Hani zihnimiz açılır, yaşadığımız gel-gitlerden sıyrılıp gerçekleri daha net görebiliriz düşüncesiyle, hafta boyu UEFA kongresine odaklandık.
Önce UEFA Başkanı Platini’nin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yaptığı görüşmenin perde arkasını öğrenmeye çalıştık.
Ardından UEFA Genel Sekreteri İnfantino’nun tamamı Türkiye’deki şike üzerine kurgulu basın toplantısını izledik.
Perşembe günü de, UEFA kongresinin açılışında Başbakanın konuşması, Platini’nin mesajları ve basın toplantısındaki yanıtlarının satır aralarına daldık.
Kim ne anladı, nasıl yorumladı, aradan hangi sözcükleri cımbızla çekti bilemeyiz.
Bir defa, şu Avrupalılar alem adam, onu anladık.
Tıpkı birer diplomat titizliği ile nerede nasıl konuşacaklarını çok iyi biliyorlar. Platini de, İnfantino da bu konuda on numaralar!
Gelin görün, aynı yetenek bizde yok!
Ne dedi Sayın Başbakanımız yekten?
“Şike konusunda kişi ve tüzel kişi noktasındaki değerlendirmeyi iyi yapmak gerek.”
Erdoğan açık dille “Yönetici şike yapmışsa, söz konusu cezalar kulübünü bağlamamalı” dedi.
Ve devam etti;
“Burada suçların şahsiliği ilkesinden hareketle kim olursa olsun, bu şikeyi ve suçu kim işlemişse, cezaların caydırıcılığından hareketle en büyük cezayı alması en önemli adımdır ve bunun yapılması lazım.”
Yani?.. “Eğer Aziz Yıldırım’ın şikeyle ilgisi tespit edilirse, en ağır yaptırım uygulansın! Fenerbahçe’yi ayırın, yöneticilerini cezalandırın!”
Nedir bu ceza? Şikeye bulaşan hapiste çürüsün!
Şahsen Başbakan’ın gerek Avrupa, gerekse Türkiye’deki futbol yöneticilerine şike konusundaki düşüncelerini ve beklentilerini net bir şekilde anlattığını sanıyorum!
Bizim federasyonumuz ne yapar, nasıl bir tutum izler, yakında öğreniriz.
Ya Avrupa? UEFA ve FIFA?..
Gelin bir de Platini ve Infantino’nun pekçok kesim tarafından farklı algılanıp, değişik şekillerde yorumlanan sözlerine bakalım;
Platini: “‘Sayın Başbakan bana da aynı şeyi ifade ettiler. Haklısınız dedim, ancak sistem bu şekilde oluşturulmuş. On yıllardır böyle oluyor. Disiplin komitesi bağımsız. Sistem uzun süredir böyle yürüyor, bedeli kulüp ödüyor.”
Ne anladık bu sözden? “Üzgünüm. Bizim kurullarımız şahısları ve kulüpleri ayırmaz. “
Platini: “Biliyorum Fenerbahçe konusu merak ediliyor. Bugün de Fenerbahçe ile ilişkin soru sorarsanız Infantino, dün konuştuklarını tekrar edecek.”
Kıssadan hisse; “Genel sekreterim ne dedi ise altına imzamı atıyorum.”
Platini: “Sayın Başbakan, çok futbol dolu konuştu ve hepimize umut aşıladı. Kendisi de eski futbolcu. Başbakan olmasa belki milli takımda futbol oynayacaktı.”
Türkçeye çevirisi; “Başbakan’a yağ çekiyorum, anlamadınız mı?”
Platini: “Hangi ülke olursa olsun, şiddet, teşvik ve şikeye sıfır toleransımız var.’’
Bizim anlayacağımız dilde; “Valla Yunanistan, Türkiye fark etmez, şike varsa ceza da var.”
Infantino’nun mesajları
Türkiye’de son yıllarda önemsenmez oldu, hayatında talimat okumamış insanlar genel sekreterlik yapıyor. Lakin Genel sekreterlik makamı FIFA ve UEFA da çok önemli. Genel Sekreter icranın başıdır. Ne söylerse odur!
İşte Gianni Infantino’nun konuşmasından satır başları:
“Disiplin kararlarının Türk Futbol Federasyonu tarafından hızlı ekilde alınması lazım. TFF karar alamazsa UEFA Disiplin Komitesi devreye girer”, “CAS’a açılan davadan endişe duymuyoruz”, “Türkiye’de epeyce delil ortaya çıkmış”, “Şikeye karşı toleransımız sıfır. Saha içi saha dışı diye bir ayrım yapılamaz.”
Görünen o ki, 8 aylık sürede Türk kamuoyunun şikeye bakış açısı yumuşamasına karşın, UEFA cephesinde değişen bir şey yok. Yargı kararını beklemek gibi bir niyetleri de hakeza.
Dikkat edin, bu söylemlerin tümü İstanbul’da, Başbakan’ın karşısında dile getirildi. Olabildiğince kibar ve yumuşak bir üslupla hem de. Bir de Nyon penceresinden baktıklarında tablo ne, varın siz düşünün!
Aslında UEFA’nın şike konusundaki tavrında farklılık olmayacağı, Şenes Erzik’in federasyon başkanlığını kabul etmemesinden belli idi. Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşmenin ardından konuyu UEFA Başkanı ile paylaşan ve ertesi gün aday olmaktan vazgeçen deneyimli futbol adamı, Türk futbolunun bu badireyi hasarsız atlatamayacağını gördüğü için göreve soyunmadı. Mesajı açıktı, doğru algılanamadı.
Şimdi kendi göbeğimizi kesme zamanı. Futbol Federasyonu’nun önünde iki yol var. Ya Başbakan’ın işaret ettiği gibi kişi ve kulüpleri ayırarak işlem yapacak ve UEFA’yı empati yapmaya zorlayacak. Ya da sadece kulüpler değil, milli takımlar düzeyinde de olası yaptırımları göz önüne alıp “UEFA’nın kitabına” uygun karar verecek.
KUPANIN GERÇEK MAĞDURLARI
Önce Galatasaray, ardından Trabzonspor, önceki gün de Beşiktaş Ziraat Türkiye Kupası’na dördüncü turda veda etti.
Rakipleri ile kıyaslandığında çok daha maliyetli ve kaliteli kadrolara sahip üç büyüğün kupadan elenmesi kuşkusuz taraftarı hayal kırıktığına uğrattı.
Lakin canı en çok sıkılan, bu tabloya en çok üzülen ve uğrayacağı maddi kayıp göz önüne alındığında dizini taşlara vuran başkaları da var.
Örneğin kupanın yayın hakkını satın alan Turkuvaz Medya Grubu. Örneğin kupanın isim sponsoru Ziraat Bankası.
Düşünsenize dört büyüklerden sadece Fenerbahçe’nin yoluna devam ettiği bir kupanın ne kadar seyredileceğini? Ya da ne kadar reyting getireceğini?
Çeyrek finale kalan sekiz takım arasında Fenerbahçe hariç hangi takım reklam geliri sağlayabilir, izlenirlik oranını artırabilir?
Galatasaray, Trabzonspor ve Beşiktaş’ın kupa sınavından çakmaları kısa sürede unutulabilir, yerini başka hedefler doldurabilir.
Ama yayıncı kuruluş ve sponsor banka bu kadar ağır bir yükü kolay kolay taşıyamaz.
Eminim şimdi iki kurumun üst düzey yetkilileri başbaşa vermiş ve Fenerbahçe’nin finale kadar gitmesi için dua etmeye başlamıştır!