Mart ayından beri süregelen ve günümüzde sosyal hayatta köklü değişikliklere neden olan yeni tip korona virüsün (SARS-CoV2) yaz aylarındaki durumu ile ilgili pek çok spekülasyon mevcut. Uzaktan eğitimin sona ermesi ile birlikte tatil planlarının yapılmaya başlandığı bugünlerde herkesin aklında sorusu ve içinde kuşkusu ile yerini almış durumda SARS-CoV2. Pandeminin yaz aylarında hafifleme olasılığı, tatil sırasındaki sosyal hayat, dondurma gibi yazlık gıdaların durumu gibi pek çok soru özellikle bugünlerde kafaları meşgul etmekte.
Konuyu anlatmaya virüslerin hava sıcaklığı ve mevsimlerle olan ilişkisini inceleyerek başlayalım. Hepimiz viral enfeksiyonların özellikle sonbahar ve kış aylarında daha sık görülen hastalıklar olduğunu biliyoruz. Hava sıcaklığının bu duruma etkisi yadsınamaz. Özellikle zarflı virüslerin ısı değişimi ile birlikte etkisini kaybetmeye başladığını ancak bu etkilerin 50-60 derece gibi yüksek ısılarda çok belirgin olduğunu da eklemek lazım. Bununla birlikte pandemi sürecinde yapılan demografik çalışmalar SARS-CoV2’nin
2001 yılında ilk defa bisikletle İstanbul’da trafiğe çıktığımda bir kırmızı ışıkta durdum. Yan arabanın 40'lı yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, düzgün giyimli, hafif şakaklarındaki saçları kırlaşmış sürücüsü, aracın camını (henüz cam filmi olmadığı için cam açılmadan da sürücüyü görebiliyordum) açarak üstten konuşur bir üslup ve ses tonu ile uyardı: “Burada bisiklet kullanamazsın, araba yolu burası!” Hem gençliğimin hem de bilgisizliğimin etkisi ile tedirgin oldum ve o gün yolun geri kalanını kaldırımlardan gittim. Daha sonra serdeki gençlik, trafiğe çıkmama engel olmadı tabii ama bir yandan da okuyup araştırmaya ve öğrenmeye başladım. Aradan geçen 20 yılda okul servis şoförü tarafında sabahın 06:30’unda sıkıştırılıp, elde levyeyle tehdit edildiğim de oldu; üzerime direksiyon kıran siyah renkli protokol aracı da gördüm, duyduğumda yüzümü kızartacak küfürler eden kadın şoför de. Bugün bisikletli ulaşım hakkında hem teorik hem de pratik açıdan ciddi
Ağrı, olmuş veya olası doku hasarıyla bağlantılı ya da bu tür bir hasar üzerinden tanımlanan nahoş bir duyusal veya duygusal deneyim olarak tanımlanmakta. Tanımdan da anlaşılacağı üzere sübjektif bir yanı bulunan ağrının en önemli ortak özelliği, “çekenin“hayat kalitesini bozmasıdır. Bu nedenle de öncelikle ağrının kesilmesi ve sonra da ağrıyı yaratan nedenin ortadan kaldırılması önemli bir konudur. Ancak ağrıyı yaratan sebep ya da sebepler, tam olarak tanımlanamadığında esas sorun başlamakta ve hastalar müphem, çözülemeyen bir ağrıyla baş başa kalmaktadır.
Özellikle doğurganlık çağındaki kadınların en sık yakınmalarından biri de karnın alt kısmında ve kasık bölgesinde hissedilen ağrılardır. Öyle ki pelvik ağrı, günümüzde kadınların kadın hastalıkları ve doğum uzmanlarına başvuru sebepleri arasında ilk sıralarda yer almaktadır. Toplumda kadınlarda yaklaşık yüzde 20 sıklıkta görülen kronik pelvik ağrının menstrüel döngü kaynaklı doğal ağrılar, endometriozis, yumurtalık kistleri, idrar yolu enfeksiyonları, fibromyalji, psikiyatrik
Mart ayının ortalarından itibaren tüm sanatsal aktiviteler birer birer iptal edildi. Kapalı alanlarda, 1,5 metrelik mesafenin korunamayacağı gerçeği ve Hollanda’da bir orkestranın tüm sanatçılarının konser sonrası hastalanması haberi bu kararın ne kadar yerinde olduğunun kanıtı aslında. Ancak içimizdeki özlem büyük. Tiyatro, opera, bale ve konserler gibi insanın ruhunu besleyen kültür ve sanat aktivitelerinden uzak kalmak, bu dönemin zorlayıcı yanlarından bir diğeri. Bu dönemde pek çok orkestra, tiyatro, opera ve bale gösterileri çeşitli elektronik kanallardan serbest erişim ile meraklılarına ulaştırılıyor olsa da5 duyumuzu birden kullanarak yıllanmış, ahşap ve toz kokan salonlarda, ağır aheste açılan bordo perdenin arkasında heyecanla beklenen sanatçılarla aynı havayı soluyup, sonunda el patlatırcasına alkışlayarak seyredebilmek büyük keyifmiş. Bu keyfi en kısa zamanda yeniden yaşayabilmeyi umut ediyorum.
Pandemi döneminde toplu olarak yapılması ve bulaşmaya neden olabilecek özelliklere sahip olması nedeni ile kısıtlanan sanat ve kültür aktivitelerinin sağlık açısından olumlu etkileri saymakla bitmez. Yapılan bilimsel araştırmalar; hem sanat icrasının hem de sanat
Yaz geldi çattı. Bu sene baharı yaşamadık denebilir. Tomurcukların çiçeğe dönüşünü ancak evdeki veya balkondaki saksı çiçeklerimizden takip edebildik. Bu dönemi, evde ve rutin hayatımıza göre daha hareketsiz bir şekilde geçirdiğimiz için bazı toplardamar sorunlarının başlamış olması veya zaten bildiğimiz hastalıkların şiddetlenmiş olması muhtemel. Özellikle bahar geçişleri, havanın ısınması ve nem miktarının artması gibi olağan mevsimsel döngülerden etkilenen kronik venöz yetmezlik ve varis hastaları için -olağan şartlarda bile- bu ayların şikayetler açısından can sıkıcı olduğu bir gerçek. Bununla birlikte son 2 aydır hayatımıza olağanüstü bir değişiklik getiren pandemi nedeni ile hareketsizlik ve sürekli oturma gibi ek şartların hastalık belirtilerini daha da ciddileştirebileceğini akılda tutmak lazım.
Şikayetleri açısından mevsimsel özellikler gösteren varis ve kronik venöz yetmezliğin tedavisinde de bir takım mevsimsel özellikler bulunmakta. Bilindiği üzere varis hastalığının hem tıbbi hem de estetik
Artık çok daha ihtiyatlı hareket edeceğimiz bir dönemin başındayız. Belki eski alışkanlıklarımızın pek çoğu sadece hatıralarda yaşayacak ve kim bilir belki de bugüne kadar rutin bellediklerimiz artık bizimle birlikte olmayacak. Bu değişimin paydalarından bir tanesi de ulaşım alışkanlıkları ve gayet açık görünen o ki bugüne kadarki ulaşım alışkanlıkları yerini, yenilerine bırakacak.
Özellikle metropol ve büyükşehirlerde günümüzde, motorlu taşıtların hegemonyasındaki ulaşım düzeni, geçtiğimiz 50 yıl içinde özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde yavaş da olsa değişmeye başlamıştı. Hatta Kopenhag başta olmak üzere Danimarka’da, Hollanda’nın genelinde ve Almanya, Belçika gibi Avrupa şehirlerinde bisikletlerin günlük ulaşımdaki rolü çok baskındı. Daha önceki makalelerimi ve sosyal medya hesaplarımı takip edenler, bu konu ile ilgili yazılarımı ve paylaşımlarımı hatırlayacaktır. Bugün ise gelecekte alışkanlığımız haline gelecek ve bugünlerde inşasına başlanan düzende, ulaşım açısından bisikletin önemini
COVID-19 salgınını kontrol altına almış görünüyoruz. Vaka sayıları azalmaya ve iyileşen hasta sayısı artmaya başladı. Keza yoğun bakım ihtiyacı olan ve hayatını kaybeden insanların sayısı da belirgin biçimde azalıyor. Tüm bu veriler, ülkemizdeki salgının etkilerinin en azından artış sürecini tamamladığını ve önlemlere dikkat edildiği takdirde gerileme sürecinin başladığını göstermekte. Ancak bu iyilik halinin rehaveti ile, bugüne kadar hem bireysel hem toplumsal düzeyde almış olduğumuz önlemleri gevşetmemeliyiz. Pek tabii hepimiz değişmiş hayat koşullarından, bir anda yok olmuş sosyal hayattan, evlere kapanmanın getirdiği psikolojik sorunlardan ve bizi bekliyor olan yeni düzenin bilinmezliğinden tedirginiz. Ancak bu tedirginliği çok sevdiğim bir söz ile dağıtmak istiyorum; “Kalp attıkça umut vardır.” Kalbimiz attıkça ve umudumuz yeşerdikçe alışabilme potansiyelimiz ve öğrenebilme kabiliyetimiz ile hayata tutunacak ve fizyolojik, psikolojik ve sosyal açılardan bizi gerçekten zorlayan bu süreci zor da olsa aşacağımızdan şüphem yok. Bu nedenle hayatımıza kaldığımız yerden ancak bazı yeni kurallara daha fazla dikkat ederek devam edeceğiz.
Hepimizin farkında olduğu gibi bir
Dünyanın geçmişini incelediğimizde geçtiğimiz son 200 yıldaki gelişimin, 200 yıldan önceki döneme göre ne kadar ivmeli olduğunu fark etmek oldukça kolay. Bu gerçekten yola çıkarak aynı ivme ile bundan sonraki gelişim sürecini tahayyül etmeye çalışıyoruz. Burada bir parantez açarak teknoloji ve toplum ilişkisini açıklayan bir iki kavramı tartışmak istiyorum.
Sanayi Devrimi ile birlikte toplum yapısında ve insan ilişkilerinde meydana gelen değişikliklerin yanında teknik ve teknolojik alandaki ivmelenme, toplumsal değişim analizlerine teknolojik gelişmelerin de dahil edilmesini zorunlu kılmıştır. Teknolojik gelişmelerin toplumsal düzeyde değişimlere neden olduğunu kabul eden düşünce, özellikle devrimden sonraki ilk yüzyılda belirgin şekilde kabul gördü. Ancak süreç içinde, insanın ve toplumun da teknoloji üzerindeki etkilerini dikkate alan ve bu yanıyla yukarıda tanımladığım “Teknolojik Determinizm”e karşı çıkan kuram teknoloji-insan ilişkisinin çift yönlü olduğunu ve toplum ile teknolojinin ortaklaşa