Bakü-Tiflis-Kars (BTK) demiryolu dün ilk seferini yaptı. BTK’nın açılması birçok açıdan tarihi bir gelişmedir. Pekin-Londra arasında kesintisiz demiryolu ağının Türkiye üzerinden sağlanmış olmasının ticari önemini bir kenara koyalım. Bu adımın siyasi açıdan gelecekte oluşturacağı büyük değişimi görmemiz gerekiyor. Şunu unutmayım ki 19. ve 20. yüzyılda Batı’nın temel amaçlarından biri, Pasifik Asya ile Avrupa’nın doğrudan ticari entegrasyonunu -Türkiye üzerinden- engellemekti. Çünkü bu olursa Avrasya’nın kendi denetimleri dışında zenginleşeceğini ve bununla birlikte bu büyük coğrafyada ekonomik ve siyasi olarak denetleyemeyecekleri gelişmelerin olacağını biliyorlardı. Tam şimdi bugün olduğu gibi...
Hiç şüphesiz ki BTK ve TANAP yani orta ve güney ticari koridorlar ile Güney Gaz Koridoru kardeştir. TANAP ile başlayan enerji entegrasyonu BTK ile beşeri ve ticari alanlarda devam ediyor.
Böylece, Türkiye ve Azerbaycan, TANAP ile enerjide başlayan entegrasyon hamlesini, BTK ile, ticaret koridorları olarak, devam ettirmiş oldular. Esasında TANAP ile başlayan Güney Gaz Koridoru projesi, geçen yüzyılda Avrasya’da kurulan ekonomi ve siyaset denklemini bozan, enerji dengelerini, dolayısıyla
Türkiye ekonomisinin şu küresel kriz ortamında ve bölgesindeki kriz, savaş bulutları arasında yüzde 7’leri bulan büyüme seviyelerini 2017 yılında yakalayacağını, bu yılın başında, hiç kimse tahmin edemezdi. Ancak bunu başardık. Üstelik büyümenin zirve yapacağını beklediğimiz üçüncü çeyrekte ihracatın ve sanayinin buraya pozitif katkısını da bekliyoruz.
Türkiye ekonomisi bütün bu süreçte çok güçlü bir istihdam yarattı ancak işgücüne katılımın yüksek olması ve hızla kabuk değiştiren sanayi ile işgücü niteliği arasındaki farkın açılmasına bağlı olarak işsizlik ve özellikle genç işsizlik oranlarında katılık gördük. Bu çerçevede Türkiye ekonomisinin, önümüzdeki dönemde de en önemli sorunlarından biri tam da bu olacaktır. Yani yüksek büyüme oluşturacağız ama bu büyüme, işgücüne katılım isteğini de yukarı çekecek.
Bütün bu süreçte işgücü, yükselen büyüme ve artan genel refah beklentisine bağlı olarak, ücreti yüksek, nitelikli işleri aradı ve işsizlik oranlarının düşmesi, artan büyüme hızıyla orantılı seyretmedi. Bunun için önümüzdeki dönem, istihdam oluşturan sektörlerin işgücü beklentisini karşılayacak reformları hem eğitim hem de ekonomi tarafında hızla yapmalıyız. Ancak öte yandan daha
Avrupa Birliği Liderler Zirvesi öncesi Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin dondurulacağı, hayli güçlü bir ihtimal olarak, özellikle ekonomi basınına servis edildi. Ancak zirvede, AB liderleri böyle bir karar alamadılar. Alamayacaklarını kendileri de biliyorlardı ama zirve öncesinde sanki bu karar alınacakmış gibi demeçler verildi, tahminler yapıldı. Amacın Türkiye üzerinde özellikle ekonomide güvensizlik ve kırılganlık oluşturma olduğu ise çok açıktı.
Aynı günlerde ABD’nin vize kararı geldi; vize meselesinin haksız, hiçbir diplomatik temayüle sığmayan bir karar olması ve buna bağlı olarak kısa süreceği tahmin edildiği için piyasalarda çok olumsuz etki yapmadı.
Ancak bu haftaya yine olumsuz, uydurma bir haberle başladık. Bu tür haberlerin şu veya bu olması önemli değil, önemli olan, kısa bir süre de olsa, piyasayı bozucu etkileri ve yatırımcılar üzerinde tedirginlik, güvensizlik yaratması... Türkiye ile olumsuz haber ve beklentileri yayanların amacı artık çok açıktır; ekonomik kuşatılmışlığı artırmak, büyümeyi düşürecek para ve maliye politikalarını yeniden gündeme getirmek ve Türkiye’nin 2018’e yeni bir “kemer sıkma” cenderesiyle başlamasını sağlamak.
Darbe ve ekonomi
“Onlar” şunu iyi
ABD Başkanı Donald Trump, Fed’in başına John Taylor ya da benzeri bir “şahin” başkanı atamasının ne anlama geleceğini dünkü yazımızda anlatmaya çalışmıştık. 2008 krizinden sonra, içeride istihdama yönelik genişlemeci politikalarla dışarı da doların rekabetçi olmasını sağlayan, küresel likiditeyi dolar bazlı yukarıda tutan bir Fed yönetimi görmüştük. Önce Bernanke, sonra da Yellen dönemleri ABD’nin üçüz (dış ticaret, bütçe ve tasarruf-yatırım) açığını kapatmaya dönük “güvercin” politikalardı. Öncelikle şunu belirtelim, ABD’de Fed’in politikaları partiler üstüdür. Yani Cumhuriyetçi ve Demokrat ayrımı nihai durumda ortadan kalkar.
Bunun en güzel örneği 1995 yılında Demokrat Clinton döneminde alınan karardır. Tarihte “Ters Plaza” anlaşması diye de anılan bu kararla dolar, gelişmiş ülke paraları karşısında revalüe edilmiş ve faiz hadleri olabilecek en üst düzeye çıkmıştır. Ama bu adımın siyasi sonuçları çok yoğun olmuştur. Kanlı Bush dönemi ve Irak işgali, 1995’de alınan bu kararla başlamıştır aslında.
Vietnam’da başlayan...
Şimdi de Trump’ın “şahin” bir başkanı Fed’in başına getirmesinin, bize göre, yine ekonomik olmaktan çok siyasi sonuçları olacaktır. Esasında bunun ilk işaretlerini
İki dünya savaşının yaşandığı bir önceki yüzyılda bile dünyanın iktisadi ve siyasi dengeleri bu denli hızlı değişmemişti. 20. yüzyıl insanlığın çok büyük acılar yaşadığı bir zaman dilimiydi ve iki büyük savaşın sonuçları, şimdiki siyasi ve iktisadi dengeleri 20. yüzyılın daha ilk yarısında oluşturmuştu. Sonu savaş da olsa, o zamanlar gelişmiş ülkeler, pazar ve siyasi egemenlik için ne yapacakları biliyorlardı. Diğerleri gibi sömürgesi olmayan ve hammadde tedariki, pazar için sıkışmış Almanya’nın, İngiltere’nin eski imparatorluk hâkimiyetinden pay almak için saldırmaktan başka çaresi yoktu. İngiltere ise artık tek başına “eski topraklara” hâkim olamayacağını çoktan anlamış, hızla yükselmekte olan ABD ile zorunlu ittifaka razı olmuştu. İngiltere, “eski” sömürgeciliğin para sistemi olan Altın Standardı sisteminden bile sessiz sedasız vazgeçmiş ve ABD’nin parasal egemenliğine giden kâğıt para sistemine, iki dünya savaşı arasındaki dönemde geçilmişti. İngiltere’nin merkantilist egemenliğinin en önemli göstergesi olan altın konvertibilitesi tarihe karışmış ve merkez bankaları, siyasi egemenliğe dayalı parasal muhasebe oyunlarıyla ekonomik istikrarı sağlamaya odaklanmışlardı.
Britanya
Türkiye ekonomisi 15 Temmuz’u yaşamış bir ekonomi... Dünyada başka bir ekonomi yoktur ki, 15 Temmuz gibi bir saldırıyı yaşadıktan sonra, sanki hiç bir şey yokmuş gibi ertesi gün bütün piyasalarını çalıştırsın ve daha birinci yılın içinde dünya ortalamasının çok üzerinde büyüme performansını yakalasın.
ABD ile vize krizinin ilk iş gününde yabancı yönetiminde olan bir bankanın genel müdürü, Türkiye’nin 3. çeyrek büyümesini yüzde 8’in üzerinde beklediklerini, ekonomide çok ciddi bir aktivite olduğunu, yılın tamamında yüzde 6’lık büyüme beklediklerini, ekonomideki güçlü aktivitenin sadece ticari aktivitede değil, tüketicinin aktivitesi ve güveni anlamında da ciddi canlanma görüldüğünün altını çiziyordu.
Hazırlıklıyız...
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin hem bölgesinde hem de küresel düzlemde ekonomik ve siyasi olarak hedeflediği yeni konumuna bağlı olarak, bu tür suni, çok anlamlandıramadığımız krizleri yaşayacağız. Bugün bu vize krizi oldu, yarın başka bir isimle ama yine akıl ve mantık sınırlarını zorlayan krizleri yaşayabiliriz. Bu, her ülke için böyle... G.Kore’nin her ay başının üzerinden balistik füze geçiyor. Önemli olan bu siyasi riskleri karşılayacak güçlü ekonomileri inşa
2008 yılında ABD’de başlayan sistemik krizin, 1929 krizi gibi, hızlı radikal bir yeniden paylaşım süreciyle çözülecek bir topyekûn çöküş olmadığı artık ortaya çıktı. Bu kriz, 1929 krizinden çok daha yaygın ve derin. Ve böyle olduğu için de yalnız Batı’nın kendi içindeki yapacağı bir düzenlemeyle aşılması imkânsız.
İkinci Savaş sonrası savaşın mutlak galibi ABD- idi. Sovyetler de gücünü ve etkinliğini kabul ettirmiş ve sistemin yeniden inşası için vazgeçilmezler arasına girmişti. Savaş sonrası “yeni dünya düzeninin” tüm kurumları, ABD’nin önderliğinde ve “ABD’nin çıkarları, tüm gelişmiş ülkelerin de çıkarıdır” tespitine bağlı olarak şekillendi. BM, Dünya Bankası IMF gibi kurumlar, 1929 krizinden çıkış için en tutarlı teoriyi oluşturan İngiltere’nin parlak iktisatçısı Keynes’in bile önerilerini, tezlerini dikkate almadan, ABD’nin Sovyetler'le zımni anlaşmasına bağlı olarak oluşturuldu. Gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler, ABD ve Sovyetler arasında -adeta- paylaşıldı.
Şu 1947 yılı...
1947’den itibaren, Türkiye’nin de içinde olduğu, gelişmekte olan ülkeler IMF’nin basmakalıp iktisadi reçetelerine mahkûm edildiler. Aynı yıllarda Ortadoğu yeniden şekillenmeye başladı. İsrail devleti
Türkiye ve İran’ın yerel paralarla ticaret doğrultusunda yaptıkları anlaşma, bu anlaşmanın teknik düzeyi ve kapsayacağı ticaret hacminden bağımsız olarak, niteliksel olarak çok büyük bir stratejik ağırlık taşıyor. Bizim Merkez Bankamız ve İran Merkez Bankası zaten bu konuda uzun süredir ortak bir çalışma yürütüyordu. İran, Türkiye’nin dış ticaret açığı verdiği ve en çok ithalat yaptığı yedinci ülke konumunda... Tercihli ticaret anlaşması olmasına rağmen, ticaret hacminin son yıllarda hızla daralıp 10 milyar dolara gerilediği Türkiye-İran ticareti, aynı zamanda, hayli tartışmalı bir dönem geçirdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son ziyareti ve yapılan anlaşmalar, hem dış politika da hem de ekonomide Türkiye-İran ilişkilerinin yeni bir döneme girdiğini bize gösteriyor. Yerel paralarla ticaret ve tercihli ticaret anlaşmasına bağlı olarak, gümrük indirimi yapılacak ürün yelpazesinin karşılıklı olarak genişletilmesi, hedeflenen 30 milyar dolarlık ticaret hacmine kısa zamanda ulaşılmasını sağlayacaktır. Ancak bunun ötesinde, karşılıklı ticaretten de önemli olan, karşılıklı sermaye ihracı ve bu sermayenin reel alanlarda yatırıma dönüşmesidir. Aynı durum, Rusya ile söz konusudur; böylece