Beni tanıyan hemen herkes amatör bir ultramaraton koşucusu olduğumu bilir. Ultramaraton, bir maraton mesafesinin üzerinde koşulan her türlü koşuya verilen isimdir; yani 42 km 195 m.den uzun her koşu. İşte bu nedenle de bana en sık sorulan sorular “koşmanın sağlığa yararı/zararı” ya da “koşmak yerine yürümenin tercih edilebilirliği” ile ilgili oluyor. Bugünkü yazımda bu konuyu irdelemek istiyorum.
Konuya giriş yaparken insanın bir biyo-psiko-sosyal bütün olduğunu vurgulamak lazım. Biraz açıklamak gerekirse bir insanın sağlıklı olarak tanımlanabilmesi için biyolojik yapısının yanında psikolojik ve sosyal açıdan da sağlıklı olması gerekmektedir. Zaten yazının ilerleyen bölümlerinde “koşuya güzelleme” şeklinde algılanabilecek bölümlerin temelinde de bu bütüncül sağlık tanımı yatmakta.
Daha önceki yazılarımı takip edenler ilk defa egzersiz yapmaya başlayacak bireylere mutlaka bir hekim muayenesi önerdiğimi bilirler. Bununla birlikte ailesinde kalp damar sistemi hastalığı bulunanların ise mutlaka konunun uzmanına muayene olmalarını
Diyabetes Mellitus, halk arasındaki adı ile “Şeker Hastalığı”, insülin hormon miktarındaki veya etkisindeki azalma nedeni ile şekerli gıdaların metabolizmasında ortaya çıkan ve kan glukoz seviyesinin normalden yüksek seyrettiği kronik bir hastalıktır. Hemen her 10 kişiden birinde görülen bu hastalığın sıklığı günümüzde; hareketsizliğin artması, düzensiz ve dengesiz beslenme gibi nedenlerle belirgin biçimde artış göstermiştir. Vücutta kan glukoz artışı göz, böbrek, damar ve sinir hasarı başta olmak üzere pek çok organ ve sistemde soruna sebep olabilmektedir. Kalp ve özellikle de damar sisteminde de belirgin sorunlara sebep olan diyabet, yaşam süresini ve hayat kalitesini azaltan, kronik bir hastalıktır.
Diyabet denince akla gelen ilk komplikasyonlardan biri diyabetik ayaktır. Diyabetik ayak, şeker hastalığının küçük damarlarda ve uç duysal sinirlerde yarattığı harabiyete bağlı olarak ortaya çıkan, ayaklardaki basit yaralardan, ayak ve bacak kaybına neden olabilecek komplike durumlara dek uzanabilen klinik bir tablodur.
Her 7 diyabet hastasından
Sağlık açısından zor bir sonbahar ve kış dönemi bizi bekliyor. Yaz tatilinin ardından şehirlerin kalabalıklaşması, okulların açılması ve iş hayatının yeniden hız kazanması ile birlikte grip ve nezle gibi hastalıkların arttığı bilinen bir gerçek. Bu senenin özelliği ise tabii ki Ocak ayından beri tüm dünyanın ve Mart ayından beri ülkenin gündeminden düşmeyen korona virüs enfeksiyonunun varlığı.
İlk başta vurgulanması gereken şey hem grip, nezle ve zatürre hem de korona virüs enfeksiyonu öksürük, ateş, boğaz ağrısı gibi benzer bulgularla seyretmekte. İşte bu benzerlik; hastalıkların birbirine karıştırılmasına, tanı koymanın zorlaşmasına ve tanı konana kadar geçen sürede uygulanacak tedbirlerin karmaşık hale gelmesine sebep olabilecek nitelikte. Bu nedenle her sene Eylül ayından itibaren başlayan grip (ve zatürre) aşısı uygulamasının önemi bu senede bir nebze artmış durumda.
Grip ve zatürre aşısını detaylı bir biçimde anlatacağım ancak öncelikle grip aşısının korona virüs enfeksiyonuna karşı herhangi bir koruma sağlamadığını belirtmem lazım. Yani grip
Son dönemlerde beslenme düzenimizin bozulması, doğal besin kaynaklarının azalması ve besin öğelerinin kalitesinin (doğallığının) kaybolması ile birlikte; vücudun ihtiyacı bazı öğelerin alınabilmesi için ek gıdaların (supplement) adını sık sık duyar olduk. Bunlardan özellikle de bir tanesi son dönemlerde oldukça ön planda. Gençlik aşısının bulunmasını bekleyen ve yüzündeki kırışıklıkların bertarafı için onca işleme göğüs geren her yaştan ve cinsten insanın da iştahını kabartan; eklemler başta olmak üzere kas-iskelet sistemi sağlığı açısından çok önemli yer tutan bir maddeden bahsedeceğim bugün: Kolajen
Kolajen Nedir?
Kolajen, vücutta fibroblastlar ve diğer hücreler tarafından oluşturulan bir protein türüdür. Vücudumuzda en çok bulunan protein olan ve bir çok çeşidi bulunan kolajen temel olarak hayvansal gıdalardan alınabilmektedir. Uzun fibriller yapıya sahip olan kolajen esas olarak kaslar, kemikler, deri, kan damarları, sindirim sistemi, tendonlar ve cilt altı dokularda bulunur. Kas ve cilt hücrelerini koruyan
Varis hastalığında tedavi zamanlaması en önemli birkaç konudan biri. Varis ile ilgili önceki yazılarımda belirttiğim üzere hastalığın tedavisi, her birey için özel ve farklı planlanmalı. Tedavi seçiminde hastanın yaşı, hastalığın yarattığı şikayetler, eşlik eden diğer hastalıklar en az varislerin ciddiyeti ve etkilenen damarların anatomik özellikleri kadar etkili. Varis yaraları, bacakta renk değişikliği mevcut ise girişimsel yöntem veya ameliyat dışında tedavi seçeneği yok denebilir. Ancak yalnızca ağrı-şişlik gibi şikayetleri ve orta veya ileri evre toplardamar yetmezliği olan, damar çapları 5 mm'nin üzerine çıkmış hastalarda tedavi seçimi incelikli bir konu.
İşte bu noktada hasta hekim ilişkisi devreye giriyor. Hekim açısından bakacak olursak hastanın şikayetlerinin ve beklentilerinin tam olarak anlaşılması, hastayı doğru tedaviye yönlendirmek açısından çok önemli. Hasta açısından değerlendirdiğimizde de hekimden hastalığın tedavi seçenekleri ve her tedavi yönteminin detayı, başarı yüzdesi, tekrarlama ihtimalleri, olası komplikasyonları ve
Yaz sıcakları iyiden iyiye kendini göstermeye başladı. Güneş, tüm harareti ile içimizi ısıtmaktan öteye yakmaya meyletmekte. Cilt koruması, sıvı dengesi, ısının antrenman ve spor fizyolojisi üzerine etkileri bir yana dursun sentezi, güneş ile direkt bağlantılı olan ve vücutta pek çok fonksiyonu bulunan D vitamininin durumu ayrı bir başlık olarak önümüzde açılmakta.
Vücut için son derece önemli olan, bugüne kadar vitamin olarak adlandırılan ve yağda çözünen D vitamini, başta kas-iskelet sistemi olmak üzere pek çok sisteme yönelik farklı etkileri olan daha çok hormon yapısında bir moleküldür. Çoğu yerde “güneş ışığı vitamini” olarak da adlandırılan ve insan vücudunda temel olarak güneş ışığı aracılığı ile sentezlenen D vitamini aktif formuna dönüşürken iki aşamalı bir süreç geçirir. Tıp dilinde kalsiferol olarak adlandırılan D vitamininin metabolizmasında karaciğer ve böbrek önemli rol oynamaktadır. Bu organlardaki metabolizmalar sonucunda kimyasal olarak daha
Varis hastalığı günlük konforu bozan; bacaklarda ağrı, gün sonuna doğru meydana gelen şişlikler, rahatsızlık ve huzursuzluk hissi ve ileri dönemlerde kaşıntı, cilt değişiklikleri ve yaralarla seyreden bir toplardamar hastalığı. Başlangıç dönemlerinde pek de önemsenmeyen ve hatta sadece estetik kaygılara sebep olan bu hastalığın son dönemlerinde ciddi yaralar ve hatta bacak kaybı riski bulunmakta. Bu yüzden hastalığın erken dönemde tanınması ve tedavisi çok önemli.
2000'li yıllardan önce varis denince tedavi konusunda elimizde çok fazla seçenek yoktu. Hastalığın cerrahi tedavisinde yetmezlikli ve genişlemiş olan damar, genel anestezi altında, kasık bölgesinden ve diz ya da bilek bölgesinden yapılan kesiler ile vücuttan çıkarılıyordu. Ameliyat tekniğinden ötürü iyileşme dönemi 1-2 hafta arasında değişiyor ve bu dönemde bacakta şişlik, morluk, ağrı gibi şikayetlerin yanı sıra vücutta yapılan kesilerin iyileşme süreci ile ilgili sıkıntılar yaşama ihtimali de bulunuyordu. Yara enfeksiyonu, yara iyileşmemesi, yara ayrışması gibi sorunların hastaların
Bacaklardaki kanı kalbe taşıyan toplardamarların yetmezliği kronik venöz yetmezlik -halk arasındaki adı ile varis- olarak tariflenir. Uzun süre ihmal edilen ve tedavi edilmeyen varis hastalarında bu toplardamarlardaki yetmezlik nedeni ile ayak bileği çevresinde ve bacağın dizden aşağıdaki kısmında yaralar oluşabilmektedir. Bu yaralar travmalar sonucunda meydana gelebileceği gibi kendiliğinden de açılabilmektedir. Venöz ülser veya varis yarası olarak adlandırılan bu durum genelde çok zor iyileşir ve tekrarlayabilir.
Toplumda genel olarak görülme sıklığı 1000'de 1 ile 4 arasında değişmekle birlikte ileri yaş bireylerde görülme sıklığı da artar. Genç yaşlarda kadın ve erkeklerde eşit görülse de ileri yaşlarda kadınlarda daha sıktır.
Bacaktaki toplardamarlarda akım bilekten kasığa doğru yani yerçekimin aksi yönündedir. Bu damarlarda akım atardamarlardaki kanın itiş gücü ve kalbin emiş gücü ile gerçekleşir. Bu iki faktör dışında akımı direkt destekleyen bir kasılma veya pompalama sistemi bulunmamaktadır. Yerçekimi etkisi ile kanın geriye kaçması ise