Başbakan önerdi; “Beş yıl Avrupa’ya gitmeyelim, arınıp, daha güçlü bir şekilde geri dönelim”.
Sorgulamak yok. Tartışmak yok. Farklı çözümler üretmek yok.
Başbakan ne dedi ise o!
Niçin kendimize böyle bir cezayı layık görüyoruz?
Neyin üzerini örtmeye çalışıyoruz? 5 yıl Avrupa’ya gitmeyerek hangi suçun varlığını kabulleniyoruz? Tüm bunlara neden olan şike ve teşvik davasının sonuçlarını mı?
Eğer öyle ise, sportif ve adli yargının kararını görmeden, bu ülkede şike yapıldığını peşinen onaylamış olmuyor muyuz?
Ya aylardır yargılanan o insanlar beraat ederse? Ya şikeye sadece birkaç kulüp ve yöneticinin dışında kimsenin karışmadığı kanıtlanırsa? O zaman kurunun yanında yaşın da yanmasını hangi vicdan kabul edip, sorumluluğunu ömür boyu taşıyabilecek?..
Görmeye alıştık, futbolcu maç seçer. Ya takım? Hafta içinde kupada Antalyaspor’a elenen Trabzonspor o gün ne kadar kötü ise dün Galatasaray karşısında tam tersi mücadeleci, hırslı ve ekip savunmasını iyi yapan görüntü içindeydi. Sanki gerçek gücünü ve kapasitesini göstermek için bu maçı bekler gibi!
80 dakika aynı disiplinle oynayan, rakibin orta alanda baskı kurmasını engelleyerek hücum gücünü minimuma indirmeyi hedefleyen bordo-mavilililer, Colman’ın yönetiminde etkili performans sergiledi. Savunmada Giray-Mustafa ikilisi uzun zamandır ilk defa sıfır hatayla oynadı. Celustka’nın savunmanın soluna çekilmesindeki amaç, korner atışları ve duran top organizasyonlarında Galatasaray’ın hava hakimiyetini kırmaktı kuşkusuz. Nitekim oyunda kaldığı sürede Necati ve diğer gol ayağı Baros, ne istedikleri topla buluşabildi, ne yüzlerini kaleye dönme fırsatı bulabildi. Serkan’ın kademeye girip zamanında yaptığı kritik müdahaleleri de unutmamak gerek.
Kesici pozisyonunda son derece başarılı olan Zokora biraz daha ileriye dönük oynamayı düşünüp Alanzinho’ya ayak uydurabilse, çok kez eksik yakalanan Galatasaray savunmasına zor anlar yaşatabilirdi. Buna rağmen Galatasaray’a oranla daha
Hani zihnimiz açılır, yaşadığımız gel-gitlerden sıyrılıp gerçekleri daha net görebiliriz düşüncesiyle, hafta boyu UEFA kongresine odaklandık.
Önce UEFA Başkanı Platini’nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin perde arkasını öğrenmeye çalıştık.
Ardından UEFA Genel Sekreteri İnfantino’nun tamamı Türkiye’deki şike üzerine kurgulu basın toplantısını izledik.
Perşembe günü de, UEFA kongresinin açılışında Başbakanın konuşması, Platini’nin mesajları ve basın toplantısındaki yanıtlarının satır aralarına daldık.
Kim ne anladı, nasıl yorumladı, aradan hangi sözcükleri cımbızla çekti bilemeyiz.
Bir defa, şu Avrupalılar alem adam, onu anladık.
Tıpkı birer diplomat titizliği ile nerede nasıl konuşacaklarını çok iyi biliyorlar. Platini de, İnfantino da bu konuda on numaralar!
Trabzonspor’da teknik direktör Şenol Güneş’in Antalyaspor karşısına hafta sonu oynanacak Galatasaray maçını da düşünerek farklı bir takım sürmesi, elbette anlaşılabilir bir tercihti. Tolga ve Colman kadroda yoktu. Arjantinli’nin ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu görmek için böyle bir teste gerek var mıydı bilinmez. Formsuz Burak ise kulübede idi. Sezon başından bu yana Burak üzerine kurulu hücum anlayışından böyle telafisi olmayan bir maçta vazgeçmek büyük riskti aslında. Bu kez önde Halil, kanatlarda Olcan ve Volkan vardı. Yani topu önde tutma becerisi olmayan bir hücum hattı... Hemen gerilerinde ise Alanzinho ile Adrian, kesici pozisyonunda da Zokora...
Antalyaspor gibi savunma güvenliğini ön planda tutan ve kapanan takımlara karşı bireysel yetenekleriyle kilidi açacak silahı olmadığı zaman zorlanan Trabzonspor’un, ilk çeyrek saate bulduğu üç pozisyonun ardından oyunu rölantiye alan rakibe ayak uydurması, ciddi bir yanılgı idi. Hemen her maçta inanılmaz hatalara imza atan Trabzonspor savunması, 44 dakika tek bir tehlike bile yaratamayan Antalyaspor’a öyle bir pozisyonda geçit verdi ki, evlere şenlik. Emrah’ın kaleyi çaprazdan gören noktadan kaleye gönderdiği topu tüm
Trabzonspor’un zaten kırılgan bir kadrosu var. Bu kadro günü gününe uymayan, çoğu zaman bireysel yeteneklerin devreye girmesiyle maçı çevirebilen istikrarsız bir yapıya sahip. Geçen sezon olduğu gibi eksiklerini ikame edebilecek bir yedek kulübesi de yok. Tüm olumsuzluklara karşın Avrupa’da iyi bir performans sergilemek, ligde ise son dört haftaya girilirken play-off yarışının içinde kalmak, sezonun beklenenden iyi geçtiği şeklinde yorumlanabilir.
Zorlu Galatasaray ve Fenerbahçe sınavları öncesi başkentte Gençlerbirliği karşısına cezalı Volkan ve sakatlığı süren Olcan’dan yoksun çıkmak dezavantaj gibi görünmesine rağmen, rakibin de kendi dinamiklerini etkileyecek Azofeifa, Cem Can, Juri ve Emre’den mahrum olması, en azından saha içi dengelerin eşitlenmesine yol açtı. Lakin rakip son iki maçını iki büyük takıma kaybetmesine karşın ligin çok koşan, mücadele eden ve ofansif oyunu seven ekiplerinden biriydi.
Trabzonspor, Volkan ve Olcan’ın yokluğunu maç boyunca derinden hissetti. Kanatları doğru dürüst kullanma imkanı bulamadı. Alanzinho ve Adrian bu boşluğu dolduramadı. Serkan zaman zaman kendi kulvarını zorlasa da, geçen maçtaki moral bozukluğunu üzerinden atamadığı gözlenen
Futbol kültürümüzün ve futbolu nasıl algıladığımızın test edileceği bir derbi maçı daha yaşacağız bugün.
Biletleri günler öncesinden tükenen ve fahiş fiyatlarla karaborsaya düşen derbi öncesi, Fenerbahçe taraftarı ile yönetim arasında gerilime yol açan bu klasik tablonun nedeni, daha iyi seyir imkanı sağlamak için stat kapasitesinin 3-4 bin azaltılması olamaz elbette.
Sadece 4 büyükler değil, tüm Anadolu kulüpleri açısından dert aynı aslında.
Bedava bilet, binlerce davetiye talebi, hatırı kırılamayacak koca koca insanların ellerini ceplerine atmadan maç izleme egosu, tekmili birden burada!
Bakanı, milletvekili, bürokratı, savcısı, hakimi, emniyet müdürü, daire başkanı, onların korumaları, özel kalemleri, aklınıza kim gelirse aynı beklenti içinde.
Hangisini kıracaksınız? Hangi birine “hayır” diyeceksiniz. İstekleri nasıl geri çevireceksiniz?
Protokol tribünü dediğiniz yerler yüz, bilemediniz üç yüz kişilik. Oraya girecekler de zaten belli. Ya diğerleri?
Bazı maçlar vardır. Sonuca doğrudan teknik direktörün yaptığı değişiklikler ve oyuncu tercihleri etki eder. Bazen öyle yerinde hamleler yapar, kimi vakit de öyle oyuncularda ısrar edersiniz ki, gitti denen maçı çevirivermişsiniz. Tıpkı dün gece olduğu gibi. İlk yarıda sayısız pozisyon üretmesine ve bir o kadar da fırsat bulmasına karşın son vuruşlarda beceriksiz kalan Trabzonspor, klasik savunma hatalarından birini tekrarlayıp kalesinde golü de görünce, oyunun ikinci bölümünde işi epey zorlaştı.
Teknik direktör Şenol Güneş’in kötü oynamamasına rağmen Adrian’ı çıkarıp Alanzinho’yu saha sürmesi anlaşılabilir değişiklik olarak algılansa da, gözler sürekli kanat değiştirmesine karşın o bölüme dek istenilen verimi sağlayamayan Volkan’ın üzerinde idi aslında. Çünkü Güneş’in bir önceki hamlesi saç baş yolduran Henrique’nin yerine Halil’i sürmek olmuş ve yerinde bulunmuştu. Lakin Alanzinho’nun skor avantajı ile kapanan Sivasspor savunmasını açacak bir çilingir olduğunu iyi bilen Güneş yanılmadı. Oyuna girdikten bir dakika sonra ceza alanı içinde o bildiğimiz çabukluğu ile adam eksilten ve klas bir vuruşla kâbusa dönmek üzere maçı çeviren Alanzinho da, hocasını mahcup etmedi. Sadece
Michel Platini ile Yıldırım Demirören’in Nyon’daki tanışma toplantısı öncesi yazılan şike senaryolarını filme alacak yönetmen çıkmayınca, yeni bir gündem oluşturma çabası başladı.
Efendim, Platini 22 Mart’taki UEFA kongresi için geleceği İstanbul’da Başbakan ile görüşecek ve Türkiye’deki şike-teşvik davasının kaderi belirlenecekmiş.
Hadi, kongre için devlet garantisi veren bir ülkenin Başbakanı’nın UEFA Başkanı ile Türk kahvesi içip sohbet etmesi kadar doğal bir şey olamaz da, şike konusunda pazarlık yapabileceği nasıl düşünülebilir?
Futbolla iç içe yaşayan Başbakan’ın elbette şikeyle ilgili fikirleri ve önerileri olabilir. Ancak bunları doğrudan UEFA Başkanı’na söyleyecek kadar sürece müdahil olacağını öngörmek, ne devlet adamlığı ne de sorumlu siyaset anlayışı ile bağdaşır.
Düşünebilir musunuz? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Mehmet Ali Aydınlar Federasyonu’nun çözemediği, Yıldırım Demirören ve ekibinin çözüm üretmek için talip olduğu bir görevi bizzat üstlenecek ve Platini’ye “Gel kardeşim, bunların bir şeyden anladığı yok. Biz kafa kafaya verelim şu işin içinden çıkalım” diyecek!
Yapmayın, en azından makama saygısızlıktır.
Başbakan’ın Türkiye’nin bir numaralı