İrma Berköz Başarı Öyküsü
Değerli okurlarım, burada başarı öykülerini paylaştığım dostlarımın ortak özellikleri, başarılarının yanında mütevazi ve samimi olmalarıdır.
Bugün sizinle değerli arkadaşım Sayın İrma Berköz'ün başarı öyküsünü paylaşacağım. Bu söyleşide hayallerinin peşinden giden ve hayallerini hayata geçiren başarılı bir kadının başarı hikayesini okuyacaksınız.
İrma Hanım öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
-Ocak ayının soğuk ve karlı bir gününde İstanbul Balıklı Rum Hastanesi’nde bir Rus doktor tarafından dünyaya getirilmişim. Ermeni bir ailenin ortanca çocuğuyum. Bir abim ve bir de erkek kardeşim var. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Kurtuluş semtinde geçti. 19 yaşında Kurtuluş’tan ayrıldım. Bir süre reklam sektöründe çalıştım. İş hayatıyla eş zamanlı Radyo ve TV programcılığı okudum.
2003 yılında hayatın bana sunduğu sürprizlerden biri Sayın Güneri Cıvaoğlu ile tanışmak oldu. Milliyet Gazetesi’nde asistanı olarak çalışmaya başladım. Ardından ‘Güneri Cıvaoğlu ile Şeffaf Oda’ yapım sorumlusu olarak devam ettim. Güneri Bey ve eşi Canan Hanım’ın hayatımdaki yeri çok kıymetlidir. 16 yıl boyunca çok şey öğrendim çok. Ve çalışma arkadaşlarım; yıllar içinde
Mutlu olmak zorunda değilsiniz
Bir okurum gönderdiği mailde, "Sosyal medyaya bakıyorum herkes her an mutlu, 'Biz neden böyle değiliz?' diye eşimle tartışıp duruyoruz." diyor.
Değerli okurum, mutlu olmak istiyorsanız, öfke, kızgınlık, hüzün, acı gibi duyguların da size ait olduğunu bilin. Bu duyguları kabullenmeyip, savaşanların mutlu olmaları çok daha zor. Yıllardır anlatmaya çalışıyorum; acı da hüzün de kızgınlık da bize ait duygulardır ve hiçbir duygu kalıcı değildir. İlk yapmanız gereken kendinizi tüm duygularınızla birlikte kabullenmenizdir.
Bu önemli konuyu Uzman Klinik Psikolog Sırma Eşitmez Gürleyen'le konuştum, kolay anlaşılan ve net yanıtları için çok teşekkür ediyorum.
Sırma Hanım öncelikle size "Mutluluk nedir?" diye sormak istiyorum.
-Bazıları tarafından öyle algılanıyor ki ‘mutluluk’ yalnızca psikologların bildiği ve sadece danışanlarıyla paylaştığı bir sır. Tabi ki böyle bir sır yok ve olmamalı da çünkü sürekli olan hiçbir duygu sağlıklı değildir. Neden sürekli kaygılanmaktan kaygılanıyorken, sürekli mutlu olmaktan kaygılanmıyor ve hatta bunu kendimize hedef haline getiriyoruz? Bu ne kadar gerçekçi ve sağlıklı bir hedef? Önce bunu konuşmalıyız.
Peki
Bugün hava yağmurlu, tam da şiir okunacak veya yazılacak bir ilkbahar günü... Ban ait olan bu aşk şiirini keyifle okumanızı diliyorum.
HÜZÜN
Çay kokusuydu anımsadığım yıllar öncesinin
Dağınıktı saçların, nehir gibiydi yeşil gözlerin
Gözyaşların süzülürken yanaklarından
İnci taneleriydi sanki büyük okyanusların
Seni yaşatır bana
Denizin mavisi, yaprakların yeşili
Bir arkadaşım aradı, sorusunu sordu. "Acelem var." dedi. Bir erkek okurum, "En son ne zaman ev yemeği yediğimi hatırlamıyorum. Eşimin dizi izlemekten dolayı boş zamanı yok. Yemekleri hep lokantadan istiyoruz." diyor.
Bir kadın okurum da "Eşimin hep acelesi var beni asla dinlemiyor." diyor. Saatlerce dizi izlerken, internette oyun oynarken zaman sorunu yok. Ama sıra yemek yapmaya, eşini dinlemeye, arkadaşıyla konuşmaya, kitap okumaya geldiğinde ise zamanı yok. Çocukluk yıllarımda yaz aylarında köye giderdik. Ateş yakılır, hamur hazırlanır ve yufkalar açılırdı. Saç üzerinde bazlama denilen ekmek yapılırken bir yandan da yayık yayılırdı. Domates ve biber bahçedendi. Her şey emekti. Herkes bir şey hazırlardı. Yemek ise çoğu zaman bulgur pilavı ve yanında salataydı. Yeni pişmiş ekmek kokusu ve yayığın sesi halen hafızamdadır.
Ekmek, biçmek, hayvanların bakımı her şeyde emek vardı. Emeğin olduğu yerde ise mutluluk...
Yıllar sonra eski bir tanıdık aradı. "Sana yaptığım haksızlık nedeniyle sabahlara kadar uyku uyuyamıyorum. Düşünmeden hareket ettim, beni bağışla!" dedi. Kabul etmem korkusuyla sesi endişeliydi. "Sen bana maddi olarak zarar verdin. Evet, senin yüzünden zor günler yaşamadım değil. Ama ben o günleri unuttum. Dersimi alıp yoluma devam ettim. Çok şükür ki, haksızlık yapan değil haksızlığa uğrayan taraftım. Ben seni çoktan affettim. Ama önemli olan senin kendini affedebilmen. Çünkü benim seni affetmemin senden çok bana yararı vardı. İçimdeki kin ve nefretten arındım. Haklı olmak yerine huzurlu olmayı seçtim. Bence yaptıklarından ders al kendinden özür dile ve başarabilirsen kendini affet. Bundan sonra kimseye karşı kendini affedemeyecek duruma sokma!" dedim. "Haklısın" dedi ve telefonu kapattı.
Aldatılabilirim, haksızlığa uğrayabilirim. Benim için önemli olan mağdur eden, haksızlık yapan tarafta olmamak. Vicdan rahatlığı en büyük zenginlik. Vicdan azabı ise kötülüklere verilen en büyük ceza... Gün gelir haksızlık yapanların uykuları kabusa döner.
Öz Farkındalık
Bugün pandemiyle birlikte daha sık duymaya başladığımız, öz gelişimimiz ve ruh sağlığımız için hep büyük önem taşıyan ancak evde kaldığımız bu süreçte kendimize dönmeye daha fazla vakit ayırabildiğimizden gündeme gelmiş bir kavram olan öz farkındalıktan bahsedelim istiyorum.
Değerli okurum bu önemli konuyu Uzman Klinik Psikolog Sırma Eşitmez Gürleyen ile konuştum.
Nedir bu öz farkındalık?
-Öz farkındalık, kişinin kendi duygu, düşünce, yetenek ve niteliklerini nesnel bir şekilde görme ve kabul etme becerisidir. En yalın haliyle, bizi biz yapan benliğimizi tüm yönleriyle farkında olmaktır.
Öz farkındalık, doğuştan var olan bir beceri değildir. Beynimizin ön kısmındaki nöronların gelişimiyle ancak doğumdan 18 ay sonra kazanılmaya başlayan bir beceridir.
Evde kaldığımız bu dönem, kendimize dönmek, neyi sevip neyi sevmediğimizi sorgulamak, isteklerimizin, hayallerimizin ve hedeflerimizin farkına vararak bu becerimizi geliştirebilmemiz için bulunmaz bir fırsattır.
Mutsuzluk ustaları
Öyle insanlar biliyorum ki; bolluk ve refah içinde yüzdükleri halde mutsuz olmanın bir yolunu buluyorlar. Ben onların bu yaratıcılığına hayranım. Çünkü bu konuda artık ustalaşmışlar. Kiminle beraber olsalar birkaç dakika içinde onları da kendileri gibi mutsuz etmeyi başarıyorlar. Böyle biriyle komşu olanın bile işi çok zor.
Peki bunu nasıl başarıyorlar? İşte mutsuzluk ustası olmanın yolları:
*Devamlı ne kadar şanssız olduğunuzu tekrar edip durun. Başarılı insanları takdir etmek yerine onların başarılarına bahaneler bulun.
*Birisi sizi aradığında ‘mutlaka bir çıkarı vardır’ diye düşünün.
*Devamlı asık suratlı olun, asla gülümsemeyin. (Gülümsemek, insana kendine iyi hissettirir.)
*Size birisi yanlış yaptığında onu asla affetmeyin. (Aklınızdan bana bunu nasıl yapar? O kim ki? sorularını geçirin.)
*Sosyal medyada sizden farklı düşünen birini gördüğünüzde (Onun öyle kastetmediğini bildiğiniz halde) kelimelerle oynayarak başka bir anlam çıkarın ve onu yerden yere vurun. Ne de olsa bu sizin uzmanlık alanınız.
Susun, gülün ve uzaklaşın
Bazen susarak, gülerek ve uzaklaşarak aslında en sert, en anlamlı yanıtı vermiş olursunuz. Yaşamı sadece almak olarak görenlere, sadece çıkarı olduğunda sizin farkınıza varanlara, "Küçük dağları ben yarattım." diyenlere, gösteriş meraklılarına, yüzünüze gülüp arkanızdan dedikodunuzu yapanlara, sizi küçük düşürmeye çalışanlara, başarılarınızı kıskananlara, sosyal medyada, bir paylaşımınızın bir cümlesini çekip çıkarıp size saldıran veya saldırtanlara, cevap vermeyin ve sessizce uzaklaşın.
Ey uyanıklar, siz kendinizi uyanık karşı tarafı saf mı sanıyorsunuz? Ne yaparsanız yapın, karşınızdaki insanların anlamayacağını mı düşünüyorsunuz? İnanın aldanıyorsunuz. Aslında kimseyi aldatamazsınız kendinizden başka... Karşınızdaki insanların, yaptıklarınızı yüzünüze vurmama nedeni sadece nezaketlerinden... İnsanlar sessizce etrafınızdan çekildiklerinde ve yalnızlaştığınızda anlayacaksınız yaptığınız hatanın büyüklüğünü...