Kalp damar hastalıklarında damarın tıkanmasına yol açan plakların oluşması tam anlamıyla bir kronik inflamasyon sürecidir. Yani inflamasyon diye adlandırdığımız yangı bu sefer damarın içinde gerçekleşir.
Yaşamamız için kalbin ne kadar önemli bir organ olduğunu hepimiz biliyoruz. Kalp atışı hayatta olmanın bir göstergesidir. Bu olay kalbin kasılmasıyla gerçekleşir. Kalp kasının kasılması için daha doğrusu hücrelerinin hayatta kalması için kan damarlarıyla beslenmesi, oksijen alması gerekir. Eğer herhangi bir sebepten ötürü kalp damarlarında bir tıkanıklık meydana gelir ise o bölgeye kan götüremez. Böyle bir durumda kalpte o bölgede bulunan hücreler ölür ve vazifesini yerine getiremez. Bu olay klinik olarak infarktüs veya kalp krizi diye adlandırılır. Ölen hücrelerin sayısına ve etkilenen bölgenin büyüklüğüne göre klinik bulgular da değişiklik gösterir. Eğer geniş bir bölge etkilendiyse kalp kasındaki zayıflama da o kadar fazladır. Bu durumda kasılmadaki yetersizlik de o kadar fazla hissedilir. Olayın neticesinde kalp yetersizliği bulguları başlar. Yaşam kalitesi son derece olumsuz yönde etkilenir. Bazen de bu kalp krizi o kadar ağır bir şekilde gerçekleşir ki kriz anında ani kalp
Vücudun bir çeşit savunma tepkisi olan yangı, uzun süre maruz kalındığında kronikleşerek birçok hastalığa davetiye çıkarır.
Latincede “inflamasyon” diye adlandırılan yangı, vücudun zararlı etkenlere karşı verdiği bir çeşit savunma tepkisidir. Zaman zaman iltihap adı geçse de buradaki etken abse ya da iltihaptaki gibi bir mikrop olmayabilir. Vücutta oluşan bu savunma tepkisi görünüşte vücut için faydalı bir olay gibi gözükse de özellikle bu zararlı etkene uzun süre maruz kaldığında kronikleşen yangı birçok hastalığa da davetiye çıkarır. Bağışıklık sistemimiz zararlı olarak gördüğü bu etkene karşı savunma sistemini harekete geçirip onu yok etmek üzere kandaki lökosit, lenfosit gibi askerlerini görevlendirir. Ancak burada mikrop sandığı bu etmeni yok edeyim derken vücudun kendi hücrelerine de zarar verir.
Vücutta kanda dolaşan bu askerler zararlı gördükleri bu etmeni yok etmek için silah olarak bir takım enzim ve maddeleri salgılamaya başlar. Bu salgılanan maddeler ve ortaya çıkan savaş alanı özellikle o bölgede yoğun olmak üzere vücudun tamamını da olumsuz etkileyecek bir hale dönüşür. Bunu tıpkı ülkelerin sınır bölgesinde olan, küçük gibi gözüken bir çatışma veya herhangi bir yerinde
“İşleyen demir ışıldar” atasözünde de belirtildiği gibi, hareket ettikçe daha enerji dolu hissederiz. Bütün mesele ilk adımı atmakta.
Sağlıklı yaşamak için hareket etmenin ne kadar önemli olduğundan daha önceki yazılarımda da birçok kez bahsettim. “İşleyen demir ışıldar” diye çok yaygın bilinen bir atasözü vardır. Gerçekten de hareket ettikçe kendimizi daha enerji dolu hissederiz. Hele bir de bu esnada bir işi halletmeye koyulmuşsak devamını getirmek, tamamlamak bize ayrı bir keyif verir. Ama işte bütün mesele ilk adımı atmaktır. İşe başlamak için gerekli ilk hareketi yapmaktır. Bunu yapmadan miskin miskin oturduğumuzda iyice tembelliğe kapılıp bir türlü başlayamayız. Fakat bir yandan da bu durum bizi mutsuz eder. Harekete geçemediğimiz için içimiz rahat etmez. Tamam da nedir bizi alıkoyan? Sadece tembellik mi? Yoksa hayatımızı kolaylaştırdığına inandığımız teknolojik ilerlemeler mi? Yakın mesafelere bile kullandığımız arabalar mı? Bir kat çıkmak hatta inmek için bile kullandığımız asansörler mi? Televizyonu oturduğumuz yerden kalkmadan uzaktan kumanda ile izlememiz mi? Evdeki perdeleri, ışığı bile kumanda ile açıp kapamamız mı? Markete gitmek yerine internetten sipariş vermek mi?
Anneler Günü vesilesiyle hamilelik sürecinde anne kalbinin maruz kaldığı tehlikelere göz atalım.
Bugün Anneler Günü! Bizi dokuz ay karnında taşıyan, hayat veren, ondan sonra da hayatımız boyunca bizi hem kalbinde hem de aklında taşıyan annelerimizin, bizi dünyaya getirene kadar kalpleri ve bünyeleri hangi risklere ve tehlikelere maruz kalıyor, ne gibi değişikliklerden geçiyor biraz bundan bahsedelim.
Geçtiğimiz hafta Demiroğlu Tıp Fakültesi dördüncü sınıf öğrencilerine gebelikte kalp ve hipertansiyon dersini anlatmıştım. Daha sonra bu haftaki yazımın tam da Anneler Günü’ne denk geldiğini fark ettim ve annelerimizin bizi dünyaya getirirken gerçekten ne kadar cesurca bir maceraya atıldıklarının altını çizmek gerektiğini düşündüm. Hamilelik, genel anlamda alınan kilolar ve beraberinde bebeğin ağırlığı gibi görünse de asıl yükü kalp taşır.
Kalp ve dolaşımla ilgili değişiklikler
Gebelikte kan hacmi hormonal değişiklikler sebebiyle neredeyse yarı yarıya artar. Bu artış ilk üç ayda başlar, 20-24. haftalarda en üst düzeyine ulaşır, doğuma kadar ise bu düzeyini korur veya hafif azalır. Ancak bu artışın hızına kırmızı kan hücrelerinin sayısı yetişemediğinden annede kansızlık baş gösterir.
Oruç tutmaya niyetlenmeden önce ciddi bir sağlık kontrolünden geçmeniz gerekir. Üstelik bunu her yıl tekrarlamalısınız.
Daha önceki yazılarımda orucun faydalarından detaylı olarak bahsetmiştim. Gerçekten de oruç hele bir de hakkıyla tutulduğu zaman faydaları saymakla bitmez. İnançla ve doğru duyguları taşıyarak tutulan oruç ruhsal ve zihinsel olarak arınmayı sağlar. Sadece belirli bir süre aç, susuz kalıp saati gelince karın doyurmak değildir. Nasıl olsa bütün gün aç kaldım, şimdi istediğim her şeyi tüketebilirim diyerek iftarda kıtlıktan çıkmış gibi yemek de değildir. Zaten böyle davranıldığı takdirde başta midemiz olmak üzere vücudumuz bize gereken tepkiyi verecektir. Bu nedenden ötürü ramazan ayı boyunca hastanelerin acillerine bir iftar bir de sahur sonrası mide ve kalp şikayetleriyle gelen çok olur. Buraya kadar bahsettiklerimden ramazanda iftar ve sahurlarda ağır, sindirimi zor, şeker, tuz oranı yüksek sağlıksız yiyecekleri tüketmemiz, gözümüz değil sadece midemiz doyacak kadar yememiz gerektiğini anlamışsınızdır. Aksi halde son derece sağlıklı kimselerde bile ufak tefek mide şikayetlerinden başlayıp acile götürecek kadar ileri şikayetlere rastlamak mümkündür.
Sürekli ilaç
Şifa insanın hayatı boyunca hiçbir zaman gündeminden düşürmemesi gereken bir kavramdır.
Tıptaki teknolojik ilerlemelerin yanında geleneksel tıp da giderek önem kazanmakta. Bu alandaki çalışmaları Sağlık Bakanlığı’mız tarafından davetli olarak katıldığım 24-27 Nisan tarihleri arasındaki “Kronik Hastalıklarda Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları” konulu 2. Uluslararası Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Kongresi’nde etraflıca gözlemledim. Bu yıl ikincisi düzenlenen kongre T.C. Cumhurbaşkanlığı himayelerinde, T.C. Sağlık Bakanlığı ev sahipliğinde ve Dünya Sağlık Örgütü işbirliğinde gerçekleştirildi. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın Onursal Başkan olarak katıldığı kongre, Sağlık Bakanımız Dr. Fahrettin Koca, Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Tedros Adhanom Ghebreyesus, Bakan yardımcımız Prof. Dr. Emine Alp Meşe ve diğer değerli katılımcıların verdiği önemli mesajlarla başladı. Toplantıda dünyanın birçok ülkesinden bakan ve üst düzey sağlık çalışanlarından oluşan bir katılım mevcuttu.
15 başlık altında toplanıyor
Geleneksel ve tamamlayıcı tıp adından da anlayacağımız gibi uzun yıllardır süregelen gelenekselleşmiş ve modern tıbba ek, tamamlayıcı olarak
Ülkelerin sağlık konusundaki yaklaşımları sağlık maliyetlerini düşürmek, iş gücü kaybını önlemek adına artık koruyucu sağlık hizmetleri alanına doğru yoğunlaşmıştır.
Bilim sürekli gelişen kendini yenileyen bir alan. Sağlık söz konusu ise insan hayatı işin içine girdiği için ayrı bir değer taşıyor. Tıp alanındaki ilerlemeler, teşhis ve tedavi yöntemlerindeki gelişmeler son derece önemli. Bu konuda teknolojideki ilerlemelerden de maksimum düzeyde faydalanılıyor. Ancak bir düşünün insan hasta olunca nasıl bir süreç yaşıyor? Kast ettiğim kolayca ve birkaç ilaçla iyileşen hastalıklar değil kronik, uzun tedavi süreci gerektiren, yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen, hatta ölüme kadar götüren hastalıklar. Kanser, diyabet, hipertansiyon, kalp damar hastalığı, obezite, kronik akciğer hastalıkları (KOAH) gibi hastalıklar başlangıcından itibaren değişik aşamalara geldiğinde hem hastayı hem de ailesini nasıl zorlayacaktır?
Hasta ve yakınlarının psikolojisinin yanı sıra teşhis ve tedavi aşamasında harcanan zaman, maddi manevi kayıp, iş gücü kaybı hastanın sosyal güvencesi olsa bile hem ailenin hem de devletin bütçesine olan yük hastayı, yakınlarını ve devleti olumsuz yönde etkileyecektir.
Hast
En fazla ölüm sebebi olan kalp damar hastalıkları aslında önlenebilir hastalıklar grubuna girer. Öyleyse neden bu hastalık bu kadar sık görülüyor ve ölümlerin en fazla sebebi oluyor?
Kalp Sağlığı Haftası içinde olmamız vesilesiyle uzmanlık alanıma giren bu önemli konudan biraz bahsetmek istiyorum. Dünyadaki önde gelen ve özellikle kardiyoloji alanında iyi tanınan hastanelerde kalp damar hastalıklarını önleme merkezleri kurulmuştur. Bu merkezlerin kuruluş amacı adından da anlaşılacağı üzere kalp damar hastalıklarından korunmak ve eğer hastalık oluşmuş ise ilerlemesine engel olmak, iyileşmesini kolaylaştırmak ve böylece vereceği zararları en aza indirgemektir.
Kimler risk altında?
Kalp damar hastalığı çoğu zaman ben geliyorum diyen bir hastalıktır ve davet göndermeden de kolay kolay gelmez. Kimi zaman bilerek kimi zaman da bilmeyerek bu hastalığa davetiye çıkarırız. Genetik özellikler, yaş ve cinsiyet değiştirilemeyen özelliklerdir. Anne ya da babada erken yaşta kalp damar hastalığı başlamışsa, erkek cinsiyet varsa, yaş erkek için 45, kadın için 55 ve üzeriyse bu gerçekleri değiştiremeyiz. Ancak hal böyle olsa bile eğer kendimize iyi bakar, yeme içmemize dikkat edip kontrollerimizi