İstanbul, gizemli ve baştan çıkarıcı. Aşkla yoğurulmuştur hamuru bu şehrin. Her adımınızda büyük aşklara tanıklık etmiş sokaklarda gezersiniz. Ama karşılık bulmak ya da kavuşabilmek, mümkün değildir her zaman İstanbul’da…
Gelin bugün Boğaziçi’nden, Sultanahmet’e, Topkapı’dan Maçka’ya kadar uzanan bir rotada, aşk hikayelerinin anlatıldığı bir İstanbul turuna çıkarayım sizi…
İo, Argos kralının kızıdır. Günlerden bir gün Zeus, İo’yu görür ve güzelliğine vurulur. Tanrıça Hera bunu öğrenince kıskançlığa kapılır. Zeus da genç sevgilisini karısının öfkesinden korumak için beyaz bir ineğe dönüştürür. Hera 100 gözlü dev Argos’u başına bekçi olarak diker. Hermes’i gönderir Zeus, Argos’u öldürsün diye. Bunun üzerine Hera, ineğe dönüşmüş İo’yu sürekli rahatsız etmesi için bir at sineği yollar. İo deli gibi kıtadan kıtaya koşarken buralardan da geçer. Buraya da Bosporus, yani ‘inek geçidi’ der insanlar.
Abdülhak Hamit ve Lüsyen Hanım
1912 yılında evlendiklerinde Abdülhak Hamit 60, Lüsyen Hanım 18 yaşındadır ve uzun sürmez bu evlilik. Bir İtalyan kontu için bırakmıştır Lüsyen onu. Devam eden mektuplaşmalarında “Seninle de sensiz de yaşanmaz” diye yazar Lüsyen Hanım ve yedi yıl sonra döner şaire.
Şair 1937’de hayatını kaybedene kadar yaşadıkları Maçka Palas, bu inanılması güç aşka şahitlik eder. Ve Lüsyen Hanım, bu dünyadan göçüp Abdülhak Hamit’ine kavuştuğu 1966 yılına kadar, her yıl bir çınar ağacı diker İstanbul’a.
Ahmet Naci ile Olga
1900’lerin başında Çamlıca’da yaşayan bir ailenin yakışıklı oğlu İskoçya’ya gider tahsil için. Londra’da bir partide hayatının aşkına rastlar. Aile hem İngiliz hem de çocuğu olan dul gelini kabul etmez. Genç kadın Müslüman olup, sevdiği adam uğruna çarşafa bile girer. Nadide’dir artık adı...
Cumhuriyet kurulunca Dışişleri’ne girer delikanlı. Güzel günler başladı derken, eşi yabancı diye yine işsiz kalır. Karısına her baktığında ona her seferinde yeniden aşık olur. Paraları yoktur ama birbirlerine olan aşkları hiç bitmez. Nadide, altı çocuğunu yetiştirirken, kendini içkiye veren kocasını sevmekten hiç vazgeçmez. Bu büyük aşkın kahramanları yıllar sonra tüm Türk halkının aşık olacağı iki kişi’nin Yıldız ve Müşfik Kenter’in anne ve babasıdır.
Teodora ve Jüstinyen
500’lü yıllar. Kıbrıslı fakir bir köylünün üç kızından ortancası Teodora, babası ölünce pandomimle para kazanıp eve bakmaya başlar. Büyüdükçe, güzelleşen kız bir ‘kortezan’ olur. İmparator Jüstinyen eğlenceye daldığı günlerden birinde, kentin en ünlü fahişesini çağırtır saraya ve bir daha göndermez. Teodora’ya derin bir aşkla bağlanmıştır. Tüm muhalefete rağmen aşkıyla evlenir.
Teodora da yaptıklarıyla kısa süre sonra ‘Doğu Roma’nın muhteşem imparatoriçesi’ olarak kabullenilir.
23 yıl eşine sadakatle bağlı bir yaşam sürer imparatoriçe. Teodora’nın ölümünden sonra 17 yıl daha yaşayan Jüstinyen ise bir daha evlenmez.
Dilfeza’nın yasak aşkı
Dağıstanlı Dilfeza’ya haremde her şeyi öğretirler; itaat etmek haricinde. Osmanlı tahtında şair, bestekâr ve ince ruhlu III. Selim vardır. Dilfaza reddeder birlikte olmayı. Şaşkındır tüm harem. Dilfeza her ezan vakti penceresinde yerini alır ve müezzin Hoş Seda Merzifonlu Yusuf’u ezan okurken dinler.
Bir süre sonra gönlünü bu davudî sesli müezzine kaptırdığı dedikodusu yayılınca, ikisi de sorguya çekilir. Dilfeza hiçbir şeyi gizlemez ama delikanlı onun varlığından bile haberdar değildir. Bunun üzerine Padişah III. Selim, Dilfeza’nın müezzine verilmesini emreder. Merzifonlu Yusuf, Tırnova’daki Maşukiye Camii’ne imam olarak gönderilir.
Ada sahillerinde bekliyorum
Şadiye Hanım, zengin bir ailenin kızı, Suat ise adalı fakir bir genç. Şadiye Hanım’ın babası, kızını bu fakir gence vermek istemez. Yaz biter, Şadiye Hanım ve ailesi Ada’dan ayrılır. Tek teselli mektuplardır.
Fırtınalı bir akşam, Suat hasrete dayanamaz ve kendini azgın sulara bırakır. Ertesi gün gelen Şadiye’nin mektubunu okuyanlarsa gözyaşlarına boğulur: “Suat, babamı nihayet izdivacımıza ikna ettim, gelip beni isteyebilirsiniz.”
Cariye Beyazgül ve Elçi Cornelis
Beyoğlu’ndaki Hollanda Başkonsolosluğu’nun bahçesinde tabutun üzerine uzanmış bir kadını tasvir eden heykel vardır. Beyazgül adında Çerkes bir azatlı cariyedir bu kadın. Gönlünü Felemenk elçisi Cornelis Calkoen’e kaptırır. Amsterdamlı zengin bir ailenin oğlu olan Cornelis, 1727’de İstanbul’da Beyazgül’le karşılaşınca hayatı değişir. Tüm İstanbul bilir aşklarını, derken 1744’te geri çağırırlar Cornelis’i. Bağları kopmaz ama. Mektuplarda giderirler hasretlerini. 20 yıl sonra Cornelis, İstanbul’a dönme imkanı elde eder ama ömrü yetmez. Sevgilisinin ölüm haberini alan Beyazgül ise elçiliğin kapısında can verir. Bugün hâlâ ruhunun binada dolaştığına ve her yeni elçi geldiğinde Cornelis mi diye baktığına inanılır.
Dediğim gibi İstanbul büyük aşkların, acıların ve umutların kentidir, yüzyıllardan beri… Hayatınızın aşkını bulmanız, bulduysanız benim gibi kaybetmemeniz temennisiyle… Sevgililer Günü’nüz kutlu olsun!