Ramazan ayını geride bırakıp bayrama girdik. Her kutlamada olduğu gibi Ramazan Bayramı’nda da şeker tüketiminin arttığını biliyoruz. Şeker Bayramı olarak da adlandırdığımız bu bayramımızda herkese iyi bayramlar dilerken azı karar çoğu zarar diye düşünerek şeker konusunda biraz dikkatli olalım derim.
Bayramda şeker ikramından önce bilmeniz gerekenler:
Bağımlılık yapar
Çocukken bize ödül gibi, hediye gibi verilen şekerler, çikolatalar zamanla bağımlılık yaratıyor. Çoğumuz bu tada çocuklukta alışıyoruz, daha doğrusu bizi alıştırıyorlar. Hep televizyon reklamlarında da çikolatalar, dondurmalar keyifli mutlu anları ima eder ya. Sanki onu yediğinizde çok mutlu olacakmışsınız gibi. Üzüldüğümüzde sevindiğimizde biz de kendimizi şekerle avutmak veya ödüllendirmek istiyoruz. Üstelik bu öyle bir zehir ki yedikçe yemek istiyoruz. Kanımızda düştüğü zaman yoksunluğunu hissedip onu arıyoruz, hemen bulup tüketmek istiyoruz.
İnsülin direnci yapıyor
Şekerin aslında tüm dengeyi bozup da vücudu harap ettiği nokta insülini alet
Burun akıntısı, hapşırık, öksürük gibi bulgular ilk planda bize sanki bir soğuk algınlığı varmış da o yüzden bu belirtileri gösteriyoruz gibi bir izlenim bırakabilir. Pandemiden önceki dönemde alerji mi nezle mi diye bizi ikileme düşüren bu belirtiler, şimdi bir de acaba kovid mi geçiriyorum sorusunu da sorduruyor. Neyse ki artık bu koronavirüs mü uslandı, ya da aşılanarak veya geçirerek artık ona karşı bir bağışıklık mı kazandık. Görünüşte hastalık azaldı, ağır geçirenlerin oranı düştü, vefat sayıları azaldı. Fakat bu sevindirici haber bizi sakın rehavete düşürmesin, zira şimdiye kadar her sene gördüğümüz bahar ve yaza doğru azalan sayılar sonbaharda tekrar artış gösteriyordu. Dilerim bu sene de aynısı olmaz ve artık virüs de bizden bıkmıştır. Çünkü biz ondan fazlasıyla bıktık.
Bugünlerde burun tıkanıklığı, burun akıntısı, boğazda kaşınma, hapşırma, öksürme gibi şikâyetler bizde bir kafa karışıklığı yaratıyor. Böyle bir durumda koronavirüsten şüphelenip test yaptırmaya koşuyoruz. Bir
Kolay ve çabuk yoruluyorsanız, enerji kaybı hissediyorsanız, ufak hareketlerde bile çarpıntı hatta nefes darlığı gibi şikayetleriniz oluyorsa, baş dönmesi varsa, kendinizi sersem gibi hissediyorsanız kan sayımınıza da bir baktırmanızda fayda vardır. Kemik iliği sürekli olarak yeni kırmızı kan hücreleri üretir çünkü bu hücreler normal şartlar altında 120 günde yaşlanır ve ölürler. Sürekli olan bu döngüde vücutta kan üretiminde rol alan her faktörün ayrı bir değeri vardır. Eğer bir veya birkaçında eksiklik ya da aksaklık gözlenirse kırmızı kan hücresinin üretiminde de aksaklık ve eksiklik olur. Kansızlık ortaya çıkar.
Kan sayımındaki düşüklük yani aneminin birçok farklı belirtileri ve nedenleri olabilir. Anemiyi düzeltmenin yolu önce nedenlerini bilip onları düzeltmekten geçer. Kansızlığın en sık sebeplerinden biri demir eksikliğidir. Bu önemli mineralimizin eksikliğinden başka bazı vitamin eksiklikleri de kansızlıkta önem kazanır gelin hem demire hem de bu vitaminler nelermiş bir bakalım
Demir
Homosistein vücudumuzda et, yumurta, balık ya da bitkisel protein içeren tahıl gibi besinlerle alınan metiyoninden adındaki aminoasitten yapılan bir maddedir. Yani vücudumuzda üretilir ancak yapımı için bu aminoasidi içeren besinleri dışarıdan almamız gerekir. Azı karar çoğu zarar türünde olan bu madde normal şartlarda vücuttaki birçok biyokimyasal olaylarda işimize yarar. Metiyoninin glutatyon denilen çok önemli bir antioksidana dönüştüğü yolun bir ara parçasıdır.
Homosistein yüksekliği damar tıkanıklığı riskini artırır
Homosistein vücudumuzda işe yarar dedik buraya kadar bir sorun yok. Ancak homosistein kanda yüksek bulunduğunda kalp damar sağlığı açısından bir tehdit oluşturur. Damar tıkanıklığı riskini artırır. Bunu hem damar iç yüzeyini döşeyen endotel tabakasının işlevini bozarak hem de kanın pıhtılaşmasını artırarak yapar. Zaten bu iki etki de maalesef damar tıkanıklığının baş sorumluları oluyor. Eğer damar tıkanıklığı kalp damarları yani koronerlerde olunca kalp krizine, beyinde olunca inmeye yol açar. Bacak damarlarında derin
Oruç tutmak önemli ibadetlerimizden biri olduğu kadar hem beden hem de ruh sağlığına birçok faydası da vardır.
- Oruç tutmak manevi değerlerimize sahip çıkmayı öğretir
Beden ve ruh sağlığını her zaman bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. Tüm ibadetlerde olduğu gibi, oruç tutmak da Allah’a yakınlaşmayı, ruhu arındırmayı, vicdan açısından rahatlamayı sağlar. Aslında her zaman iyi bir insan olarak dikkat etmemiz gereken özelliklere Ramazan ayında daha da çok dikkat ederiz. Güçsüz ve muhtaç kişilere yardım edip, dedikodu, fitne ve fesattan uzak kalırız. Ramazan ayı oruç ibadeti ile beraber dostluğu, kardeşliği, dayanışmayı, birlik ve beraberlik içinde olmayı çağrıştırır. “Tok açın halinden anlamaz” atasözünde olduğu gibi oruç tutan kişi açlığın ne demek olduğunu yaşayarak görür, yiyecek alamayan insanın halini çok iyi anlar. Sabretmeyi, saygı duymayı hatırlatır.
- Sağlıklı beslenmeyi öğrenmeyi kolaylaştırır
Bizi yoldan çıkaran zararlı yiyecekler maalesef ki aynı zamanda tadı da güzel
Kolajen kökeni yunanca olan ve yapıştırıcı bağlayıcı anlamına gelen kolla kelimesinden türemiştir. Kolajenin ilk aklımıza gelen özelliği cildimizin gergin ve genç görünmesini sağlamasıdır. Oysa kolajen vücudumuzda ciltte olduğu kadar eklem, kemik, kas, kornea, damar, tırnak saç ve dişlerde de bulunur. Vücudun yapısal iskeletini oluşturan önemli bir proteindir. Aslında kolajeni, dokuları bir arada tutan ve destek sağlayan güçlü bir yapıştırıcı gibi de düşünebilirsiniz.
Kolajenin yapısı
Kolajen vücudumuzdaki bağ dokusunun ana hücreleri olan fibroblastlar tarafından üretilir. Esas olarak glisin, prolin ve hidroksiprolin gibi amino asitlerden oluşur. Aminoasitler proteinlerin yapı taşıdır. Bu saydığım aminoasitler aynı zamanda kas ve tendonlar, saç, deri, kemik başta olmak üzere kolajenin mevcut olduğu vücut parçalarının güçlü ve esnek olmasını sağlayan yapı taşlarıdır. Kolajeninizin yeterli miktarda olması cildinizin diri ve genç görünmesine, damarlarınızın esnek, saçlarınız parlak ve kırılmaya dayanıklı, tırnaklarınızın, kemik
İnsan yapısı makinenin ortaya koyduğu zekâ, yapay zekâ olarak adlandırılır. Bu makineyi yaratan insandır. Ancak öyle bir sistem oluşturulur ki insan zekâsını geçecek sonuç ve verilere ulaşılabilir. Başlangıçta çok faydalı gözüken bu araç acaba hangi sonuçlara yol açabilir ve nereye kadar gider diye düşününce insana biraz ürkütücü geliyor. İnsanlığın yararına programlandığında her şey çok iyi ama bir de kötü niyetlilerin eline düşerse ya da bu yapay zekâ kendi bağımsızlığını kazanıp insan yapısı olmaktan çıkarsa ve kontrol edilemez ne yapacağı belli olmaz hale gelirse. Tüm bu sorular bir bilim kurgu filmi gibi gözükse de bugün geldiğimiz noktada elde ettiğimiz teknolojik gelişmeler bundan yıllar öncesine göre de o zaman için bize aynı şekilde gözüküyordu. Bunu düşününce bugün için bize inanılmaz gibi gelen bazı bilimsel ilerlemeler de ilerde günlük hayatımızın bir parçası olabilir. Buna en belirgin örnek vazgeçemediğimiz cep
Bugün 14 Mart ve her yıl olduğu gibi Tıp bayramı olarak bütün yurtta kutlanıyor. Neden 14 Mart ve bu kutlama nereden geliyor bu vesile ile biraz da tarihten bahsetmek istiyorum. İstanbul Tıp Fakültesi, benim de mezun olduğum okul, ülkemizin ilk Tıp Fakültesi’dir. Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethinden sonra emri üzerine Beyazıt Meydanı’nda Darülfünun kurulmuş ve ardından henüz modern olmayan tıp eğitimi başlamıştır.
14 Mart 1827'de ise modern anlamda ilk tıp fakültesi, dönemin padişahı Sultan II. Mahmud tarafından kurulmuştur. Cumhuriyet Dönemi’nde ise Üniversite Reformu’yla birlikte ismi değişerek İstanbul Üniversitesi’nin tek Tıp Fakültesi olacak şekilde ismi İstanbul Tıp Fakültesi olarak değiştirilmiştir.
Bu değişimden sonra İstanbul Tıp Fakültesi öğrencilerinin mezuniyet diploma numaraları 2 ayrı numarayı kapsar. İlk numara Cumhuriyet tarihi öncesi diploma numarası diğeri ise Cumhuriyet sonrası diploma numarasıdır. 1827'den beri günümüze kadar ulaşan tek ve en eski tıp fakültesinin İstanbul Tıp