ABD Başkanı Trump’ın adeta bir seçim bildirgesi gibi okuduğu ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi belgesi, hem bir müddettir bölgemizde yaşananları hem de önümüzdeki günlerde ekonomide ve dış politikada yaşanacak olanları bize anlatıyor. Esasında bu belge ve bu belgenin sunum şekli ABD’nin, bir önceki yüzyıldaki, mutlak ekonomik ve siyasi gücünün gerilediği gerçeğini artık ABD tarafından da “endişe” ile kabul edilmeye başlandığını gösteriyor.
Bu durum, hiç şüphesiz ki küresel ve bölgesel iktisadi-siyasi statükoların hatta temel paradigmanın hızla değişeceği yeni bir dönemi de anlatıyor.
Bir önceki yüzyılda ABD’nin, 2. Dünya Savaşı sonrası inşa edilen kurumlarla yürüttüğü hegemon arabulucu olarak “liberalizmi” yayan ve koruyan büyük abi (Sam Amca) stratejisinin de sonuna geliyoruz.
Kissinger doktrini...
Esasında bu (eski) strateji Henry Kissinger’ın anlatımıyla tam şöyleydi: “Birleşik Devletler, dünyadaki en iyi yönetim sistemine sahiptir ve insanlığın geri kalan bölümü, ancak geleneksel diplomasiyi terk edip, onun uluslararası hukuk ve demokrasiye olan saygısını kabul ederse, barış ve refaha kavuşabilir.”
Bu sözler çok açık bir tehdittir. Dünyaya bir tehdittir; yani ya ABD’nin hegemonyasını kabul edeceksiniz ya da barış ve refahtan uzak olacaksınız demektir. ABD’nin hem kadın hem de demokrat dışişleri bakanlardan Madeleine Albright, Clinton döneminde, “Biz güç kullanmak zorundayız, çünkü biz Amerika’yız” derken Kissinger’ın bu yazdıklarını bir başka biçimde söylüyordu...
Kendi çıkarlarını insanlığın ortak çıkarı gibi görmek ve bunun üzerinden her şeyin kendisine tabi olmasını istemek, eğer olmuyorsa, güç kullanmak...
Bu, insan aklına aykırı doktrini Amerika ortaya atıyordu ama bunu BM’de, Çin, Rusya, Fransa, İngiltere de kabul ediyordu. Bu “beşli” bütün bir yüzyıl ve tabii şimdiye değin, Kissinger’ın yukarıdaki doktrinini -açık ya da örtülü- kabul ettiler. Çünkü var olan dengenin bozulması demek, hem ekonomik hem de siyasal olarak var olanı kaybetmek anlamına geliyordu.
Fazla büyümeyin!
Şimdi Trump’ın büyük bir telaşla, hegemon küresel bir devletin değil, seçim yarışındaki bir partinin seçim bildirgesi heyecanıyla okuduğu “güvenlik” belgesinden de görüyoruz ki ABD’nin mutlak hegemonyası, BM gibi çok taraflılığı ABD hegemonyasına dolaylı olarak dönüştüren kurumlarda da sallanmaya başlayacak. Çünkü Trump’ın güvenlik belgesi, Rusya’yı ve Çin’i kendisi dışında, alternatif nükleer güce ya da potansiyele sahip oldukları için tehdit olarak görmüyor.
Ekonomileri ve teknoloji güçleri, ABD denetiminde ve ABD’nin dayattığı para sistemi dışında büyüdüğü için Çin ve Rusya tehdit olarak görülüyor. Dolayısıyla, güvenlik belgesinde, açıkça Rusya ve Çin’in adı geçse de esasında 90'lı yıllarda IMF denetiminin gelişmekte olan ülkeler için geçersiz olmaya başlamasıyla ilan edilen Washington Uzlaşısı dışında adım atan, ekonomilerini büyüten tüm ülkeler artık ABD için dolaylı tehdit... Ama tersi de geçerli...
Tabii güvenlik belgesinde şöyle garip bir şey de var. ABD, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan ticari ve parasal sistemi ve bunun kurumlarını doğrudan kendi ulusal kurumları ve sistemi kabul ediyor. Ve kendi denetimi dışında büyüyen ülkeleri de kendi kurumlarını kullanarak büyüyen ve ABD ekonomisini tehdit eden ülkeler olarak görüyor. Bunun için de -son zamanlarda daha sık olmak üzere- küresel dolar çevrimini swift uygulaması üzerinden denetlemekle kalmıyor, kısıtlıyor ve para akışını geciktiriyor.
Yeni dönem...
Öte yandan, ABD, küresel ısınmayı tehdit olarak görmüyor çünkü buna karşı alınacak önlemlerin kendi ekonomisini tehdit ettiğini söylüyor ve tüm G-20 zirvelerinin temel ortak vurgusu korumacılık tehdidini açıktan uygulayacağını ilan ediyor.
Esasında bu iktisadi “milliyetçilik” yönelimi, ABD’yi “liberal büyük abi” olmaktan da vazgeçiriyor. Ancak bunun iktisadi sonuçları itibarıyla dünyanın, kısa ve orta vadede çok çarpıcı siyasi değişimlere gebe olacağını ve bu değişimlerin merkezinde ise Türkiye gibi bölgesel eksen devletlerin olacağını söyleyelim. Zaten bunu tam şimdi Ortadoğu’da izliyoruz. Trump’ın bu “güvenlik belgesi” bütün Avrasya bölgesinde ve spesifik olarak Ortadoğu’da kendi denetimi dışında hiç bir güçlü ulus-devleti istemiyor.
Bunun yerine kendi güdümündeki mikro-etnik devletçikleri oluşturup bunları eski petro-dolar devletçikleriyle entegre eden ve bunun için de bölgedeki terör yapılarını kullanan yeni ama çok tehlikeli yönelim tam şimdi devrede...
Peki, bütün bu gelişmeler Türkiye’ye nasıl bir fırsat ve çıkış sunuyor?
Öncelikle şunu söyleyelim; Türkiye, bir önceki yanlış hegemonyanın sınırlarını aşan yeni bir büyüme ve kalkınma perspektifini geliştirmektedir ve bunun kurumlarını da hızla inşa edecektir. Türkiye’deki bütün düzenleyici ve denetleyici kurumların, ekonomiyi yönlendiren-yöneten kurum ve yapıların, bir önceki yüzyılın iktisadi öğretileriyle devam etmeyeceğini göreceğiz. ABD de zaten bunlarla devam edemiyor.