Başbakan önerdi; “Beş yıl Avrupa’ya gitmeyelim, arınıp, daha güçlü bir şekilde geri dönelim”.
Sorgulamak yok. Tartışmak yok. Farklı çözümler üretmek yok.
Başbakan ne dedi ise o!
Niçin kendimize böyle bir cezayı layık görüyoruz?
Neyin üzerini örtmeye çalışıyoruz? 5 yıl Avrupa’ya gitmeyerek hangi suçun varlığını kabulleniyoruz? Tüm bunlara neden olan şike ve teşvik davasının sonuçlarını mı?
Eğer öyle ise, sportif ve adli yargının kararını görmeden, bu ülkede şike yapıldığını peşinen onaylamış olmuyor muyuz?
Ya aylardır yargılanan o insanlar beraat ederse? Ya şikeye sadece birkaç kulüp ve yöneticinin dışında kimsenin karışmadığı kanıtlanırsa? O zaman kurunun yanında yaşın da yanmasını hangi vicdan kabul edip, sorumluluğunu ömür boyu taşıyabilecek?..
Başbakan, İngiltere örneğini veriyor. Ancak Türkiye’deki şike davasıyla Heysel faciasının nasıl örtüşeceğini kimse anlatmıyor. Aslında bu iki olay, gece ile gündüz kadar farklı.
1985’te Heysel Stadı’nda, 38 İtalyan ve 1 İngiliz taraftarı yaşamını kaybetti. İngiliz holiganizminin tavan yaptığı dönemde Başbakan Margaret Thatcher tarihi kararını verirken, futboldan çok daha önemli değerleri olduğuna vurgu yaptı. UEFA 3 yıl cezaya hazırlanırken, Thatcher tüm İngiliz takımlarının 5’er yıl Avrupa’dan men edilmesini sağladı. UEFA ise Liverpool’a ekstra ceza kesti.
Doğrudur! İngilizler 5 yıl sonra holiganizm belasından kurtularak geri döndü ve kısa bir sallantıdan sonra eski başarılı günlerini yakaladı.
Çünkü futbol ekonomileri ve alt yapıları güçlü idi. Çünkü bu süreçte ayakta kalmalarını sağlayacak kaynakları ve taraftar destekleri vardı. En önemlisi futbolun sahada oynandığını ve sonucun orada alındığını kavramışlardı. Üstelik İngilizler kendi liginde oynamayı Avrupa’da olmaktan daha değerli görüyorlardı.
Biz şimdi oturmuş kendi göbeğimizi keselim, UEFA ceza vermeden şike depreminin yaralarını saralım istiyoruz.
Peki, Türk futbolu böylesi ağır bir travmayı kaldıracak, bıraktığı yerden devam edecek enerjiye ve potansiyele sahip mi?
Boğazına kadar borç batağına gömülmüş kulüpleri, futboldan soğumuş taraftarı, yatırım yapmaktan kaçan sponsorları ile bu mümkün mü?
Kendimizi 5 yıl Avrupa’dan men ederek ahlaki ve maddi sorunlarımızı çözeceğimizi sanıyorsak, fena bir yanılgı içindeyiz demektir. Süre sonunda 5 yıl da kendimize gelmek için çabalayacağımızı düşünürsek, Sayın Başbakan’ı o konuşmaya teşvik edenlerin, aslında Türk futbolunun gerçeklerinden ve böyle bir kararın doğuracağı sonuçlardan haberdar olmadığını anlayabiliriz.
Yüz milyonlarca euroluk kayıp, Edirne ile Hakkari arasında sıkışmış uluslararası rekabetten yoksun bir futbol ve alt yapısı çökecek kulüpler!..
Kim izleyecek bu futbolu, hangi yabancı oyuncu gelecek bu ülkeye, kaç kulüp ulusal bazda yarışmacı olarak yoluna devam edebilecek?
En acısı da, ileri demokrasinin varlığından söz edilen bir ülkede, Başbakan’ın her söylediğinin emir olarak algılanması ve üzerine fikir yürütülmekten kaçınılmasıdır!
UEFA’nın benimsediği 58. madde değişikliği, 26 Ocak’taki genel kurulda kabul edilse idi, bugün ne 5 yıl Avrupa’ya gitmemeyi ne de sonuçlarını konuşuyor olacaktık.
Yol hâlâ yakın, lakin niyet önemli!
Yasa burada, yönetmelik nerede?
Aslanlar gibi şiddet yasamız var!
Var da, neye yarar?
İşte FIBA Kadınlar Avrupa Ligi maçı. Salonda Galatasaray M.Park ve Fenerbahçe takımları. Tribünde iki takım taraftarı. Küfür gırla gidiyor. Meşaleler yakılıyor, Avrupa’nın gözü önünde polis kendini bilmezlere müdahale ediyor.
Sonuç; şiddet yasamız var ya, o bilir işini!
Peki suçlu sadece taraftar mı? Elbette değil. Yasayı uygulaması gerekenler bir yana, yasa çıktıktan sonra yasa hükmü olarak hazırlanması gereken “yönetmelik” bir yıldır ortada yok.
Yönetmeliği olmayan yasa, doğru dürüst nasıl uygulansın ki?
İlgili bakanlık şu ana kadar kılını kıpırdatmamış. İlgili kurum ve kuruluşlar tek adım atmamış. Yaptırım var, sorumluluk verilmiş, uygulayan yok!
Yasada, “yasayı uygulamayanlar” için bile ceza var, ama bunu bilen yok! Ya da işlerine öyle geliyor.
Şiddet yasası denince galiba aklımıza sadece şike ve teşvik primi geliyor.
Öyle ya, onlarca insan aylardır cezaevinde yatıyor, onlar dışında kimse yasaya aykırı davranmıyor. Davranmıyor ki, tanık olduğumuz bunca olaya karşın suç işleyen yüzlerce insan elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaşmaya devam ediyor.
Yasa çıktı, şiddet bitti. Kimi kandırıyorsunuz beyler ?
Hiç üzülme Hüsnü hocam!
Elazığspor yıllar sonra Süper Lige geri dönmenin hesaplarını yapıyor. Takım, geçen hafta Adanaspor’a yenilmesine karşın Bank Asya 1. liginde lider.
Teknik Direktör Hüsnü Özkara 6. haftada 10. sırada devraldığı takımı, tüm ekonomik güçlüklere karşın zirveye taşımış. Taraftar heyecanlı, camia süper ligin yolunu gözlüyor.
Ama o ne?
Özkara bir sabah kalkıyor ve görevden alındığını öğreniyor. Yerine de şike davasında tahliye edilen Bülent Uygun getirilmiş!
Deneyimli teknik adam şaşkın. Hiçbir gerekçe gösterilmeden görevden alınmasına anlam veremiyor. Üstelik de işler iyi giderken.
Hiç şaşırma hocam!
Bu ülke neler gördü, neler yaşadı. Daha da yaşayacak!
Suç sende değil. Suç seni görevden alan kadar, başarılı bir meslektaşının ayağının kaydırılmasını iştahla izleyip, o göreve talip olmayı alışkanlık haline getirenlerde!
Biz senin adamlığını da biliyoruz, hocalığını da. Varsın gerisi kendisine yakışanı yapsın!