötü durumlara düşürebileceklerini hiç düşünemiyorlar. Oysaki birbirini seven iki insan diğerine zarar verecek bir iş yapar mı? Diğerinin aleyhine konuşur mu, diğerini kıskanır mı, diğerine karşı kin ve nefret duyar mı? Evrende sınırsız sayıda güzellik ve güzel şeyler varken insanların en çok ilgilendikleri ve izledikleri şey, televizyon. Dolayısıyla televizyon insanlar üzerinde çok etkili. Her evde, her köyde, kahvehanede, ofiste, taşıtlarda, otellerde, hatta hastanelerde televizyon var. Toplumdan bu denli büyük ilgi görmesine karşın televizyon kanalları adeta birer uyuşturucu, zaman eritme ve stres yaratma makineleri gibi... Topluma sevgi yayacak birçok olanak ellerinde varken üzülerek söylemek gerekir ki bunu halkımızdan esirgiyorlar.
Yararlı program yok
Bazı TV kanallarında kültüre, sanata, hayra, hizmete, kişisel gelişime yararlı olacak programlar yok denecek kadar az. Haberler, haber vermekten çok duygu sömürüsüne dayalı, stres ve gerginlik yaratacak şekilde sunuluyor. Tartışma programları hakka, hukuka saygı göstermeden sürdürülen, bilgiden çok ego çekişmesine dayanan, kavga programları gibi... Diziler, tam bir sevgisizlik örneği... Tarihsellik iddiasında bulunanlar, tarihimizi, kültürümüzü, örf, adet ve geleneklerimizi insafsızca yerle bir ediyorlar. Zannedersiniz ki çağ açıp çağ kapatan, Akdeniz’i Türk gölü haline getiren Osmanlı İmparatorluğu, kadın entrikaları, ego oyunları, hırslar, kinler ve basit kurnazlıklarla yönetilmiş. Üç beş kuruş veya reyting uğruna bir millete tarihi çarpıtılarak anlatılıyor. İş yaşamı ile ilgili diziler tehdit, rüşvet, hile hikâyeleri, silah, gasp, kavga gösterileri ile dolu. Aile öyküleri anlatan diziler ise dedikodu, güvensizlik, inançsızlık, ihanet gibi normal bir aileyi çok rahatsız edecek örneklerle ilgi çekmeye çalışıyor; birbirine pusu kuranlar, aile içi yaşanan ahlaksızlıklar, kinler, kıskançlıklar... Hele evlilik programları, kadını da, erkeği de ancak bu denli aşağı bir düzeye indirebilir. Ruh ve gönül birliği içinde kurulup yürümesi gereken evlilik yaşamı, normal bir insana yakışmayacak maddi nedenlere; bir ev, emekli aylığı gibi sevgiden uzak şeylere indirgeniyor. İnsanların yalnızlıkları, çaresizlikleri reyting uğruna kullanılıyor.
Hayatı güzelleştirecek, anlam ve sevinç katacak tek şey sevgidir. Seven insan sevdiği şeylerin üzerine titrer, sevdiği insanların her saniyesine değer verir. Yanıltmak istemez; her şeyin doğrusunu söyler. Sevgi, güven, inanç ve bağlılık içinde yaşar. Sevgi hayata olumlu enerji katar. Kavgaları, çekişmeleri, haksızlıkları bitirir, barış ve huzur getirir, gözleri açar, gönülleri aydınlatır.
Sevginin yarattığı huzur ve aydınlık içinde evrenin zenginliklerini ve hayatın güzelliklerini fark eden kimse korkusuz, cesur, cömert ve zengin bir hayat yaşar. Korkunun tek nedeni sevgisiz süren hayatlardır. Korku insanı sevgiden her gün biraz daha çok uzaklaştırır, cesaretini kırar, yolunu keser, girişimlerini engeller. Korku insanı dünya varlıklarına bağımlı, açgözlü, hasis ve pinti yapar; iyi insan niteliklerini zayıflatır. Oysaki cömertlik, insan olmanın özünde vardır. Maddi, manevi tüm zenginlikleri başka insanlarla paylaşan gerçek bir insan olmak için içten gelen cömertlik gereklidir. Cömertlik vermekten, paylaşmaktan öte bir şeydir. Kendine sevgi dolu, mütevazı bir hayat kuran emekli arkadaşım, “Beni mutlu eden tek şey vermek ve sevmektir” der. Her gittiği yere olumlu enerji götürür, insanları takdir eder, okşar, hatır sorar, yüzü hep güler. Evinde üçü engelli olmak üzere dört köpeği vardır. Bir ay kadar önce, otomobil çarpan bir annenin sahipsiz kalan üç yavrusunu da eve almış. ”Varlığım arttı, hayatım zenginleşti, evim neşelendi” diye seviniyordu. Bir arkadaşımıza, “Yavru köpekler gelmeden, kısmetleri geldi, artan emekli aylığımı onlara harcıyorum” demiş.
Sınırsız coşku
Sevgi, cömertlik, esirgemezlik, insanı şefkat ve merhametle buluşturur. Bunlar olmadan güzel yaşanan bir hayata ulaşmak olası değildir. Eğer içte sınır tanımayan bir sevgi olmazsa yalnızca emekli aylığı ile yaşayan bir insan evdeki dört köpeğe üç tane daha ekleyebilir mi? “Artan emekli aylığımı onlara harcayacağım” diye sevinebilir mi? Hem de sevgisiz insanların köpekleri tekmelediği, insanların birbirini acımasızca öldürdüğü günlerde...
Toplumda herkes alma telaşı içinde; siz güzel yaşamak istiyorsanız veren olmaya çalışınız. Sevmezseniz evrenin zenginliğini, nimetlerin bolluğunu hissedemezsiniz; şükürden, rahmetten, bereketten uzak kalırsınız. Ayırımsız tüm insanları seviniz. Sevmeye en yakınlarınızdan başlayınız. Hatırlarını sorunuz, selam veriniz, okşayınız, takdir ediniz, teşekkürü hiç ihmal etmeyiniz, kusurunuz olursa özür dileyiniz. Seven insanların tümü olumlu düşünürler, geleceğe umutla bakarlar. İnsanın hayatını karartan sevgisizliktir. Sevgi içinde yaşayan insanlar sevgilerini sık sık, cesaretle ifade ederler. Eğlenmeyi, şarkı söylemeyi, dans etmeyi bilirler. Neşeleri, sevinçleri, coşkuları boldur. Ve sevgi içinde yaşayan insanların hepsi çok güzeldir. Yaşlılıkları gençliklerinden daha güzel olur. Çünkü sevgi, yalnızca yaşamı güzelleştirmekle kalmaz, insanın içini, dışını, yüzünü, gözünü, kalbini, her yerini güzelleştirir.

Haberin Devamı

İnal Aydınoğlu

Haberin Devamı

İnal Aydınoğlu, 18 Ekim 1941’de Gaziantep’te doğdu. Çalışarak okumak zorunda olduğu için eğitimini yarım gün olan Gaziantep Ticaret Orta ve Gaziantep Ticaret Liseleri’nde yaptı. 1964’te İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldu.
1972’de İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenci olan Tülay Hanım ile evlendi. Yüksek Mimar olan eşi ile 20 yıl birlikte çalıştılar. İki oğlu, bir torunu vardır. Aydınoğlu 1961’de üniversitede okurken ticarete başlamış uzun yıllar gayrimenkul ticareti ve inşaat işiyle uğraşmıştır. Hayatı Toplama ve Dağıtma Dönemleri olarak ikiye ayıran İnal Aydınoğlu halen Dağıtma Dönemi’ni yaşamakta maddi, manevi tüm olanaklarıyla hizmet etmeye çalışmaktadır.

Haberin Devamı

Fetih’ten Kurtuluş’a ‘İstanbul’

N. İSMET HERGÜNŞEN
Emekli Deniz Kurmay Albay


Orta çağın en güçlü devletlerinden biri olan Bizans İmparatorluğu ilk ciddi toprak kaybını 1071’de Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Alparslan’a karşı Malazgirt’te kaybettiği savaş neticesinde yaşadı. Böylelikle Anadolu’ya ilk defa ayak basan Türkler, artık bu tarihten itibaren Anadolu’da kurulan çeşitli beylikler vasıtasıyla Batı’ya doğru yavaş yavaş yayılmaya başlamış oluyorlardı. Bu beyliklerden Osman Gazi’nin 1299’da Söğüt ve çevresinde kurmuş olduğu Osmanlı Devleti, kuruluşundan itibaren komşu olduğu Bizans İmparatorluğu’yla siyasi, askeri, ticari ve kültürel ilişkilerde bulunuyordu. Bizans’ın başkenti olan ve jeopolitik olarak Rumeli ve Anadolu topraklarının tam merkezinde bulunan İstanbul, Osmanlı Devleti’nin kurucusu olan Osman Gazi’den itibaren tüm bey ve padişahların yakın ilgisine mazhar oluyor ve ciddi anlamda ilk olarak I. Bayezid zamanında gerçekleştirilen 4’üncü kuşatmayla önemli bir hedef haline getirilmiş oluyordu.
Hazreti Muhammed’in, “İstanbul bir gün elbet fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askeri ne güzel askerdir” hadisinde yer bulduğu gibi yüzyıllar boyunca Türklerin hedefi olan İstanbul’un, Fatih Sultan Mehmet ve onun orduları tarafından 53 gün süren kuşatmanın ardından 29 Mayıs 1453’te fethedilmesiyle Doğu Bizans İmparatorluğu da yıkılarak tarih sayfalarındaki yerini almış oluyordu. Böylece tarih boyunca değişik devletler tarafından defalarca kuşatılmış olan İstanbul’un fethi, hem İslam dünyasında ve hem de Batılılar tarafından ‘Yeni Bir Dönemin Başlangıcı’ olarak anılan Avrupa’da geniş yankı uyandırıyordu.
Çöküş ve kayıplar
18. yüzyılda Avrupa’nın bünyesinde meydana gelen sosyal, siyasi, askeri ve ekonomik anlamda gelişmelere ayak uyduramayan, gerek toprak ve gerekse nüfus bakımından dünyanın en büyük devletlerinden biri olan ve özellikle de 19. yüzyılda büyük çöküş içerisine girmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, Trablusgarp ve Balkan Savaşlarından da yenik ayrılarak yeni yüzyılın başlangıcında da her türlü gayreti göstermiş olmasına rağmen yeni toprak kayıplarına önlem alması mümkün olmuyordu. Savaşlardaki yenilgisinin etkisini askeri anlamda ordusunu ve donanmasını ıslah etmeye çalışarak gidermeye çalışan imparatorluk aynı zamanda iki bloğa ayrılmış Avrupa’da, kendisini yalnızlıktan kurtarmak içinde siyasi anlamda bir takım ittifaklar içerisinde yer alma girişiminde de bulunuyordu. Osmanlı İmparatorluğu, başlangıçta tarafsız kaldığını ilan etmesine rağmen gelişen olaylar ve Almanya’nın çabaları sonucunda Birinci Dünya Savaşı’na Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve İtalya’dan oluşan İttifak Devletleri yanında girmek zorunda kalıyordu. 1911’den 1918’e kadar hemen hemen kesintisiz savaşan Osmanlı İmparatorluğu, bu savaşta da yenik sayılarak 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi’ni imzalamak zorunda bırakılıyordu.
Mondros Ateşkes Antlaşması’na dayanan İtilaf Devletleri Donanmaları 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa önlerine demirleyerek, 16 Mart 1920’de yani 467 yıl Türk’lerin idaresi altında kalan ve imparatorluğun başkenti olan İstanbul’a zafer bayrakları açmış şekilde ve toplarını sağa sola çevirerek girmişti. Türk olmayan azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını gören Mustafa Kemal “Geldikleri gibi giderler” diyerek ünlü sözünü söyleyecekti. Nitekim, Milli Mücadele’nin sonunda 24 temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’yla birlikte, İtilaf Devletleri’nin işgalin yaklaşık üç yıl sonrasında çekilmesi sonucu bir kez daha Türkler’in yönetimine girecektir İstanbul.
3 kıtanın tek hakimi
4. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar on altı yüzyıl boyunca dünyanın en büyük ve en önemli metropolleri arasında yer alan İstanbul Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği geniş bir bölgenin tartışmasız tek hakimi olmuş ve bu süreçte Türk ve dünya tarihini önemli derecede etkilemeyi başarmıştır. Kesintisiz bin altı yüz yıl boyunca farklı imparatorluklara başkentlik yapan İstanbul, her alanda etkin bir ‘dünya kenti’ olma özelliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra cumhuriyet tarihiyle birlikte tekrar kazanmaya başlamış, günümüzde ise dünyanın sayılı ve önemli merkezleri arasında yerini almıştır.
Bizlere bugün düşen en önemli görev, fetihten kurtuluşa İstanbul’u, bunun ötesinde ise Çanakkale’yi ve İstiklal harbini kazanan ruhu koruyarak Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar yaşatmak olduğunu her daim hatırlamak ve özellikle de gençlere bu coğrafya da gerçekleşen tarihi çok iyi anlatarak onların bilgilendirilmesini, bilinçlenmesini ve aydınlanmasını sağlamak olmalıdır.

N. İSMET HERGÜNŞEN
Emekli Deniz Kurmay Albay

1961’de Yozgat’ta doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ndeki eğitiminin ardından 1982’de Deniz Harp Okulu’ndan mezun olup, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na katıldı. Muhrip, hücumbot ve fırkateyn sınıfı gemilerlerdeki görevlerinin ardından TCG Fatih Fırkateyni’nde komutanlık ve hücumbotlarda komodorluk yaptı. Foça Deniz Üssü ile Sahil Güvenlik Marmara ve Boğazlar Bölge Komutanlık görevlerini gerçekleştirmeyi müteakip, Deniz Kurmay Albay rütbesinden kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Halen Bahçeşehir Üniversitesi ve Deniz Ticaret Enstitüsü’nde Deniz-Liman İşletmeciliği/Güvenliği’ne yönelik dersler vermektedir.

2016’nın En Popüler Vatandaşlık Programları

Tolga Habalı Henley&Partners Türkiye Direktörü

2008’de yaşanan küresel ekonomik kriz birçok ülkeyi kaynak yaratma konusunda yeni arayışlara itmiş ve bu ülkelerin hükümetleri yabancı yatırımcılara oturum hakları ya da vatandaşlık vererek ülkelerinin kaynak ihtiyaçlarına çözüm olmuşlardır. 2016 yılına gelindiğinde, küresel anlamda artan ekonomik ve politik riskler, ülkeler arasındaki gerginlikler yatırımcılara yönelik oturum ve vatandaşlık programları ve bu programlara olan talebin artan bir eğilimle devam edeceğini gösteriyor.

Türk yatırımcılar için 2016’da popüler olabilecek ülkelere bakacak olursak:

a) Ekonomik Vatandaşlık Veren Ülkeler: Malta, Antigua ve Barbuda

b) Yatırım Yoluyla Göçmenlik Veren Ülkeler: Amerika Birleşik Devletleri, Kanada

c) Yıldızı Parlayan Oturum Programları: Yunanistan, Portekiz

Ekonomik programlar

Malta

Malta Bireysel Yatırımcı Programı (Malta IIP) verdiği haklar ve sağladığı imkanlar açısından günümüzdeki en değerli ekonomik vatandaşlık programıdır. Avrupa Birliği üyesi 28 ülkede ve İsviçre’de yaşama, çalışma, eğitim imkanı sağlayan Malta vatandaşlığı, aynı zamanda ABD dahil 168 ülkeye vizesiz seyahat ayrıcalığı sunmaktadır.

Malta ekonomik vatandaşlık başvurusu için 3 yatırım kriterini yerine getirmek gerekmektedir:

- Hükümete hibe: En az 650 bin euro

- Malta’da mesken edinimi: En az 350 bin euro değerinde gayrimenkul yatırımı ya da 5 yıl süreli, yıllık en az 16 bin euro tutarlı konut kiralanması

- Finansal yatırım: 150 bin euro tutarlı 5 yıl vadeli Malta devlet tahvili yatırımı

Malta ekonomik vatandaşlık başvuruları ortalama 14-16 ay sürmektedir.

Antigua ve Barbuda

Karayiplerin beyaz kumsal plajları ve mavinin her tonu deniziyle ünlü bu güzel ülkesinin vatandaşlığını cazip yapan, Antigua ve Barbuda pasaportunun Avrupa Birliği Şengen Ülkeleri, İngiltere, İsviçre, Kanada dahil 130 civarında ülkeye vizesiz seyahat ayrıcalığı vermesidir.

Antigua ve Barbuda ekonomik vatandaşlık programı için 3 ayrı başvuru kategorisi vardır:

- En az 400 bin dolarlık gayrimenkul yatırımı

- En az 200 bin dolarlık hibe

- 1.5 milyon dolarlık onaylanmış iş yatırımı

4 kişilik bir aile başvurusunda toplam maliyet hibe yoluyla 365 bin doları, gayrimenkul yatırımı yoluyla yapılan vatandaşlık başvurularında ise 630 bin doları bulmaktadır. Yatırım yapılan gayrimenkulün 5 yıl elde tutulması zorunluluğu vardır. Başvurular ortalama 8 ay sürmektedir.

Yatırım programları

Amerika Birleşik Devletleri (ABD)

ABD yatırımcı göçmenlik programı (EB5) çerçevesinde ‘Yeşil Kart’ Amerika’da Bölgesel Yönetim Merkezleri nezdinde yapılacak 500 bin dolarlık özel proje yatırımı ile ya da doğrudan iş yatırımı ile alınabilir. Yapılan yatırımın dönüşü için gerekli süre 5 yıldır.

Yatırım karşılığında ABD hükümeti, her 500 bin dolar yatırım için 10 kişilik istihdam yaratılmasını beklemektedir. Bölgesel Yönetim proje yatırımlarında istihdam verileri doğrudan ve dolaylı istihdam üzerinden ekonomik modellerle hesaplanırken, bireysel iş yatırımlarında sadece doğrudan istihdam hesaplanır ve tüm yatırımcı göçmenlik başvuru bürokrasisi iş sahibinin sorumluluğundadır.

Yeşil kart ilk aşamada iki yıl süreli verilir ve ABD hükümetinin istihdamı rakamlarını teyit etmesi ile sürekli yeşil karta dönüşür. ABD hükümeti yatırımlara bir garanti vermez. Gerek yatırım riski, gerekse göçmenlik riski nedenleriyle proje seçimi EB5 başvurularında dikkat edilmesi gereken en önemli unsurdur. ABD vatandaşlığı 5 yıllık oturum sonrasında mümkün olabilir. ABD yatırım yoluyla göçmenlik (EB5) başvuruları ortalama 14 ay sürmektedir.

Kanada

Kanada doğrudan yatırım yoluyla vatandaşlık veren bir ülke değildir, o nedenle çok kullanılan tabirle ‘Kanada Vatandaşlığı Başvurusu’ söz konusu değildir, yapılan başvuru göçmenlik başvurusudur. Vatandaşlık başvuru hakkı bugünkü kanunlara göre, ancak göçmenlik statüsü alındıktan sonra, Kanada’da 6 yıl içerisinde 4 yıl fiziki olarak geçirerek, elde edilebilir.

Kanada’nın çok bilinen Federal Yatırımcı Göçmenlik programı 2015 yılı itibariyle kapatılmıştır. Fransızca konuşulan Kebek eyaleti, kendi Yatırımcı Göçmenlik programını (QIIP) başvuru kotaları uygulayarak dönemler halinde devam ettirmektedir. QIIP başvuru için gereken şartlar:

- 1.6 milyon Kanada doları net malvarlığı

- 800 bin Kanada doları Kebek eyaleti tahvillerine 5 yıl vadeli, ‘0’ faizli yatırım

- Son 5 senede en az 2 sene aktif işletme ya da yöneticilik tecrübesi

Kanada’nın 2016’da en çok ilgi görecek programı hiç şüphesiz ‘Start-up Visa’ programıdır. Özellikle yenilikçi, bilgi teknolojilerine dayalı, toplumsal bir ihtiyaca çözüm getiren girişim projeleri Kanada’daki Girişim Sermayesi Şirketleri, Melek Yatırımcılar ve Inkubatörler tarafından destek alması koşuluyla, proje sahiplerine kısa sürede sürekli oturum (PR) alma imkanı sağlamaktadır.

Yıldızı programlar

Yunanistan

Yunanistan, en az 250 bin euro gayrimenkul yatırımı yapan AB dışı ülke vatandaşlarına Yunanistan’da sürekli oturum hakkı vermektedir. Gayrimenkul yatırımı mesken, işyeri ya da arazi olabilir. Yunanistan’da sürekli oturum alan yatırımcılar AB Şengen bölgesi içerisinde vizesiz dolaşım hakkına da sahip olurlar.

Oturum her 5 yılda bir yapılan yatırımın devam etmesi koşuluyla uzatılır. Oturum başvurusuna aileler anne babalarını dahil edebilirler. Çocuklar, oturum haklarını 21 yaşına kadar kullanabilirler, daha sonra 24 yaşına kadar uzatım alınabilir. Yunanistan’da ikamet etme zorunluluğu yoktur, ancak yerleşim düşünenler için Yunanistan vatandaşlığı 7 yıllık oturum sonrasında mümkün olabilir. Yunanistan yatırım yoluyla oturum başvuruları ortalama 3 ay sürmektedir.

Portekiz

Altın Vize Oturum programıyla yatırımcılar Portekiz’de yaşama, çalışma ve çocukları ücretsiz eğitim hakkına sahip olurlar, vizesiz Şengen seyahat elde ederler.

Minimum oturum zorunluluğu gerektiren Portekiz’de, oturum hakkının devamı için hem yatırımın devam etmesi, hem de yılda ortalama 7 gün Portekiz’de bulunma zorunluluğu vardır.

Yatırım şartlarına bakıldığında Portekiz’de en çok tercih edilen iki yöntem, 500 bin euro gayrimenkul yatırımı ve 1 milyon euro finansal yatırım olarak öne çıkıyor. Oturum yenilemeleri ilk sene sonunda ve sonrasında da her iki senede bir yapılır. Portekiz’de yerleşmiş olmak şartı ve Portekizce bilgisiyle 6. yıldan sonra vatandaşlık başvuru hakkı doğabilir.