ABD Başkanı Donald Trump, Fed’in başına John Taylor ya da benzeri bir “şahin” başkanı atamasının ne anlama geleceğini dünkü yazımızda anlatmaya çalışmıştık. 2008 krizinden sonra, içeride istihdama yönelik genişlemeci politikalarla dışarı da doların rekabetçi olmasını sağlayan, küresel likiditeyi dolar bazlı yukarıda tutan bir Fed yönetimi görmüştük. Önce Bernanke, sonra da Yellen dönemleri ABD’nin üçüz (dış ticaret, bütçe ve tasarruf-yatırım) açığını kapatmaya dönük “güvercin” politikalardı. Öncelikle şunu belirtelim, ABD’de Fed’in politikaları partiler üstüdür. Yani Cumhuriyetçi ve Demokrat ayrımı nihai durumda ortadan kalkar.
Bunun en güzel örneği 1995 yılında Demokrat Clinton döneminde alınan karardır. Tarihte “Ters Plaza” anlaşması diye de anılan bu kararla dolar, gelişmiş ülke paraları karşısında revalüe edilmiş ve faiz hadleri olabilecek en üst düzeye çıkmıştır. Ama bu adımın siyasi sonuçları çok yoğun olmuştur. Kanlı Bush dönemi ve Irak işgali, 1995’de alınan bu kararla başlamıştır aslında.
Vietnam’da başlayan...
Şimdi de Trump’ın “şahin” bir başkanı Fed’in başına getirmesinin, bize göre, yine ekonomik olmaktan çok siyasi sonuçları olacaktır. Esasında bunun ilk işaretlerini Trump, İran nükleer anlaşmasına şiddetle karşı çıkarak vermiş oldu. Şimdi kasım başında yapacağı Pasifik gezisi öncesi Fed başkanını belirleyeceği söyleniyor ABD Başkanı’nın... Trump’ın Vietnam’da gerçekleşecek Asya Pasifik işbirliği öncesi, “şahin” bir Fed başkanını işbaşına getirmesi de hayli anlamlı olacak. Çünkü ABD’nin şimdiki ekonomik geri gidişi yetmişli yılların başında gerçekleşen Vietnam işgali ve yenilgisiyle başlamıştır. Bu yenilgi sonrası Nixon, doların altına olan bağımlığını kaldıran kararı almış ve şimdiki parasal çöküşün ilk adımını atmıştı...
Trump, Fed’den başlayarak yeni bir Bush olma kararı alırsa bunun ekonomik ve siyasi sonuçları, hem ABD için hem de dünya için, Bush döneminin sonuçlarından çok daha farklı olacaktır. Öncelikle ABD’nin karşısında hem Pasifik'te hem de Avrasya coğrafyasında Bush dönemindeki ülkeler yok. Türkiye eski Türkiye değil. Rusya da doksanlı yıllardaki şaşkınlığından çok uzakta... İran ise dışa açılmayı tercih etti.
Çin’in stratejisi
Pasifik'te ise Çin Komünist Partisi (ÇKP) tam şu sıralar tarihi kongrelerinden birini yapıyor. Burada Devlet Başkanı Xi Jinping’in konuşması Çin’in yalnız Pasifik'te değil, dünyada, 2050 yılına değin, siyasi ve ekonomik lider olma doğrultusunda kararlı adımlar atacağını gösteriyor. Xi Jinping, “tek kuşak-tek yol” projesini yalnız ekonomik ve ticari bir adım olarak görmüyor, bu projeyi yeni dünya ticaretinin giderek siyasi hiyerarşisinin çıkışı olarak niteliyor.
ÇKP, kongresi daha fazla dışa açılma, dünyalı olma ve liberalleşme sinyalleri verirken, ABD, bütün ikili ve çoklu ticaret, uzlaşı anlaşmalarını çiğneyen yeni bir saldırgan dönemin işaretlerini veriyor. Xi Jinping, şimdi Trump’ın Vietnam’da katılacağı Asya-Pasifik İşbirliği Örgütü’nün üç yıl öncesindeki zirvesinde, "Reform ve dışa açılma Asya’nın geleceğidir” diyordu. O zaman Xi, yeni bir büyüme yoluyla bütün gelişmekte olan ülkelerin ortaklaşa teknoloji geliştirmeleri gerekliliğine işaret etmişti. Şimdi bu gerçek oluyor. Savunma sanayiinden nükleer enerjiye değin birçok alanda, gelişmiş ülkeler dışı, işbirlikleri ve teknoloji alışverişi, gelişen ülkeler arasında giderek artıyor. Bu ülkeler, dışa açılarak, devletin piyasa yanlısı rolünü öne çıkartıyorlar ve bunda da başarılı oluyorlar. Yetmişli, seksenli ve doksanlı yılların önemli bölümünde geçerli olan IMF kökenli neoliberal programları da resmi ekonomi-politikası yapmaktan, gelişmekte olan ülkeler, artık vazgeçiyorlar. Örneğin bugün Çin’de ve G. Kore’de olan ve ekonomiyi yeniden düzenleyen birçok kurumun şu günlerde Türkiye’de de inşa edilmeye başladığını görüyoruz.
'Kuşatılmışlık'
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bahsettiği “kuşatılmışlık” olgusu Türkiye’nin sınırlarında yalnız terör çemberi oluşturulmasıyla gündemde olan bir durum değildir. Bu kuşatılmışlık, on yıllardır süren bir ekonomik dayatma ve çemberdir de aynı zamanda. Bizim sandığımız ekonomi kurumlarını, hatta ekonomiyle ilgili sivil toplum yapılarını, şimdilerde görüyoruz ki çoktan ele geçirmişler.
İşte Türkiye, 15 Temmuz sonrası bu ekonomik kuşatılmışlığı da kırma mücadelesi veriyor. Yerel paralarla ticaretin öne çıkarılması, kredilendirmede ve finans sisteminde üretime dönük yeni kurumların inşa edilmeye başlanması, enerjide atılan dev adımlar, altyapıya, eğitime ayırılan bütçeler...
Türkiye’de önümüzdeki dönem, ekonomide bu adımların daha yoğun olarak atıldığı adımlar olacaktır. Devletin ekonomide piyasa yanlısı regülasyonlarla daha etkin olarak yer aldığını, kapsayıcı büyüme ve istihdam yanlısı para ve maliye politikalarının da daha fazla devreye gireceğini göreceğiz...