Evlilik bitiyor mu?

28 Kasım 2002

Eşinin kendisini aldattığından kuşkulanan, yapımcıları arıyor. Program ekibi dedektif bürosu gibi "aldatan eş"i izliyor. Kiminle, nerede, ne zaman buluştuğunu saptayıp filme alıyor.Sonra programın en can alıcı bölümü başlıyor.Kaydedilen görüntüler aldatılan eşe izletiliyor. O gözyaşı dökerken kurnaz yapımcı öneriyi patlatıyor:"Eşiniz şu anda sevgilisinin koynunda... Gidip onu basalım mı?"Aldatılmanın öfkesiyle bu tuzağa düşen mazlum eş, 4 kamera, 10 kişilik teknik ekip, 6 korumayla "yasak aşkın yuvası"nı basıyor.Cumartesi gecesi "kurban" zenci bir kadındı. Kocasıyla, kız kardeşinin kendi evinin bahçesinde oynaşma görüntülerini izleyince çekim ekibiyle birlikte baskına katıldı. Baldız "Eniştem evde yok" diye titrerken adam içeriden pantolonunu çekerek çıktı. Karısı üzerine yürüdü. Sunucu avını kıstırmış bir sırtlan edasıyla "kamu adına" sorguya başladı:"Utanmıyor musun, baldızınla yatmaya?""Ne zamandır karını aldatıyorsun?""Hiç inkâr etme, bütün oynaşmalarınızı görüntüledik" vs...***Amerikada bir kasabada baldızıyla düşüp kalkan adamın uçkuru neden bize dert oluyor?Medya ne hakla özel hayata destursuz dalıp toplumun ahlak polisi kesiliyor?Niye derdi başından aşmış insanlar ille

Yazının Devamı

Evlilik bitiyor mu?

28 Kasım 2002


<#comment>Amerikan "Reality TVöde "Cheaters" (Aldatanlar) diye bir program var. Esprisi şu:
Eşinin kendisini aldattığından kuşkulanan, yapımcıları arıyor. Program ekibi dedektif bürosu gibi "aldatan eş"i izliyor. Kiminle, nerede, ne zaman buluştuğunu saptayıp filme alıyor.
Sonra programın en can alıcı bölümü başlıyor.
Kaydedilen görüntüler aldatılan eşe izletiliyor. O gözyaşı dökerken kurnaz yapımcı öneriyi patlatıyor:
"Eşiniz şu anda sevgilisinin koynunda... Gidip onu basalım mı?"
Aldatılmanın öfkesiyle bu tuzağa düşen mazlum eş, 4 kamera, 10 kişilik teknik ekip, 6 korumayla "yasak aşkın yuvası"nı basıyor.

Yazının Devamı

Kamusal alan mı? Neresi orası?

26 Kasım 2002

Yürüyemez haldeyken bile başörtüsünü takmayı ihmal etmedi.Gece İbn - i Sina Hastanesine (yani Cumhurbaşkanının deyişiyle başörtüsü takmanın yasak olduğu bir "kamusal alan"a) gittik. Sağ olsun bütün doktorlar, hemşireler canla başla ve büyük şefkatle seferber oldu.Dikkat ettim; başından örtüsünü hiç eksik etmeyen anneannem, hastanede tahlilleri yapılırken başının açılmasını umursamadı.Hiç okula gitmemiş olduğu halde, sağlığı söz konusuyken başörtüsünü bir inat konusu yapmayacak kadar bilge bir kadındı.***Bu kısacık macera, "gündelik hayatımızdaki başörtüsü barışı"na dair ipuçları veriyor:Anneannem başörtüsü takıyor; ama takmayan kızına, torunlarına örtünmeleri için baskı yapmıyor.Öte yandan kimse de anneannemi başını açmaya zorlamıyor, aşağılamıyor, tersine saygı gösteriyor.Sorun nerede öyleyse?Bence sokakta sorun yok. Yani özel yaşamda kimse kimsenin ne giyip ne giymediğiyle meşgul değil. Bu, Türkiyenin büyük avantajı...Resmi kurumlarda da sorun yok. Orada başörtüsü takılmayacağı kuralı da - içten veya kerhen - çoğunlukça kabullenilmiş durumda...Sorun, bu iki yaşam alanının, yani sivil toplumla devletin kesiştiği (çatıştığı?) o mayınlı ara bölgede...Cumhurbaşkanı Sezer, önceki

Yazının Devamı

Kamusal alan mı? Neresi orası?

26 Kasım 2002


<#comment>86 yaşındaki anneannem geçen gece iftar sonrası aniden rahatsızlandı. Hemen acile götürmeye karar verdik.
Yürüyemez haldeyken bile başörtüsünü takmayı ihmal etmedi.
Gece İbn - i Sina Hastanesi’ne (yani Cumhurbaşkanı’nın deyişiyle başörtüsü takmanın yasak olduğu bir "kamusal alan"a) gittik. Sağ olsun bütün doktorlar, hemşireler canla başla ve büyük şefkatle seferber oldu.
Dikkat ettim; başından örtüsünü hiç eksik etmeyen anneannem, hastanede tahlilleri yapılırken başının açılmasını umursamadı.
Hiç okula gitmemiş olduğu halde, sağlığı söz konusuyken başörtüsünü bir inat konusu yapmayacak kadar bilge bir kadındı.
***

Yazının Devamı

Yeniden o kanlı bahçede

24 Kasım 2002

Freuda göre "bastırılmış" bu olay, ancak o olaya yol açan duygu etkisiz hale geldiğinde hafızadan geri çağrılabilir.***Geçen hafta bir grup arkadaşımla bu duyguyu yaşadık."Dehşet sahnesi"ne 25 yıl önce lisede tanık olmuştuk.Teneffüsteydik. Aniden yurt kapısının camı şangırtıyla un ufak olmuş, kan revan içinde bir genç, canhıraş çığlıklarla dışarı fırlamıştı. Can havliyle bizim oturmakta olduğumuz basket sahasına doğru kaçarken, peşinden kovalayan parkalı gençlere yakalanmış, acımasızca dövülerek lisenin sivri demirli parmaklığından çuval gibi dışarı atılmıştı. Donup kalmış, hiçbir şey yapamamıştık.Öldüğünü duymuştuk sonra..."Ölüm" lisedeki en kazık dersin adıydı.15 yaşımızın fotoğraf albümünde, yavuklunun yürek çarpışı, ilk buse telaşı filan değil, bu dehşet anı, o çocuğun feryadı, onu kovalayan bir grup parkalı, parkalıları gizleyen yurt binası, aciz kalmanın utancı ve faşizmin ceberut suratı asılı kaldı.Mezun olup da lisenin kanlı demir kapısından son kez geçtikten sonra hiç arkamıza dönüp bakmamıştık.***Aradan 25 yıl geçti.Eski okulumda öğrencilerle söyleşiye davet edildim.Önce ürperdim, anıların kasvetiyle; sonra onların üstüne gitmeye karar verdim.O gün basket sahasında,

Yazının Devamı

Yeniden o kanlı bahçede

24 Kasım 2002


<#comment>Çocukken tanık olduğunuz bir dehşet sahnesi, bilinç dışında saklanarak yıllar boyu sizi paniğe sevk edecek denli travmatik olabilir.
Freud’a göre "bastırılmış" bu olay, ancak o olaya yol açan duygu etkisiz hale geldiğinde hafızadan geri çağrılabilir.
***
Geçen hafta bir grup arkadaşımla bu duyguyu yaşadık.
"Dehşet sahnesi"ne 25 yıl önce lisede tanık olmuştuk.
Teneffüsteydik. Aniden yurt kapısının camı şangırtıyla un ufak olmuş, kan revan içinde bir genç, canhıraş çığlıklarla dışarı fırlamıştı. Can havliyle bizim oturmakta olduğumuz basket sahasına doğru kaçarken, peşinden kovalayan parkalı gençlere yakalanmış, acımasızca dövülerek lisenin sivri demirli parmaklığından çuval gibi dışarı atılmıştı.

Yazının Devamı

Oğuldan mektup var

23 Kasım 2002

Hem Türkiyeden, hem Kıbrıstan mesaj yağdı.Türkiyeden gelen mesajlar nasıl yazıdakine benzer hislerle doluysa, KKTCden gelenler o denli kırgınlık, hatta kızgınlık yüklüydü.Böyle olunca, artık 30una dayanan "oğul"un bu ilişkiye dair yorumuna da kulak vermek farz oldu.Türkiyenin Adadan nasıl göründüğünü anlamamızı da kolaylaştıracak bir yorumu; Turgut Avşaroğlunun, Kıbrıstaki "Afrika" gazetesinde 18 Kasımda yayımlanan "karşı - öykü"sünü aynen aktarıyorum:***Can Dündara kim anlatmışsa...Bu "Baba ve oğul" hikayesini...Yanlış anlatmış.Eksik anlatmış.Hatalı anlatmış.Hikayenin aslı "Baba ve oğul" değil.Hikayenin orijinal adı: "Ana ve oğul"dur.Baba iddia edildiği gibi yoksul değil, aksine çok zengindi.Zenginliği, ta Osman dedelerinden gelmekteydi.Ve bu zenginliğin altında 700 yıllık, bir büyük tarih yatmaktaydı.Ne var ki, bu büyük serveti baba idare edemedi.Har vurup harman savurdu.Sıkıntıya düşünce de, oğullarından birini, çok zengin bir aileye büyük paralar karşılığında ödünç verdi."Eti senin kemiği benim" dedi."Dilediğin gibi tepe tepe kullanabilirsin" dedi."Yeter ki belalılarıma karşı beni korumayı kabul et" dedi.Küçük oğlan ağzını açıp tek kelime söylemedi.İtiraz etmedi."Bir baba

Yazının Devamı

Oğuldan mektup var

23 Kasım 2002


<#comment>Geçen cumartesi bu köşede Türkiye - KKTC ilişkilerini "Baba ile oğul" başlığı altında öyküleştirmeyi denemiştim.
Hem Türkiye’den, hem Kıbrıs’tan mesaj yağdı.
Türkiye’den gelen mesajlar nasıl yazıdakine benzer hislerle doluysa, KKTC’den gelenler o denli kırgınlık, hatta kızgınlık yüklüydü.
Böyle olunca, artık 30’una dayanan "oğul"un bu ilişkiye dair yorumuna da kulak vermek farz oldu.
Türkiye’nin Ada’dan nasıl göründüğünü anlamamızı da kolaylaştıracak bir yorumu; Turgut Avşaroğlu’nun, Kıbrıs’taki "Afrika" gazetesinde 18 Kasım’da yayımlanan "karşı - öykü"sünü aynen aktarıyorum:
***

Yazının Devamı