Futbol kültürümüzün ve futbolu nasıl algıladığımızın test edileceği bir derbi maçı daha yaşacağız bugün.
Biletleri günler öncesinden tükenen ve fahiş fiyatlarla karaborsaya düşen derbi öncesi, Fenerbahçe taraftarı ile yönetim arasında gerilime yol açan bu klasik tablonun nedeni, daha iyi seyir imkanı sağlamak için stat kapasitesinin 3-4 bin azaltılması olamaz elbette.
Sadece 4 büyükler değil, tüm Anadolu kulüpleri açısından dert aynı aslında.
Bedava bilet, binlerce davetiye talebi, hatırı kırılamayacak koca koca insanların ellerini ceplerine atmadan maç izleme egosu, tekmili birden burada!
Bakanı, milletvekili, bürokratı, savcısı, hakimi, emniyet müdürü, daire başkanı, onların korumaları, özel kalemleri, aklınıza kim gelirse aynı beklenti içinde.
Hangisini kıracaksınız? Hangi birine “hayır” diyeceksiniz. İstekleri nasıl geri çevireceksiniz?
Protokol tribünü dediğiniz yerler yüz, bilemediniz üç yüz kişilik. Oraya girecekler de zaten belli. Ya diğerleri?
Bugün oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray derbisi için de geçerli yukarıdaki tablo. Sarı-lacivertli yöneticiler bunalmış. Çoğu telefonuna bakmaya bile korkuyor, çünkü başlarına gelecekleri biliyor.
Dedik ya futbol kültürümüzün test edileceği bir derbi daha diye. İşte aynen öyle.
O kültürde paranı verip biletini almak var. O kültürde kulübüne katkı, sahadaki futbolcunun emeğine saygı, her defasında harçlığından artırıp gönül verdiği takımı izlemek isteyen taraftarın hakkını korumak var.
Ama neredeeee? İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da, Portekiz’de, İspanya’da, Hollanda’da var. Beleş maç izleme alışkanlığı ve tutkusu ise bize has!
Sahip oldukları unvanları ayrıcalığa çevirmenin, şike yapıp teşvik vermek kadar yüz kızartıcı bir eylem olduğunu bilmeyen bu insanlar dün de vardı, yarın da olacak.
Peki suç sadece onların mı? Kusura bakmasınlar, tüm kulüp yöneticileri ortaktır bu suça!
Çözümlenmesi sıkıntılı bir işin mi var? Çal devletin kapısını. Başın mı sıkıştı? Aşındır Ankara yollarını. Acil paraya mı ihtiyaç duyuyorsun? Ayrılma bürokratların peşinden. Eee böyle başa, böyle traş!
Yıllardır bıkmadan, usanmadan aynı “alış-veriş”, benzer ilişkiler ve çelişkiler yumağına tanık oluyoruz.
Bilet bulamadım diye çıldırıp, kulüp yönetimlerine öfkelenmesin taraftar. 52 bin değil, 152 bin kişilik stat da yapsanız “boşlukları” dolduracak birileri her zaman çıkacaktır bu ülkede.
Ne zaman ki statlara giden insanların istisnasız tümünün iyi birer futbol izleyicisi olması ve bir ibadet mekanındaki gibi eşit sayılması gerektiğini özümseriz, o zaman çağdaş futbol kültürüne sahibiz diye övünebiliriz.
Peki ne zaman?.. Bu sorunun muhatapları da belli, yanıtını verecekler de!..
A.Gücü sizleri unutmayacak!
Hey gidi Ankaragücü hey. Yüz yıllık kulübün düştüğü şu acınası duruma bakın.
Antrenmanda kullanacak malzeme, maça çıkacak forma, deplasmana gidecek para yok.
Milyonlarca liraya kontrat yaptığınız futbolcular kaçmış. Faturaları ödenmedi diye kulüp tesislerinin suyu ve elektiriği kesilmiş. Borç boğazı aşmış, bıçak kemiği delip geçmiş.
Senelerdir birbiriyle didişip Ankaragücü üzerinden rant sağlamaya çalışanlar ise, köşelerine çekilmiş yarattıkları tabloya bakıp utanmadan yorum yapmaya kalkıyor.
Sanki Ankaragücü’nün küme düşmesine yol açan onlar değil.
Bu kulübü belki de daha uzun yıllar süper lige dönemeyecek bir bataklığa sürükleyenler onlar değil.
Taraftarı “parçala yönet” taktiği ile dağıtan, rakiplerinin aleyhine bağırtan, tribün bütünlüğünü ortadan kaldıran da onlar değil!
Şimdi hiç sıkılmadan “Acaba küme düşme kaldırılır mı?”, “Acaba falanca takıma af gelir de süper lige alınır mı?” gibi ucuz hesapların peşinde koşup, bıraktıkları yerden devam edebilmenin planlarını yapıyorlar. Ayıptır ayıp.
Ama hiç umutlanmayın. Gerçek Ankaragücü taraftarı ve o kulübün gerçek sahipleri, aradan 30 yıl geçse de yaptıklarınızı çocuklarına anlatıp, nesiller boyu unutulmayacak bir ders vermeye hazırlanıyor hepinize!
Çakır örnek olmalı, ama
Cüneyt Çakır, FIFA kokartını taktığı 2006’dan bu yana müthiş gelişme gösterdi. Geldiği nokta Türk futbolu ve hakemliği için gurur verici. Son olarak perşembe akşamı A.Bilbao- Manchester United maçını başarıyla yönetti.
Peki neydi Çakır’ın hızlı yükselişindeki faktörler?
En önemlisi, eski hakem olan babası Serdar Çakır. Her dönem hakem camiası ve futbol yönetimleri ile ilişkisini iyi tutmayı beceren baba Çakır, oğluna hem mentörlük yaptı, hem de kritik süreçlerde yıpranmasının önüne geçti. Oğlunun babasının deneyimlerinden yararlanması büyük şanstı!
İki, Cüneyt Çakır hakemler arasında her daim var olan polemiklerden kendini uzak tutmayı bildi.
Üç, Oğuz Sarvan MHK’si döneminde başlayan tırmanışında özelikle UEFA hakem eğitimcisi olarak Türkiye’de görev yapmaya başlayan Uilenberg’in katkısı büyük oldu. Uilenberg’in özel ilgisi ve desteği, Çakır’ın rotasını doğru çizmesine katkı sağladı.
Dört, Avrupa maçlarındaki performansı giderek artan genç hakem, her sınavından üzerine koyarak ayrılırken, özgüveni arttı.
Beş, Elit kategoriye yükselip, Avrupa şampiyonasında görev alacağının açıklanması Çakır’ın moralini üst düzeye çıkardı. Bu da sahada kendine has bir yönetim tarzı oluşturmasını sağladı.
Saydığımız faktörlerin ilk üçü, genç hakemin ülke koşullarında öteki meslektaşlarının arasından sıyrılmasındaki en önemli etkenler oldu.
Bugün Çakır’ın başarısıyla övünenlerin, diğer Türk hakemlerinin de Avrupa’da aynı sürat ile ivme kazanmasını sağlamak boyunlarının borcu.
Çakır bazı ayrıcalıklara sahipti. Onlar değil. Çakır’ın desteği büyüktü. Onların yok. Çakır’ın yolu dikenli değildi. Onların engebeli.
Zekeriya Alp MHK’si, yeni Çakır’lar yaratmayı hedef edindi ise, geçmişte yapılan doğru işlerin yanında hataları da birlikte değerlendirmeli. Cüneyt’in artılarına sahip olmayanlara gösterilecek özel ilgi, kalıcı motivasyon için iyi bir başlangıç olabilir!